Kuzey Doğu Suriye’de halklar, Türkiye’nin askeri müdahaleleri ve Geçici Şam Hükümeti’nin baskıcı entegrasyon politikalarına karşı; eşitlik, özgürlük ve öz yönetim ilkeleriyle örülmüş demokratik bir yaşamı savunuyor
Zana Deniz
Kuzey Doğu Suriye, 2011 sonrası oluşan siyasal boşlukta, klasik ulus-devlet modeline alternatif bir yönetim anlayışının geliştiği nadir bölgelerden biri haline gelmiştir. Demokratik Özerk Yönetim, etnik homojenliğe ve merkeziyetçiliğe dayalı ulus-devlet anlayışına karşı; çok kimlikli, çok dilli ve yerinden yönetimi esas alan bir sistem inşa ediyor. Bu model, yalnızca bölgesel bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda ulus-devletin tarihsel krizine karşı teorik ve pratik bir yanıt niteliği taşımaktadır.
Demokratik Özerk Yönetim ile Geçici Şam Hükümeti arasında yürütülen entegrasyon görüşmeleri, yalnızca idari ve askeri bir düzenleme değil; aynı zamanda iki farklı siyasal tahayyülün karşı karşıya geldiği bir mücadele alanıdır.
Bu bağlamda, Kuzey Doğu Suriye’deki gelişmeler, ulus-devletin sınırlarını ve alternatif yönetim biçimlerinin imkanlarını tartışmaya açmakta; yerel halkların öz yönetim talepleriyle merkezi otorite arasındaki gerilimi görünür kılmaktadır.
Güvenlik mi, jeopolitik mi?
Türkiye, uzun süredir Kuzey Doğu Suriye’deki gelişmeleri ulusal güvenlik tehdidi olarak tanımlasa da gerçeğin bu olmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Ancak bu müdahalelerin niteliği ve kapsamı, güvenlik söyleminin ötesine geçerek bölgedeki demokratik yapıyı hedef alan sistematik bir baskı biçimine dönüşmüştür.
Türk devletinin müdahalesi, üç temel stratejik hedefe dayanmaktadır:
Türkiye, QSD’yi terör tehdidi olarak tanımlamakta ve silahsızlandırılmasını talep etmektedir.
Demokratik Özerk Yönetim’in varlığı, Türkiye’nin ulus-devletçi yaklaşımıyla çelişmektedir. Bu nedenle Türkiye, bölgedeki özerk yapıları etkisizleştirmeye çalışmaktadır.
Türkiye, Geçici Şam Hükümeti’ne destek vererek hem bu yapıya meşruiyet kazandırmakta hem de entegrasyon sürecini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedir.
Bu durum, halkların öz yönetim hakkını tehdit etmekle kalmamakta; aynı zamanda demokratikleşme sürecini baskı altına almaktadır.
Uzlaşı mı, hegemonya mı?
10 Mart 2025’te QSD Genel Komutanı Mazlum Abdi ile Geçici Şam Hükümeti Cumhurbaşkanı Ahmed Şara arasında imzalanan 8 maddelik anlaşma, Suriye’nin yeniden inşası için önemli bir adım olarak görülmüştü. Ancak kısa sürede Geçici Şam Hükümeti bu kapsamda hiç adım atmadı.
Şam yönetimi, QSD’nin Suriye Savunma Bakanlığı’na bağlanmasını ve tüm askeri güçlerin merkezi komuta altında toplanmasını istiyor. Yerel özerklik, federasyon ve halkların eşit temsili gibi taleplere sıcak bakmıyor.
QSD ise entegrasyonu, halkların özgür iradesine ve eşit temsiline dayalı bir ortaklık olarak görüyor. Askeri birleşmeden önce siyasi sistemin demokratikleşmesini, yerel meclislerin korunmasını ve halkların kazanımlarının garanti altına alınmasını savunuyor.
Demokratik Özerk Yönetim, farklı halkların birlikte yaşama iradesini temsil ederken; Şam’ın dayatmacı tutumu bu iradeyi yok saymaktadır. Türkiye’nin dış müdahaleleri ise süreci daha da zorluyor ve demokratik çözüm ihtimalini zayıflatıyor.
Önder Abdullah Öcalan, entegrasyona dair ise şu değerlendirmeyi yapmaktadır; “Entegrasyon, demokratik toplumun, ulus devletle birliğini ifade eder. En doğru tanımı budur. Toplum kendini bir devlet olarak örgütleyip, diğer devlete bağlamıyor. Kendini demokratik toplum olarak, demokratik cumhuriyete entegre ediyor. Entegrasyon aynı zamanda eşitliği de içerir. Demokratik müzakere ile tesis edilir. Entegrasyon demokratik müzakereyi zorunlu kılar. Demokratik müzakere, demokratik toplum ile ulus devletin bütünleşmesini sağlar.”
Birlikte yaşamın inşası
Kuzey Doğu Suriye’de inşa edilen Demokratik Özerk Yönetim, farklı halkların ve inançların eşit temsiline dayalı bir yönetim modeli sunmaktadır. Bu yapı Kürt, Arap, Süryani, Ermeni, Êzidî ve Dürzi topluluklarının eşit temsille yönetime katılmasını sağlamaktadır.
Kadın Özgürlüğü ve Ekolojik Toplum: Yönetim modeli, kadınların aktif rol aldığı ve çevresel duyarlılığı önceleyen bir sistemdir.
Ortaya konulan bu paradigma, ulus-devletçi zihniyete karşı alternatif bir yaşam modeli sunmakta ve bölgedeki halklar tarafından sahiplenilmektedir.
Yeni bir dönemin eşiğinde
Türkiye’nin askeri tehditleri, Geçici Şam Hükümeti’nin ambargo ve kuşatma politikalarıyla birleştiğinde, bölgedeki gerilimi daha fazla arttırmaktadır.
Halep’teki Şexmaqsud ve Eşrefiye mahallelerine yönelik Geçici Şam Hükümetinin ambargo ve yeni askeri noktaların kurma girişimi bu durumun somut örneklerindendir.
Ancak Özerk Yönetim ve QSD, bu tehditlere karşı halkların kazanımlarını savunma kararlılığını sürdürmektedir. QSD Genel Komutanı Mazlum Abdi’nin “entegrasyon bir ortaklıktır” vurgusu, zorla dayatılan birleşmelere karşı uzlaşı temelinde bir çözüm arayışını ifade etmektedir.
Ancak demokratik ulus paradigması, birlikte yaşamın ve barışın mümkün olduğunu göstermektedir. Entegrasyonun başarılı olabilmesi için eşitlik, özgürlük ve katılım ilkeleri temel alınmalıdır. Aksi takdirde, bölge yeni bir çatışma dönemine sürüklenebilir.