• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
18 Temmuz 2025 Cuma
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Forum

Demokratik Sosyalizm ve Özgür Toplum

18 Temmuz 2025 Cuma - 00:00
Kategori: Forum, Manşet
Demokratik Sosyalizm ve Özgür Toplum

Reel sosyalizmin tüm bu çıkmazlarına karşı bir alternatif olarak demokratik sosyalizm öne çıkıyor. Sadece ekonomik adaleti değil, siyasal katılımı, toplumsal çeşitliliği ve doğayla uyumlu yaşamı savunuyor

Alattin Bilgiç

Kapitalist modernite, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir dönüşümü tetikleyerek büyümeyi, teknolojik ilerlemeyi ve bireysel özgürlükleri bir hayli genişletti. Ancak bu sistem, sadece bir ekonomik model olmaktan öte, toplumsal yaşamın her alanına nüfuz eden kapsamlı bir “modernite” olarak karşımızda duruyor. Temelini özel mülkiyetin kutsallığına ve sınırsız kâr birikimi arayışına dayandıran bu yapı, piyasayı her şeyin belirleyicisi kılarken; kıyasıya rekabeti en yüce değer olarak kutsadı.

Bu ekonomik ve kültürel çerçevenin siyasal tezahürü olan ulus devlet, görünürde düzen ve ilerleme vaat etse de aslında anti-demokratik eğilimlerin, faşizmin, toplumsal barbarlaşmanın ve vahşileşmenin ana kaynağı haline geldi. Ulus devletler, tek tip bir kimlik dayatmasıyla farklılıkları ötekileştirerek toplumsal hezeyanlara yol açarken; dünya genelinde bitmek bilmeyen savaşların, çılgın bir silahlanma yarışının ve devasa savunma bütçelerinin ardındaki temel faktör oldu. Bu “ilerleme” anlatısının ardında; derinleşen sosyal adaletsizlikler, giderek büyüyen ekolojik krizler ve bireylerin yabancılaşarak toplumsal bağların parçalanması gibi köklü ve sistemik sorunlar yatıyor.

Bu çetrefilli yapıyı ve beraberindeki yıkıcı çelişkileri tüm boyutlarıyla kavramak, alternatif bir gelecek vizyonu olarak demokratik sosyalizmin neden bu denli kritik bir öneme sahip olduğunu anlamak için elzemdir. Bu önemi kavramak için; geçmişin sosyalist deneyimlerinden, özellikle de reel sosyalizmin başarısızlıklarından ders çıkarmak büyük önem taşır.

Reel Sosyalizmin çöküş nedenleri

20.yüzyılda Sovyetler Birliği’nden Çin’e kadar birçok ülkede devrimler gerçekleşti ve akabinde sosyalist devletler kuruldu. Ancak bu sistemlerin çoğu ya çöktü ya da büyük dönüşümler yaşadı. Bu başarısızlıkların arkasında siyasi, ekonomik, toplumsal ve ekolojik birçok neden vardı. Eşitlik ve adalet gibi idealler; katı merkeziyetçilik, otoriter yapı ve halkın katılım eksikliği nedeniyle darmadağın oldu.

Reel sosyalist rejimlerin en temel sorunlarından biri, halkın söz sahibi olamamasıydı ve sivil toplumun gelişememesiydi. İktidar, çoğunluğun isteklerinden çok, ideolojik kurallara ve parti disiplinine dayanıyordu. Parti ve devlet iç içeydi, bu da insanların siyasete katılımını engelledi. Seçimler çoğunlukla formaliteden ibaretti ve tek partiden adaylar seçilirdi. Sovyetler Birliği’nde Komünist Parti tam kontrole sahipti; farklı görüşlere izin verilmez muhalif sesler bastırılırdı. Düşünce ve ifade özgürlüğü sadece iktidarın sınırları içindeydi; muhalifler “devlet düşmanı” ilan edilirdi. Bağımsız sivil toplum örgütleri ve sendikalar devlet kontrolündeydi. Halkın günlük sorunları, merkezi planların yanında önemsiz kalırdı. 1956 Macar Ayaklanması ve 1968 Prag Baharı gibi olaylar, demokrasi talebinin nasıl bastırıldığını açıkça gösterdi. Yönetici elit ile halk arasındaki bağ koptukça, rejimin meşruiyeti sarsıldı; şiddet ve sansür sisteme olan güveni azalttı. Milovan Djilas’ın da belirttiği gibi: “Komünist rejimlerin en büyük hatası, halkın kendi kaderini tayin etme hakkını elinden almasıydı. İktidar, bir avuç bürokratın elindeydi ve bu durum, sistemin içten çürümesine yol açtı.”

Halkın katılımının yanı sıra, reel sosyalist rejimlerin önemli bir sorunu da ekonomik verimsizlikti. Piyasa dışlandığı için fiyatlar merkezi olarak belirlendi, bu da üretim ve dağıtımda büyük aksaklıklara yol açtı. Planlı ekonomi teoride iyi görünse de bürokrasi, bilgi eksikliği ve koordinasyon sorunları yüzünden başarılı olamadı. Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkelerinde ekonomi beş yıllık planlarla yürütülüyordu, ancak bu planlar ideolojik hedeflere dayanıyordu, gerçek ihtiyaçlara değil. Fabrikalar ürün miktarını artırmaya odaklanınca kaliteyi göz ardı etti. Örneğin, 1970’lerde Sovyet tekstil fabrikaları gereğinden fazla erkek ayakkabısı üretirken kadın ayakkabısında kıtlık yaşanırdı. Polonya’da da 1980’lerde temel gıdalarda yaşanan sıkıntılar protestolara neden oldu. Devlet destekli sanayi tesisleri zarar etse bile kapatılmazdı; siyasi hedefler ekonomik gerçeklerin önündeydi.

Bu ekonomik verimsizliği tetikleyen en önemli faktörlerden biri de yaratıcılığın, yenilikçiliğin ve bireysel teşebbüsün engellenmiş olmasıydı. Kapitalist sistemlerde girişimcilik ve rekabet teknolojik ilerlemeyi sağlarken reel sosyalist rejimlerde özel mülkiyet ve kâr güdüsü yasaktı. Devletin tek üretim sahibi olması ve girişimciliği “burjuva” değeri sayıp dışlaması, yeni fikirlerin ortaya çıkmasını zorlaştırdı. Bilimsel çalışmalar devletin belirlediği konulara göre yürütülür, bireysel keşifler önemsenmezdi. Üretimde de merkezi planlamaya bağlı fabrikalarda rekabet ve motivasyon yoktu; işçiler performanslarına göre ödüllendirilmezdi.

Yaratıcılığı engellemek sadece ekonomiyle sınırlı kalmadı, kültür ve sanatta da benzer durumlar söz konusuydu. Sansür, özgür ifadeyi engelledi; sadece devletin onayladığı “resmi sanat” desteklendi, bu da kültürel gelişimi yavaşlattı. Değişen dünyaya ayak uyduramayan bu yapı, kaçınılmaz olarak çöktü. Boris Pasternak’ın da işaret ettiği gibi: “Sansür, bir ulusun zekasını körelten, yaratıcılığını boğan en tehlikeli araçlardan biridir.”

Yaratıcılık ve yenilik eksikliğinin yanı sıra, reel sosyalizmin önemli sorunlarından biri de yönetimde büyüyen bürokrasi ve bunun yarattığı “yeni sınıf” sorunuyla ilgiliydi. Marksist-Leninist ideoloji işçi sınıfının iktidarı alıp sınıfsız toplum yaratmayı hedeflerken gerçekte bürokratlar ayrıcalıklı bir kast haline geldi. Başta halkın yönetimi hedeflenirken devlet büyüdükçe kararlar bürokratikleşti. Bu bürokratlar toplumdan koptu ve kendi çıkarlarını koruyan ayrıcalıklı bir sınıf oldu. Milovan Djilas’ın “Yeni Sınıf” kavramı, bürokratların bu ayrıcalıkları koruyup işçi sınıfı üzerinde baskı kurmasını iyi açıklar. Bu yeni sınıf, devlet kaynaklarını keyfi kullandı; lüks içinde yaşadı, özel evler, ayrıcalıklı sağlık ve eğitim hizmetleriyle halktan uzaklaştı. Reform ve eleştiriler ideolojik sapma sayıldı ve cezalandırıldı. Bürokrasi, karar alma süreçlerini yavaş ve verimsiz hale getirdi; yetkiler net değildi, sorunlar çözülemezdi. Sonuçta halk ile yönetim arasındaki bağ zayıfladı; halk devlete güvenini kaybetti, bu da sistemin çöküşünü hızlandırdı.

Bürokratikleşme ve yeni sınıf sorunuyla birlikte, reel sosyalist sistemlerin temel problemlerinden biri de katı ideolojik dogmatizmdi. Bu durum eleştirel düşünceyi engelledi. Marksist-Leninist ideoloji devletin temel kılavuzu kabul edilirken bu kesinlik düşünce özgürlüğünü kısıtladı ve sistemin esnekliğini, kendini yenileme gücünü zayıflattı. Tek partili rejimlerde parti doktrinleri kutsaldı; sapmak ihanet sayılırdı. Bu, entelektüeller arasında özgür tartışmaları engelledi. Stalin döneminde birçok düşünür, sanatçı ve bilim insanı baskı gördü. Boris Pasternak’ın “Doktor Jivago” romanı sansürün simgesi oldu. Eleştirel düşüncenin bastırılması sadece entelektüelleri değil, halkın sorgulamalarını da zorlaştırdı. Eğitim sistemi tek tip düşünceyi dayattı, farklı görüşlere yer verilmezdi. Politik kararlar kapalı kapılar ardında alındı, parti içi tartışmalar göstermelik kaldı. Çin’de Mao’nun Kültür Devrimi, muhalefeti “revizyonist” damgasıyla bastırdı; bu süreç toplumsal huzursuzluk ve ekonomik durgunluk getirdi. Bu katı ideolojik yapı, reel sosyalizmin küresel değişimlere uyumunu engelledi; sorunları tanımakta ve çözmekte zorlandı. Sonunda rejim, içerde meşruiyetini yitirdi, dışarıda prestij kaybetti.

İdeolojik dogmatizmin yol açtığı sorunlara ek olarak reel sosyalist rejimlerin büyük sorunlarından biri de çevreye verdikleri zarardı. Doğa bilinçsizce sömürüldü. Kalkınma sanayi üretimine odaklanmıştı, çevre genellikle göz ardı edildi. Doğal kaynaklar plansızca kullanıldı ve ekosistemler ciddi zarar gördü. Sovyetler Birliği, Doğu Bloku ve Çin gibi ülkelerde çevre koruma önlemleri zayıftı; ekonomik büyüme uğruna doğa ihmal edildi. Fabrikalar çevreyi kirletti, atıklar kontrol edilmedi. En çarpıcı örnek Aral Gölü’nün kurumasıdır. 1960’larda Sovyetler, büyük tarım projeleri için göle su taşıyan nehirlerin yönünü değiştirdi; göl hızla küçüldü. Bu çevre felaketi iklimi değiştirdi, balıkçılığı bitirdi ve yüz binlerce insanın geçim kaynağını yok etti. Çernobil nükleer felaketi, bu ihmallerin trajik bir örneğidir. Murray Bookchin’in de ifade ettiği gibi: “Doğayı yok eden bir toplum, aslında kendini yok etmektedir.”

Çevresel yıkımın yanı sıra, reel sosyalist rejimlerin bir diğer önemli sorunu da milliyetçilik ve kültürel baskılardı. Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku gibi çok uluslu devletlerde, farklı etnik gruplar tek tip “sosyalist yurttaş” kimliği altında eritilmeye çalışıldı. Bu, etnik kimliklerin bastırılmasına ve gerilimlerin artmasına yol açtı. Teoride ulusların sınıfsız bir toplumda kaybolacağı söylense de pratikte ulusal kimlikler yok sayıldı ve baskı gördü. Özellikle Stalin döneminde Çeçenler, Tatarlar, Kırım Tatarları ve Kürtler gibi halklar zorla sürgün edildi; kültürel hakları kısıtlandı, dilleri engellendi. Yugoslavya örneği, milliyetçilik sorunlarının yıkıcı olabileceğini gösterdi; Tito öldükten sonra etnik milliyetçilik yükseldi ve sonunda devlet parçalandı. Kültürel baskılar sadece dil ve etnik kimlikte kalmadı, din alanında da kendini gösterdi. Resmî ideolojiye aykırı dini uygulamalar engellendi, ibadethaneler kapatıldı veya sıkı kontrol altına alındı. Reel sosyalizmin ulus-devlet eksenli yapısı, doğasında var olan merkeziyetçilik ve otoriterliğin bir yansımasıydı. Bu rejimler, ulus devlet formunu sorgulamak yerine, mevcut ulus devlet yapısını komünist ideolojinin bir aracı haline getirerek kapitalist modernitenin bu temel formunu eleştirmeden devralmış ve kendi içinde benzer anti-demokratik sonuçlar doğurmuştur.

Son olarak reel sosyalist sistemler, Batı kapitalist ülkeleriyle rekabette geri kaldılar. Bu sadece üretim miktarı veya verimlilikle ilgili değildi; teknoloji geliştirme, yenilik yapma ve halkın ihtiyaçlarını karşılama konusunda da yetersiz kaldılar. Merkezi planlama ekonomisi, büyümeyi kontrol etmeye çalışırken piyasa dinamiklerini göz ardı etti; kaynaklar verimsiz kullanıldı. Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku, ağır sanayi ve askeri alanda güçlüydü, ancak temel tüketim mallarında yetersiz kaldılar. Teknoloji konusunda da geride kaldılar. Batı ülkeleri 1960’lardan itibaren bilgisayar, mikroelektronik ve iletişimde ilerlerken bürokratik engeller ve ideolojik kısıtlamalar yenilikleri önledi. Bunun sonucunda tüketim mallarında sık sık kıtlıklar yaşandı; gıda, elektronik gibi temel ürünlerde arz-talep dengesi bozuldu. Halkın hayatı zorlaştı, bu durum toplumsal memnuniyetsizliği artırdı ve ekonomik krizleri derinleştirdi.

Demokratik Sosyalizm

Reel sosyalizmin tüm bu çıkmazlarına karşı bir alternatif olarak demokratik sosyalizm öne çıkıyor. Sadece ekonomik adaleti değil, siyasal katılımı, toplumsal çeşitliliği ve doğayla uyumlu yaşamı savunuyor. Günümüzde bu yaklaşımın dikkat çekici yorumlarından biri, Sayın Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Konfederalizm” modelidir. Bu model, devleti kutsamayan, merkeziyetçiliği reddeden, yerel toplulukların kendi kendini yönetmesini esas alan radikal demokratik bir yapıdır. Toplumun tabandan yukarıya örgütlenmesini teşvik eder ve katılımcı demokrasiyi merkeze koyar. Farklı etnik, kültürel ve toplumsal grupların eşit katılımıyla çoğulculuğu güçlendirmeyi hedefler.

Bu yeni sosyalizm anlayışının temelinde ahlaki politik toplum fikri yatar. Reel sosyalist rejimler ve kapitalist modernite, toplumu devletin ya da piyasanın insafına terk ederek bireylerin ve toplulukların kendi özgün değerlerini ve etik duruşlarını geliştirmelerinin önünü tıkadı. Ahlaki politik toplum ise, devletin ve iktidarın araçsallaştırdığı toplumun yerine, özgün değerlerini üreten, kendi kendini yöneten, etik ve politik bilinci yüksek bir toplumsal yapıyı hedefler. Bu, sadece kurumsal bir değişim değil, aynı zamanda bireylerin ve toplulukların vicdanlı, sorumlu ve katılımcı bir yaşam biçimi benimsemesi anlamına gelir. Toplumun kendi iç dinamikleriyle şekillenen bu yapı, piyasanın ve devletin dayatmalarına karşı bir direnç alanı oluştururken bireylerin yabancılaşmasını engelleyerek gerçek bir toplumsal dayanışma ve adalet zemini hazırlar.

Demokratik Konfederalizm’in temel özelliklerini incelemek, reel sosyalizmin sorunlarına nasıl bir alternatif sunduğunu anlamak için önemlidir. Reel sosyalizmin en büyük sorunlarından biri, devletin aşırı merkezileşmesi ve bürokrasinin her şeyi kontrol etmesiydi; bu, halkın yönetime katılımını engelledi. Demokratik konfederalizm ise bu çıkmazın karşısında, devletsiz, yatay ve katılımcı bir model öneriyor. Bu modelde, mahalle ve köy gibi yerel topluluklar kendi işlerini yönetiyor karar alma sürecine herkes katılıyor. Üstteki organlar merkezden yönetmiyor, sadece koordinasyon sağlıyor. Kadınlar, gençler ve farklı etnik gruplar eşit temsil ediliyor, böylece herkesin sesi duyuluyor. Unutulmamalıdır ki, totaliter yapılardan demokratik bir düzene geçişin olmazsa olmazı, zihniyet değişiminin sağlanması ve gerçek anlamda özgürlük alanlarının genişletilmesidir. Bu, bireylerin sadece siyasal değil, kültürel ve sosyal yaşamda da kendilerini özgürce ifade edebilmeleri anlamına gelir.

Bu katılımcı modelin önemli bir ayağı da kadın özgürlüğü ve jineoloji yaklaşımıdır. Reel sosyalist sistemler kadınlara yasal eşitlik ve iş hayatına katılma imkânı verse de toplumsal cinsiyet rollerini değiştiremedi. Kadınlar hem işte hem evde ataerkil yapılarla karşılaştı, özgürlükleri devletin sınırları içinde kaldı. Jineoloji, kadın özgürlüğünün demokratik toplumun temel taşı olduğunu söylüyor. Bu yaklaşım, patriarkal sistemin nedenlerini sorguluyor ve kadınların kendi tarihlerini, bilincini yeniden kurmalarını destekliyor. Kadınların kendi deneyimlerinden güç alarak toplumu değiştirmesi çok önemli.

Kadın özgürlüğünün yanı sıra, reel sosyalizm döneminde ekonomik büyüme ve sanayileşme, doğaya çok zarar verdi. Merkezi planlamada kısa vadeli hedefler ön plandaydı, ekolojik sürdürülebilirlik önemsenmedi. Demokratik sosyalizm anlayışı ise doğa ile uyumu merkeze alıyor. Ona göre doğaya yapılan her saldırı, insan toplumunu da tehlikeye atar. Ekonomik faaliyetler, doğayı koruyacak ve yenileyecek şekilde düzenlenmeli. Yerel meclisler çevre yönetiminde söz sahibi olmalı. “Ekolojik toplum” fikri, doğayı sadece korunması gereken bir varlık olarak görmüyor; insanla iç içe, birlikte yaşanan bir alan olarak görüyor.

Ekolojik duyarlılıkla birlikte, reel sosyalist sistemler, “eşitlik ve kardeşlik” dese de aslında birçok etnik ve kültürel kimliği bastırdı. Asimilasyon politikaları uygulandı; yerel dillerin kullanımı kısıtlandı, kültürel gelenekler yasaklandı veya sınırlandırıldı. Demokratik sosyalizm anlayışı ise tam tersine, çok kültürlülüğü temel bir değer olarak kabul eder. Her topluluk, kendi dilini, inancını ve kültürünü özgürce yaşayabilmeli; bu, sadece hoşgörü değil, aktif bir haktır. Yerel meclisler bu konuda söz sahibidir. Milliyetçiliğe karşı demokratik çoğulculuk desteklenir; farklı gruplar arasında eşitlik ve diyalog ön plandadır.

Bu noktada, demokratik ulus paradigması, demokratik sosyalizmin ulus devletçi anlayışa getirdiği köklü bir eleştiriyi ifade eder. Bu paradigma, ulus devleti bir dayatma ve baskı aracı olarak görürken bunun yerine gönüllü birlikteliklere, kültürel özerkliğe ve yerel komünlerin kendi kaderini tayin etme hakkına dayalı bir toplumsal yapıyı savunur. Ulus devletteki tek tip vatandaşlık anlayışına karşılık, demokratik ulus; farklı etnik, kültürel ve dini kimliklerin barış içinde, eşit ve özgürce bir arada yaşayabildiği bir çoğulculuğu merkeze alır. Böylece ulus devletin yarattığı ayrımcılık, asimilasyon ve çatışma sarmalından çıkarak tüm farklılıkların kendini ifade edebildiği gerçek bir demokratik toplumsallık hedeflenir.

Kültürel çoğulculuğun yanı sıra, demokratik sosyalizm, devletin tepeden inmeci yapısına karşı yerel demokrasiyi ve toplumun kendi kendini örgütlemesini ön planda tutar. Reel sosyalizmde merkezi planlama halkı karar süreçlerinden uzaklaştırırdı. Demokratik sosyalizm ise yerel meclisler, komünler ve kooperatifler aracılığıyla bireylerin kararlara katılmasını sağlar. Ekonomide ise komünal ekonomi modeli öne çıkar. Amaç kâr etmek değil, ihtiyaçların adil karşılanmasıdır. Üretim araçları kolektif mülkiyete dayanır ve toplumsal fayda esas alınır. Eko-ekonomi (ekolojik ekonomi), bu yaklaşımı çevreyle uyumlu hale getirir. Böylece demokratik sosyalizm, adil, çevreci ve katılımcı bir toplum yaratır; reel sosyalizmin merkeziyetçi ve çevreye duyarsız yapısından net bir şekilde ayrılır.

Yerel demokrasi ve komünal ekonomiyle birlikte, reel sosyalizmde sivil toplumun neredeyse tamamen devlet kontrolünde olduğunu ve gelişemediğini gördük. Sendikalar ve dernekler bağımsızlıklarını kaybederek devletin propaganda aracı oldu. Oysa sivil toplum, demokratik hayatın olmazsa olmazıdır; insanların ve toplulukların özgürce bir araya gelip örgütlenebildiği alanlar, devletle toplum arasında denge kurar ve demokrasinin güçlenmesini sağlar. Demokratik sosyalizm tam da bu alanı büyütmeyi hedefler. Amaç, herkesin kendini özgürce ifade edebildiği, farklı görüşlerin bir arada var olabildiği çoğulcu bir toplum yaratmaktır. Demokratik Konfederalizm anlayışı sivil toplumun özerkliğine dayanır. Yerel meclisler, kadın örgütleri, çevre inisiyatifleri gibi yapılar, halkın doğrudan karar alma sürecine katılmasına ve kendi yaşam alanlarını yönetmelerine olanak tanır. Hannah Arendt’in dediği gibi: “Gerçek demokrasi, devletin gücünü sınırlamakla değil, sivil toplumun gücünü artırmakla mümkündür.”

Demokratik modernite ve geleceğin sosyalizmi

Tüm bu unsurları bir araya getiren Demokratik Modernite, Sayın Abdullah Öcalan’ın öncülüğünde şekillenen ve demokratik sosyalizmin temelini oluşturan bir projedir. Kapitalist modernite ve reel sosyalizmin eksiklerini aşmayı amaçlar. Geleneksel modernite ekonomik ve teknolojik gelişmeyi önceliklendirirken; demokratik katılım, çevresel denge ve toplumsal eşitliği göz ardı etmiştir. Demokratik modernite ise bu alanlarda köklü değişiklikler önerir. Bu modelde amaç sadece ekonomik büyüme değil; özgürleşme, adalet ve doğayla uyum içinde yaşamaktır. Kapitalist modernitenin bireycilik ve tüketim odaklı anlayışına karşı, kolektif dayanışma ve toplumsal fayda öne çıkar. Bilim ve teknoloji ise doğa ve insanlık yararına kullanılmalı. Kadın özgürlüğü ve toplumsal cinsiyet eşitliği, demokratik modernitenin olmazsa olmazıdır; bu sağlanmadan gerçek bir dönüşüm mümkün değildir. Ayrıca farklı kültürel kimliklerin özgürce var olabileceği çoğulcu bir toplum yapısı benimsenir. Merkeziyetçi ve baskıcı devlet yapıları eleştirilir. Yerel özerklik ve doğrudan demokrasiye dayalı demokratik konfederalizm ise bu anlayışın pratik ifadesidir.

Reel sosyalizmin çöküşü, sosyalist düşüncenin sonu değil, yeniden düşünülmesinin başlangıcıdır. Günümüzde sosyalizm, ancak demokrasiyle var olabilir. Ekoloji, kadın özgürlüğü, çoğulculuk ve güçlü bir sivil toplum olmadan hiçbir sosyalist proje sürdürülebilir değildir. Bugün Latin Amerika’daki bazı sol hükümetlerin halkçı politikaları, Rojava’daki özyönetim deneyimleri ve Avrupa’daki kooperatifçilik hareketleri, demokratik sosyalizmin farklı biçimlerini gösteriyor. Ama asıl önemli olan, toplumun kendi öznesi haline gelmesi; bireylerin kendi hayatlarının ve kaderlerinin belirleyicisi olmasıdır. Reel sosyalizmin hatalarından ders alan yeni bir sosyalizm, özgürlükçü, eşitlikçi ve katılımcı olmak zorunda. Artık sosyalizm sadece devletle ilgili bir mesele değil; hayatın her alanını kapsayan, derin bir toplumsal dönüşüm projesidir.

Kaynakça:

Milovan Djilas, Yeni Sınıf: Komünist Sistemin Analizi

Murray Bookchin, Toplumu Yeniden Kurmak: Ekoloji ve Anarşizm Yazıları

János Kornai, Sosyalist Sistem: Ekonomi ve Toplum Yapısı

Abdullah Öcalan, Demokratik Konfederalizm

Erik Olin Wright, Gerçek Ütopyaları Tasarlamak

Dilar Dirik, Kürt Kadın Hareketi: Tarih, Teori, Pratik

Hannah Arendt, İnsanlık Durumu

John Bellamy Foster, Marks’ın Ekolojisi

 

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

İnkârdan Rojava Devrimi’ne

Sonraki Haber

30 yıllık tutsak Filizer tahliye edildi: Süreci desteklemeliyiz

Sonraki Haber
30 yıllık tutsak Filizer tahliye edildi: Süreci desteklemeliyiz

30 yıllık tutsak Filizer tahliye edildi: Süreci desteklemeliyiz

SON HABERLER

Ekolojik kırıma karşı dayanışma festivali

Ekolojik kırıma karşı dayanışma festivali

Yazar: Yeni Yaşam
18 Temmuz 2025

SOHR: Süveydada’da 516 kişi hayatını kaybetti

SOHR: Süveydada’da 516 kişi hayatını kaybetti

Yazar: Yeni Yaşam
18 Temmuz 2025

30 yıllık tutsak Filizer tahliye edildi: Süreci desteklemeliyiz

30 yıllık tutsak Filizer tahliye edildi: Süreci desteklemeliyiz

Yazar: Yeni Yaşam
18 Temmuz 2025

Demokratik Sosyalizm ve Özgür Toplum

Demokratik Sosyalizm ve Özgür Toplum

Yazar: Yeni Yaşam
18 Temmuz 2025

İnkârdan Rojava Devrimi’ne

İnkârdan Rojava Devrimi’ne

Yazar: Yeni Yaşam
18 Temmuz 2025

On binlerin yürüyüşü

Geriye döneceğimiz bir yol yok

Yazar: Yeni Yaşam
18 Temmuz 2025

Ciro ve Ben: Ülke değil, bir devletli filmi

Bazen yeni

Yazar: Yeni Yaşam
18 Temmuz 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır