Abdullah Öcalan’ın bence en önemli siyasi sloganlarından birisi bu.
“İktidara geçince falanca filanca işleri yapacağız” cümlesi halkın partilerinin değil, devletin partilerinin cümlesidir.
Halkın partileri iktidara gelince ne yapacağını anlatmaz, “halkın yaptıklarının, yapmak istediklerinin önündeki bütün devlet engellerini nasıl kaldıracaklarını” anlatır.
Halkın yaptıklarının ve yapmak istediklerinin önündeki bütün devlet engellerini kaldırmanın adı demokrasidir. Demokrasi demek halkın egemen olmasıdır. “Devlet hizmetçiniz” lafına boş verin. Egemen halk kendi kendisinin “hizmetçisidir.”
“Devletten beklemeyin” sözü iki kelimedir, bu iki kelimenin manasını yazmaya kalksak binlerce kelime yetmez.
“Devletten beklemeyin” denince ilk akla gelen, “kendi kendinizi yönetin” cümlesidir. “Devletin seni yönetmesini bekleme” anlamına gelir. “Kendi kendinizi yönetin” çağrısı sırf Kürtlere yapılan “etnik” bir çağrı değildir. Bir devletin sınırlarının içinde kim yaşıyorsa hepsine yapılan bir çağrıdır. Demokratik toplum olun demektir.
Türkiye 85 milyonluk bir ülke. 85 milyon bir salonda toplanıp kendi kendini yönetemez. 16 milyonluk bir İstanbul’u sığdıracak bir kongre salonu yapılamaz. Devletler işin kolayını bulmuşlar. Onlara sorarsanız halkın kendi kendini yönetmesi madem çok zor, en iyisi halk bir kralı, sultanı ya da diktatörü, “kral öldü yaşasın kral” diyerek ya da “Padişahım çok yaşa” diyerek, ya da “heil Hitler” diyerek başına geçirsin derler. Halk da bunları başa getirdiğini sanır. Sandıktan sonra başa getirdiğine bin pişman olunca, “madem bunların yönetmesi halkın kendi kendini yönetmesi değil, en iyisi halk, haklarını korumak üzere bir avukat tutar gibi vekillerini seçsin, onlar da birkaç yüz kişi, adı parlamento olan bir salonda otursun, pek de zahmete girmeden vekalet aldıkları halk adına parmak kaldırıp indirerek, halk için kararlar alsın”
İyi de halktan bir insan hakkını korusun diye bir avukat tutacaksa, ona buna danışır, avukatla bizzat konuşur, haline tavrına, yaptığı işlere bakar, kılı kırk yarıp, “bu avukat beni kandırmaz” sonucuna vardıktan sonra, vekaletnameye imzayı basar. Kim ne idiğü belirsizin birine vekalet verir ki? Şu sırada ortalık sahte diplomalı avukattan geçilmiyor.
Böyle olunca 85 milyonluk halktan kaç tanesi vekalet verdiği vekili şahsen tanıyor? Sen “senin partindenim” diyerek adama vekalet veriyorsun, adam ertesi gün başka partiye geçip seninle davalı olanın vekilliğini yapıyor.
Meclis böyle de belediye başka mı? Senin evinin çöpünü toplasın diye adamı seçmişsin. O kalkmış imar mimar numarasıyla evini yıkan partiye geçmiş. Çöplüktesin.
Yani olmuyor. Kraldan bekliyorsun olmuyor. Sultandan bekliyorsun olmuyor. Diktatörden bekliyorsun olmuyor. Cumhurbaşkanından, Başbakandan bekliyorsun olmuyor. Belediye başkanından bekliyorsun olmuyor. Bunların topu birleşince yamçılı, kamçılı, toplu tüfekli, hakimli savcılı, gardiyanlı, jandarmalı, polisli, zabıtalı devlet oluyor. Sen de onu iflahını kesen vergilerinle güya emrine aldığın “hizmetçim” sanıyorsun. “Hizmetçinin kölesi” yazdıklarıma şaşkın bakakalıyor.
Böyle devletten beklenmez. Kendi kendini yöneteceksin.
Bizim şaşkın “nasıl yöneteceğim” diye soruyor.
Bak kardeşim, birileri bu devlete karşı ayaklanmıştı ya, şimdi ayaklanmıyor. Başlarındaki Apo, anlattığımız bu devletle “demokratik uzlaşma” yapmış. “Böyle devletle uzlaşma yapılır mı” deme. Sana söylenen sadece şu “bu devletten beklenmez, ama onunla uzlaşılır.” Ne için? Demokrasi için. Yani senin kendi kendini yönetmenin önündeki engelleri kaldırmak için. Bu da demokrasi demek. Demokrasi olunca sen yine “vekilleri, belediyecileri” seçeceksin. Parlamenter demokrasi yani. Seçtikten sonra…
Seçtikten sonra bulunduğun mahallede kimisiyle hısım akraba, kimisiyle konu komşu olduklarınla konuşup hemen bir “komün” kuracaksın. Yasak yok. Demokrasi var. Başlayacak hummalı bir faaliyet. Tüm mahallelerde yüzlerce komün. Toplamı artık o beldenin ya da ilçenin eski seçimden seçime sandığa giden seçmeni değil, “örgütlü politik seçmeni.” Yani “demokratik toplum”. Hepsi birleşip Belediye’nin kapısına dayanacak. “Sizii belediyenin eş başkanları, meclis üyeleri yaptık, şimdi komünlerimiz birleşti. Sizi şimdi de komün birliğinin başına geçiriyoruz. Artık komünlerin demokratik toplumu konuşacak, tartışacak, sonra karar verecek, verilen kararı da siz Belediye Meclisinde devletin kanunları gereği onaylayacaksınız, böylece daha önce, kayyumdu şuydu buydu devletle uyumsuz olan Belediye’yi devletle ‘entegre’ edeceksiniz” diyecek.
İsterseniz kasabanızı, belediyenin bütçesiyle ve aranızda toplanan parayla güneş panelleriyle donatır tekelci enerji şirketlerini şehrinizden kovabilirsiniz, bu enerjiyle beton, demir üretir, yollarınızı, kanalizasyonlarınızı kendiniz yaparsınız, işsiz gençlerden emek taburları kurar, muhtaç olanın evlerini yapar, tarlalarını sürersiniz, Belediye zabıtaları müfrezeleriyle uyuşturucu çetelerini darma dağın edersiniz. Kadın meclisi kurar şiddet uygulayan erkeği yargılar, terbiye edersiniz. Aklıma gelen gelmeyen her bir işi yapabilirsiniz. Demokrasi olmuş, bunları yapmanızın önündeki engeller kalkmış. Bulunduğunuz yer Kürt halkının yaşadığı yerse Kürt halkı, Çerkeslerin yaşadığı yerse Çerkes, Türklerin yaşadığı yerse Türk halkı, hepsi birden o yerde yaşıyorsa o zaman da “demokratik ulus” halkı, kendi kendini yönetmeye başlar.
Bizim şaşkın daha da şaşkınlaşmış, “vay canına, desene kadın özgürlükçü, ekolojik, komünal eşitlikçi toplumu kurmaya başlamışız demek ki” diyor.
Tam da dediği gibi…
Ama eğer TBMM Komisyonu işini tez elden yaparsa…Rojava’ya işgal, CHP’ye darbe, Öcalan’a zindan, halka açlık önlenirse…Demokrasi olursa…
Olmazsa?..
Olmazsa yüz yıldır olsun diye ne yapılıyorsa yapılır, er geç demokrasi kurulur, kurtuluşun yolu da böyle açılır.