Gazeteci Sedat Yılmaz’ın tanıklığı ve depremzede Lütfiye Yüce’nin ‘Kızımı canlı çıkardık, daha 30’undaydı. İlk gün mağaraya sığındık’ sözleri Antakya’da yaşanan felaketin boyutunu gözler önüne seriyor
Peş peşe yaşanan depremlerin ardından binlerce yurttaş hayatını kaybederken, hayatta kalanları ise hem sevdiklerinin acısı hem de hayatta kalma mücadelesi bekliyor. Bir yandan yerle bir olmuş kentler bir yandan ne yapacağını bilemeyen binler.
Deprem kentlerini gezen gazeteciler de bu durumun en yakın tanıkları. Hatay’a giden gazeteci Sedat Yılmaz’ın tanıklığa da yaşanan tabloya işaret ediyor.
Kızım soğuktan öldü
“Kızım soğuktan öldü” bu söz çok ağır, buz gibi, kan dondurucu, biliyorum ama çoğu var azı yok. Bu kadar gerçek, bu kadar ağır bir kentten bildiriyorum. “Bana bir yıl verin” diyorlar, değil bir yıl, yıllar verseler de inanmayın. Bu kenti gezen, gören, bakan bu enkazı “5’li çete” ve türevlerinin tüm kamyonlarını yığsalar da kaldıramaz. Özetle bu şehirde tek bir sağlam bina yok. Yok, yok, yok!
Akılda kalan tek cümle
Antakya’nın Küçükdalyan mahallesinin yaslandığı Habib-i Neccar Dağı ile Hac Dağı arasında yoksul bir çeper. Depremin 10’uncu gününde birkaç çadırla varabilmiş “Devletin şefkatli, merhametli, uzun eli.” Mahallelinin öfkesini anlatmaya kalem, kağıt, akıl, izan yetmez. Yetmez çünkü trajediyi yonta yonta elimde kalan birkaç sözcükten biridir, “Kızım soğuktan öldü” cümlesi.
Kızım daha 30’undaydı
Dağdan kopan kayalıkların enkazında komşuların elbirliğiyle canlı çıkan 65 yaşındaki Lütfiye Yüce ve yaralı kurtulan iki kızından birisi yağan yağmur ve soğuk havadan kaynaklı yaşamını yitirmiş. “Saatlerce ambulans bekledik, aradığımız hiçbir yer cevap vermedi, hastane yok, araç yok, yol yok. Kızımı canlı çıkardık, daha 30’undaydı. İlk gün mağaraya sığındık” diyen Yüce, “Nereye gidecek, ne edicik” bilmiyor.
Mezarlıkta yer yoktu
Anlatılanlar, insanın boğazını düğümlüyor, sözcüklerde yontulacak harf bırakmıyor. “Kızımın cenazesi dört gün sokakta, açıkta, yağmurda, soğukta kaldı” diyor gözlerinde damla damla yaş akan Yüce’nin. Dudakları hareket ettikçe ağırlık çöküyor, bedene, ruha, “Dört günün sonunda cenazemizi kendimiz kaldırdık. Oğlum kardeşini kendi elleriyle yıkadı, kefenledi. Mezarlıkta yer yoktu, teee uzak bir köye gömdüler.”
İkinci bir ömrüm yok
Bu trajedinin üstüne trajedi mi olur? Var, ötesi var. 65’ine kadar didinmiş, yememiş, içmemiş, giyinmemiş, gezmemiş, tepe tepe, tıka basa harcamamış üç beş kuruşla, borçla aldığı evi Habib-i Necar’ın kayalıkları altında un ufak oldu. “Yıkılmış dünyanın” bundan sonrası için Yüce’ye sunacağı hayat, “Bir daha ev alacak, ikinci bir ömrüm yok” cümlesinde kalsın!
Kaynak: MA