Yerelden demokrasi geliştirilirken ana eksen olarak da kadının, toplumun tüm hücrelerinde kendini örgütleyebilmesi olmazsa olmaz kabilindendir. Abdullah Öcalan’ın efsunlu sözcüklerle ifade ettiği Jin Jiyan Azadî felsefesi bu anlamda tam da bunun adı oluyor
Afşin Aybar
Demokrasi için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan; ‘Demokrasi geniş anlamda devlet ve iktidarı tanımamış toplulukların kendilerini yönetmesi olarak tanımlanabilir’ diyor. Demokrasi, toplumda diyaloğu, karşıtlıkların değil farklılıkların birlikteliğini, birinin diğeri üzerinde üstünlük sağlamadığı, özgür iradeli katılımcılığı esas alır. Fakat bugünkü haliyle demokrasi, iktidarlarca çok farklı anlamlar yüklenen bir olgu olup, üzerinde çokça oynanmıştır.
Devletli sistemlerin varoluşundan bu yana toplumların demokrasi eksenli örgütlenmeleri ve bu yöndeki mücadeleleri tek merkezli iktidar odakları tarafından sekteye uğratılmış, zayıflatılmıştır. Kendini özgürce ifade etme biçimi olarak demokrasi, temsili demokrasi bazında ele alınmıştır. Zira bu olmasa bile ‘zaten toplumun, bireyin yerine düşünen, konuşan, karar veren bir devlet sistemi vardır.’ İnsanlar buna inandırılarak, öz iradesinden ve öz gücünden kopartılmaya çalışılır.
Yerelden demokrasi geliştirilmeden özgür toplum ve birey oluşturulamaz. Devlet sisteminin olduğu durumlarda, toplum (tüm halklar, etnik yapılar, inanç grupları, kadın-erkek, genç-yaşlı-çocuk) kendini tabana yayarak örgütleyebilir, var olan sorunlarının mücadelesini vererek yeni kanallar açma doğrultusunda yol alabilir. Abdullah Öcalan bunu şöyle açıklamaktadır: ‘Demokratik toplum devletin veya diktatörlüğün olmadığı, en azından toplumla uzlaşı halinde olduğu yönetim sisteminin adıdır.’ Bu anlamda Öcalan’ın özgür eş yaşam perspektifi, topluma aşkla ve toplum yararına bir yaşamı örebileceği bir zemin sunuyor. Bireyin de toplum içerisinde xwebûn (kendi) olabildiği, toplumla varlığının anlam derinliğine ulaşabildiği, demokratik bir yönetim biçimi olarak ortaya konulabilir.
Yerelden demokrasi geliştirilirken ana eksen olarak da kadının, toplumun tüm hücrelerinde kendini örgütleyebilmesi olmazsa olmaz kabilindendir. Abdullah Öcalan’ın efsunlu sözcüklerle ifade ettiği Jin Jiyan Azadî felsefesi bu anlamda tam da bunun adı oluyor.
Devlet sisteminin kendisini var ederken toplumsal sistemleri ortadan kaldırması, yıkması tabiatı gereğidir. Fakat toplumsal sistemler kendisini var ederken, karşıtlarını yıkmayı değil, karşıt yani devlet sistemlerinin anti-demokratik ve anti-toplumsal yönleriyle mücadele ederek kendisini var etmeyi esas alır.
Sosyalizm bu anlamda toplumu esas alan, toplum odaklı, her açıdan toplumun ihtiyaçlarına göre kendini örgütleyen bir sistemdir. Sosyalizmin toplumsallığa hitap etmesi gerçekliğiyle, beklenilen ihtiyaçlara cevap olması gerekir. Peki nedir bu ihtiyaçlar? Kadın-erkek arasındaki cins çelişkisinin çözümü, sınıfsallaşmanın olmadığı, emek sömürüsünün yaşanmadığı özgür, eşit bir yaşamdır diyebiliriz.
Fakat Sosyalizm, tarihte somut örnekleriyle; Sovyet Rusya’sından sonra, sırasıyla Çin ve birçok ülkede kendini örgütlemeyi başarmış olsa da sonuç olarak toplumun ihtiyaçlarına, hayallerine cevap olamadı. Burada bir yanlışlık vardı. Doğru olan yaşamsal olmalıydı. Emek harcayanların artık emeklerinin karşılığını almaları, ürettiklerinden sadece bir zümrenin değil de kendilerinin yararlanması dönemi gelmişti. Sağlıkta, eğitimde, sosyal yaşamda yarının kaygısını, korkusunu yaşamadan, herkesin eşit ve adil bir şekilde yararlanabilmesi gerekirdi. Kadının eşitlik ve özgürlük uğruna bedel verip öncülük ettiği devrimin meyvelerini toplaması gerekirken, nasıl oldu da eskisi gibi ‘ev işçiliğine’ geri döndü. Devrimin en ön saflarında savaşan kadınlar, sistemin meta olarak kullanabileceği bir konuma nasıl geldi?
Reel Sosyalizmin 90’lardaki çözülüşünden sonra, sosyalizme inananların, çözülmenin nedenlerini çok da bilince çıkaramadıklarını, çözülme sonrası yaşanan pratikler birçok veri sağlamaktadır. Elbette ki yarattığı değerlerin tüm dünyadaki etkisi yadsınamaz. Ama milyonların umutlarının Reel Sosyalizm ile birlikte karanlık dehlizlerde kaybolmasının nedenlerini de sorgulamak gerekir.
Reel Sosyalizmi bu sonuçlarla ele alırsak; Abdullah Öcalan’ın tarihsel tahlillerle yaptığı değerlendirmeler ışığında, bazı noktalar somutlaştırılabilir. Çözülüşün en önemli nedenlerinin başında devlet odaklı bir sistemi örgütlemeye çalışmak olarak tanımlayabiliriz. Yani ulus devlet yerine sosyalist bir devlet sistemi oluşturmaya çalışmak. Devlet sisteminin sosyalist olamayacağını, tam tersi, devlet sisteminin tekçi iktidar anlayışının, toplumun inkarı ve toplumsal sorunların temel kaynağını oluşturduğunu Reel Sosyalizmin çözülüşünden anlayabiliyoruz.
Kadının özgürlüğünü eksen alan, halklara adil ve eşit bir yaşam sunan, doğayı nesneleştirmeyen bir özgürlük mücadelesi kuşkusuz Demokratik Sosyalizme götürecektir. Sosyalizm yaşam tarzıdır, toplumsal hakikatin toplamı, anda oluşmayla kendine ve toplumuna anlam katmadır. Demokratik Sosyalizm bu anlamda toplumun gelişiminin önünde engel olan sorunları çözerek, toplumu temel doğrularla hakikatine ulaştırmaktır. Öcalan’ın dediği gibi; ‘devrim olur sosyalizm gelişir demek yanlıştır.’