Komünal yaşam, toplumun bu bir arada varoluşu ve ortak yaşamıyla ilgilidir. Komün sadece ortak mülkiyet ve ekonomik yaşam değildir. Gönüllü birliğe dayanan anlamsal ve yapısal bütünlüktür. Bireyin içinde anlam bulduğu ve amaçlarını gerçekleştirdiği özgürlük alanıdır
Berivan Elter
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ndan sonra PKK’nin 12’nci Kongresi’ne sunduğu perspektif metni çok konuşuldu, çok tartışıldı. Aynı şekilde konuşulmaya, yorumlanmaya ve tartışılmaya devam etmektedir. Yedi başlıkta sunulan perspektifte, tarihsel ve toplumsal okumaların derinliği sarsıcı olduğu kadar ufuk açıdır. Zaman tünelinin menzilini uzattıkça anlam daha da anlamlaşmakta; toplumsal taşlar daha da yerli yerine oturmaktadır. Henüz 1994’ün Ağustos’unda Kürt tarihçi Ethem Xemgîn ile yaptığı diyalogda, “Tarih günümüzde gizli ve biz tarihin başlangıcında gizliyiz” belirlemesi tüm güncelliğini korumakta; tarih ve günümüz hakikatinin bütünlüğüne ışık tutmaktadır. Perspektifin her başlığının, her paragrafının ve hatta her satırının kılı kırk yararcasına üzerinde durmak kuşkusuz bir gerekliliktir. Ancak perspektifin kilidi, sihirli sözcüğü derseniz, “inşa” derim. Perspektif metninden yola çıkacak olursak; “Önümüzdeki dönem kendini inşa dönemi olacaktır… Yeni dönem perspektifimiz, demokratik ulus, eko-ekonomi ve komünalizm temelinde toplumun yeniden inşasıdır.” Peki, toplumsal inşa nedir, nasıl olacak? Sıklıkla vurgulanan, örneklendirilen ve adeta kök hücre rolü atfedilen “komün” olgusundan ne anlıyoruz? “Komünü olmayan yoldaşım olamaz” diyen Önder Abdullah Öcalan’dan alıntılarla açımlayalım.
Toplumsal inşa
“Toplumsal gerçeklikler inşa edilmiş gerçekliklerdir.” Tüm inşa edilmiş gerçeklikler toplumsal arayışların birer ifadesi olarak tarih sahnesinde yer edinip, tarihsel ve toplumsal bir hafızaya dönüşmüşlerdir. Bu arayışlar kimi zaman anlam silsilesini büyüten bir forma kavuşarak toplumsal hakikatin inşasında rol oynarken, kimi zaman da hakikat yitiminin yıkıcılığına dönüşmüşlerdir. Bu toplumsal dinamizmden tarihe baktığımızda toplumsal yapıların, önemli tarihsel süreçlerde bazı örgütlemelerle, idari yapılar ve yönetimsel biçimlerle form kazandırılarak var edildiğini görürüz. Bu temel toplumsal inşa ilkesi, toplumun var oluşuna ve değişimine de yol açmıştır. Toplumsallık yarattığı anlamsallık oranında var olmuş, anlamsallığın gelişmesi oranında da hakikatini büyütmüştür.
Toplumsallık insanlığın var olma biçimidir; kendi içinde sürekli değişip dönüşmüştür. Bu değişim dönüşüm toplumda kültürel, ahlaki, politik, inançsal gibi kurumlaşmalar temelinde maddi ve manevi yaratımların inşasında başat rol oynamıştır. Toplumsallık her şeyden önce akıl/zihniyet yaratarak gerçekleşmiştir. Yani her toplumsal inşa aynı zamanda bir akıl yaratmış, o akıl da toplumsal inşada rol almıştır. Aynı temelde merkezi uygarlık dönemi de bir akla dayanmaktadır. Bu yarattığı akıl bir ideolojik kimliğe dönüşerek, etrafında sayısız yapıyı da inşa etmiştir. Yaşama dair tüm parametrelere, bilimden sanata, siyasetten düşünüş tarzına kadar yeni eklemeler ve biçimler vermiştir. Bu temelde iç içe gelişen bir süreçten bahsetmek, olguyu tanımlamak ve bütünlüklü kavrayabilmek açısından önemlidir. Varoluş değerlerine ulaşabilmenin yolunun, bu kimliğin bilincinden ve karşıtı olan modernite sisteminin nasılına dair köklü bilmelerinden geçtiğini iyi anlamak gerekir.
Toplumsallık bir var olma tarzı olarak zaten gerçekleşmiştir. Toplumsal inşa; toplumun tüm sorunlarına çözüm üreterek cevap olabilmek açısından yaratıcı aklın, toplumsal özün aktığı mecraya girebilmesi demektir. Uygarlık denilen devletçi mekanizma, toplumun toplumsallığını dağıtarak kendisini inşa etmiştir. Dolayısıyla günümüzdeki inşa, toplumsallığa rağmen gerçekleştirilmiş ve alt üst edilmiş yapısallıkların yerine, topluma onun toplumsallıklarını yeniden kazandıracak yapısallıkları ve anlamsallıkları gerçekleştirmeyi şart koşar. Bunun içindir ki Önder Abdullah Öcalan günümüz sorunlarını aşmak için işe komünleri örgütlemekten başlamak gerektiğini belirtmiştir. Komün, merkezi uygarlık ideolojisinin yarattığı toplumsal hastalıklardan köklü kurtuluşu gerçekleştirecek yegâne yöntemdir. Ve bunun en önemli argümanı da temel tarihsel varoluş birimi olarak kendisini inşa etmiş olmasıdır.
Komünal yaşam
“Kom kelimesi Kürtçenin de bir parçası olduğu Aryen dillerinde topluluk, grup anlamına gelir. Kök kelime olarak kombûn toplanmak, komî toplu olan anlamlarında da kullanılmaktadır. Komün bu anlamıyla Mezopotamya’da halk topluluklarının binlerce yıllık ortak yaşamını geliştirdiği, inşa edip savunduğu toplumsal örgütlenme, yaşam formudur. Toplumda tüm sosyal grup ve kesimlerin devleti esas almadan, iktidara-hiyerarşiye dayanmadan, özgür, eşit, demokratik ilkeler ve dayanışma temelinde bir arada gönüllü yaşamak ve öz savunmasını yapmak için örgütlenmiş halkın sosyal, siyasal, ekonomik-ekolojik, kültürel vs. birçok boyutuyla geliştirdiği yaşam biçimidir. Özgür yurttaşların gönüllü bir şekilde içinde yer aldığı, yaşamına dair her konuyu birlikte tartıştığı, kararlaştırdığı ve yapılması gereken işleri planlayarak gerçekleştirdiği halkın en temel öz yönetimidir.”
Komünal yaşam, toplumun bu bir arada varoluşu ve ortak yaşamıyla ilgilidir. Komün sadece ortak mülkiyet ve ekonomik yaşam değildir. Gönüllü birliğe dayanan anlamsal ve yapısal bütünlüktür. Bireyin içinde anlam bulduğu ve amaçlarını gerçekleştirdiği özgürlük alanıdır. Her şeyden önemlisi kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı, kadının bir meta olmaktan çıkarıldığı özgür eş yaşam alanıdır. Kısacası toplumun özgür birliktelik, eşitlik, dayanışma ve paylaşıma dayalı ne kadar olumlu özelliği varsa kendi içinde barındıran ve yaratıcı kılan, devlet dışı toplumsal örgütlenme modelidir.
Belki de bu haliyle yalın ifade olarak, anlam değerlerinin yeşerdiği en yerel ve küçük örgütlenmedir. Nasıl ki maddenin en küçük çekirdeği atom olarak kabul edilirse, toplumun en temel yapı taşı da komündür. Bu hücre ne kadar sağlam, ideal ve doğa yasalarına göre kendisini inşa ederse, irade olmuş olmanın gereği olarak o denli özgür yaşam tanımına dönüşür. İnsanlığın karşılaştığı sömürü gerçeği yabancılaşmayı doğurmuş ve komünal yaşamdan uzaklaşma gerçekleşmiştir. Komünal yaşamdan uzaklaştırılarak toplumsallığı dağıtılan insanın baskı ve sömürü cenderesine alınması daha kolay olmuştur. Toplumu koruyan en büyük savunma gücü toplumsallığın kendisidir. Yani toplumun oto savunma alanıdır. Toplumsallığı baskılanmayan, geriletilemeyen bir topluluğu hiçbir güç uzun süreli olarak egemenliği altına alamaz. Bu nedenledir ki egemenlerin ilk saldırdığı şey toplumsallığın kendisidir. Yine toplumsallığa karakterini veren olgusallıkta kadın ve erkek birbirini tamamlayan iken, hiyerarşik egemen sistemde kadın aleyhine başlayan kırılma süreci toplumda yabancılaşmanın başladığı süreçtir. Bu aşamadan sonra kadınıyla erkeğiyle toplum var oluş özünden uzaklaştırılmıştır. Bunun için tüm egemenlikçi sistemler ilkin ve en çok kadına saldırır. Kadın geriletilmeden toplum geriletilemez. Bunun bilincinde olan egemenler kadını her çağın ilk hedefi haline getirmişlerdir. Dolayısıyla komünden bahsedebilmek, ilkin kadın kimliği ve toplumsallıktaki öneminden bahsetmeyi gerektirir.
Toplum neolitik dönemde kadın kimliği ve rolü etrafında şekillenirken, köy yaşamının temel karakteri komünal haldedir. Tüm üretim biçimleri doğayla uyum içinde kadın üzerinden toplumsal kültüre dönüşmüştür. Mülkiyet formu ön planda değildir, çünkü var olan tüm klan ya da kabile yapıları yaşam döngüsünü büyütme eksenli inşa edilmiştir. Sömürüye, baskıya yer yoktur. Neolitik dönemin kültürel birikimleri son derece güçlüdür. Sınıflı, devletli uygarlık bu değerlerin binbir çeşit hile ve entrikalarla ele geçirilmesi üzerinden vücut bulur. Böylelikle devletli uygarlığın sömürü kültürü hâkim kılınır. Ancak bu durum karşısında toplumun varoluş karakteri yok edilemez, bir direnç kaynağı olarak varlığını sürdürür. Bugün de bütün canlılığını koruyan bu direnç günümüzde olduğu gibi insanlık tarihinde de birçok destansı direniş mücadelesinin gelişimine kaynaklık eder.
Klan, kabile, aşiret
Toplumsal tarihin ilk oluştuğu andan itibaren insanlık, bir arada iş bölümüne dayanarak, beslenme, korunma ve varlığını (soyunu) sürdürme temelinde ahlaki ve politik değerlerin ilk nüvelerini oluşturmaya çalışarak klan tarzı bir nevi proto-komünlerle yerel yaşam sistemini geliştirmiştir. İnsanlık tarihinin yüzde doksan dokuzluk bölümü neredeyse klan-kabilelerin özerk-yerel sistemlerinin inşası ve merkezi iktidar sistemlerin saldırılarına karşı öz savunması temelinde yaşanmıştır. Her coğrafyanın mitolojik hikayeleri, destanları toplumun bu öz sistemine-direnişine ışık tutarak, günümüze kadar gelmektedir.
Tarihin doğru bir analizi yapıldığında insanlık tarihimizin boydan boya demokratik direnişlerle ve bu direnişlerin komünal özüyle dopdolu olduğu görülecektir. Merkezi, iktidarcı-devletçi tarih anlatımlarından sıyrılarak tarihsel hakikatin farkına varmak ve bu konuda bilincimizi aydınlatacak bilinçlenmeyi yaratmak gerekiyor. Bu nedenle komün ve meclislere dayalı gelişecek demokratik sistem sadece bir form değil, aynı zamanda toplumsal tarihin ruhudur, bilincidir. Bu perspektifle tarihte yaşanan, oluşturduğu miras ile demokratik sistemimizin özünü oluşturan komünleri bir kez daha değerlendirmek de önemli olacaktır.
Yapılan araştırmalarda görüldüğü gibi Aryen halkının sosyolojisinde toplumun ve toplumsallaşmanın kök hücresi klan-kabiledir. İnsanlık tarihi en uzun bu toplumsal yaşam formuyla var olabilmiştir. Klan-kabile ilk toplumsal örgütlenme olurken, bu klan-kabilelerin yaşam tarzı ise komünaldir. Tüm klan-kabile üyeleri ahlaki ve politik bireyler olarak doğrudan yaşama katılmakta ve komün ruhunu oluşturmaktadır. Toplum neolitik aşamada kadın kimliği ve rolü etrafında şekillenirken köy yaşamının temel karakteri yine komünal haldedir. Neolitiğin ve komünal yaşamı güçlü yaşayan Kürtler, merkezi, devletçi-iktidarcı yapılara karşı kendi yaşam sistemini korumaya çalışmıştır. Bu yanıyla kabile ve aşiretler ezilen toplumların kendini öz savunma temelinde örgütleme ve var etme formudur. Yani öz olarak aşiret oluşumları neolitikten geçiş sonrasındaki komünal değerlerin ilk bileşimidir. Bunu konfederasyon tarzı örgütlenme esasıyla büyütmüştür. Bu yapısıyla örneğin tarihte Med kabile ve aşiret toplulukları, komşu halklarla birlikte Asur İmparatorluğu’na karşı 300 yıl halklaşma mücadelesini sürdürmüştür.
Med Konfederasyonu’nu bir nevi aşiret demokrasisi olarak adlandırmak, bugünkü temsili demokrasilerden daha fazla demokratik ve işlevsel olduğunu belirtmek yerinde olacaktır. Bu anlamıyla Med Konfederasyon Meclisi, günümüz parlamenter sisteminden daha demokratik ve işlevseldir. Kapitalist modernitenin tüm saldırılarına rağmen bu toplumsal formun dağıtılamamasının temel nedeni güçlü bir öz yönetim deneyim ve geleneğine sahip olmasındandır.
İlk komünal hareketler
Ortadoğu’nun kendisi de komün deneyimleriyle dolu bir tarihsel mirasa sahiptir. Merkezine direnişi alan ilk komünal hareketler bu coğrafyanın ürünüdür. Mazdek, Hürrem, Babek ve Karmatiler direnişleri olarak bilinen ilk komünalist hareketler bu topraklarda yeşermiştir. Bu direniş geleneği komünal, ortak, eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzeni savunmuştur. Kadın-erkek arasında eşitlik, üretilen ve yaratılan değerlerin ortak paylaşılması, iktidarcılığın ret edilmesi bu komünal hareketin temel özellikleridir. Mazdek’in katledilmesi ardından Hürremizm olarak devam eden bu direniş, kökenlerini Zerdüşti felsefeye dayanan eşitlikçi, özgürlükçü, komünalist bir mücadele çizgisiyle sürdürmüştür. Aynı zamanda Babek, komünal-özgürlükçü programı hayata geçirmek, bir anlamıyla özgürleştirilmiş alanlar yaratmak için önemli bir öz savunma savaşı yürütmüştür. Babek, Kürtler, Farslar, Türkmenler, Bedeviler, Ermeni ve hatta Gürcüler tarafından çok geniş halk topluluklarının umut kaynağı olmuştur.
Bu toprakların önemli bir komün deneyimi de İsmaililer hareketidir. İsmaililer hareketi Hasan Sabbah’ın direnişiyle adını dünyaya duyurmuştur. Dağın Şeyhi olarak da bilinen Hasan Sabbah 17 yaşında bu hareketi benimsemiş ve önemli eğitimler almıştır. Alamut Kalesi etrafında yaşayan halkın çoğu Hasan Sabbah’ın örgütlenme çalışmalarıyla, kardeşlik bağıyla her bir birey topluluğun üyesi olmuş, komünal yaşama ve direnişe katılmıştır.
Tarihte Karmatiler ise eğitim ve örgütlenme tarzlarıyla 870-1070 yılları arasında 200 yıllık bir dönem içerisinde Ortadoğu’nun geneline yayılmış toplumsal bir harekettir. Karmatiler, günümüzün komün evleri ve akademilerine karşılık gelen mekânlar geliştirmiştir. Karmatiler halklar ve inançlar arasına hiçbir ayrım koymadan her din, mezhep ve etnik kökenin kültürüne denk bir propaganda faaliyeti yürütmüştür. Özellikle kadınların her türlü toplumsal faaliyete katılması esas alınmıştır. Karmatiler öğretileri ve dayandıkları toplumsal zemin temelinde komünal ekonomik anlayışı da geliştirmişlerdir. Ülfet sistemiyle özel mülkiyete son verilerek toplumsal mülkiyet gerçekleştirilmiş, üretim imece usulüyle yürütülmüş, ürünler halk evinde toplanarak paylaşılmıştır. Bu sistemle Karmati hareketi komüncü özelliğini daha fazla geliştirmiştir.
Tarihteki kent direnişlerinde de komün deneyimlerini görmek mümkündür. Antik Yunan’da kent, toplumsal birliğini oluşturmak ve özgürlüğünü korumak temelinde 15 ayrı konfederasyon kurmuştur. Bu konfederasyonlarda toplum siyasetini halk meclisleriyle gerçekleştirmiştir. Meclise katılanlara yurttaşlar denilmiş ve eşit oy hakkı tanınmıştır. Kentlerde doğal yurttaşlık anlayışı gelişerek, kent sözleşmeleri oluşturulmuş; kent komünleri eşitliği ve yurttaşlar arasındaki kent birliği sağlanmıştır. Kent bireyleri tarafından ortak güvenlik anlayışıyla kentin savunulması için ortak fon oluşturulmuş; kent komünleri toplumsal yaşam zeminini güçlendirmiş ve iktidar güçlerine karşı özerk yapılarını korumuştur.
Kent özerkliği konusunda İtalyan kentleri tarihteki en önemli örneklerdendir. Venedik, Cenova, Floransa, Pisa gibi kentler yerel özgürlüklerini uzun süre korumuşlardır. Konsül adı verilen sadakat belgesini kabul edenler komün oluşturmuştur. Bu komünün yönetimi de komün üyelerince seçilip aynı adla yani konsül olarak anılmıştır. İtalya komününün temeli böylece kasabalarda atılmış, komşu kasabaların komünleri konfederal tarzda bir araya gelip kent komününü oluşturmuştur. Özellikle savaş ve barış gibi önemli konularda halk meclisinin görüşü önemli olmuştur.
Yerel yönetim ve komün deneyimi açısından İspanya da önemli bir örnektir. 1500’lü yıllarda katı mutlakiyetçi krallıkların öncüsü konumunda olan İspanya’da 1520 yıllarından itibaren İspanyol merkeziyetçiliğine karşı kent ayaklanmaları yaşanmış ve komünler kurulmuştur. Hatta bazı kentler kendi vergilerini toplayıp yurttaşlardan milis savunuma güçlerini oluşturmuştur.
Almanya tarihinde de yüzlerce yıl Alman köylülüğünün öncülüğü ve direnişleriyle kent konfederasyonları oluşmuş ve kendilerini yönetecek duruma gelmiştir.
Paris komünleri de toplumun doğrudan demokrasi ile kendi öz yönetimini oluşturması açısından tarihsel bir örnektir. Paris komün kuruluşunda emekçiye emeğinin tam değerini sağlamak, yani kapitalist kârı ortadan kaldırmak için kredinin, ticaretin ve ortaklaşmanın örgütlenmesi; herkes için parasız, laik ve tam eğitim; toplantı, dernek kurma ve basın özgürlükleri; polisin ve ordunun komünal düzeyde örgütlenmesi esas alınmıştır. Komün yönetiminde bütün toplumsal kesimler yer almış; komün bünyesinde tüm Paris halkının katılımını sağlayabilen sendikalar, kooperatifler, kulüpler, komisyonlar, kurullar tarzında örgütlenmeler gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Kadınlar Birliği örgütlendirilmiştir.
1917 Ekim Devrimi ile birlikte Sovyetler Birliği’nde komün ve meclis sistemi halkların tarihine önemli bir miras olarak geçmiştir. Sovyet kelimesi “meclis veya konsey” gibi anlamları içermekte, Sovyetler Birliği ise bu anlamıyla “Meclisler Birliği” olarak da değerlendirilmektedir. Sovyet kuruluşları hızla yaygınlık kazanıp devrimci bir rol oynamasaydı, Ekim Devrimi mümkün olamazdı. Öyle ki Sovyet sistemi çok güçlü bir örgütlenme mücadelesi vermiş ve Sovyet komünleri her yerde halkı kendisine çekmiş, Çarlık rejimiyle çatışmış ve 1917 Ekim’inde Lenin öncülüğünde Sovyet Devrimi gerçekleştirilmiştir.
Bu tarihsel örneklerden de anlaşıldığı gibi her ne kadar kapitalist modernite, toplum yıkımı üzerine kendini sürdürebilir kılmaya çalışmışsa da toplumsal özün dışa vurumu olarak demokratik modernite komün örgütlenmelerinde kendini özgür ifade edebilme mücadelesini sürdürmüştür.