Öcalan’ın devlet fikrine yönelik radikal eleştirisi, halkın doğrudan katılımına dayalı, yatay ve çoğulcu bir siyasal yapılanma önerisiyle bu tarihsel tartışmayı günceller. Özellikle Rojava’da 2012 sonrasında geliştirilen özyönetim yapıları — komünler, meclisler, kadın konseyleri ve halk savunma birlikleri — Bakunin’in hayalini kurduğu devlet dışı toplumsal örgütlenmenin somut ve güncel bir pratiği olarak değerlendirilebilir
Ercan Jan Aktaş
“Devlet, doğası gereği otoriterdir; bir kez var olduğunda, özgürlük imkânsızlaşır.” — Mihail Bakunin, Tanrı ve Devlet
Devlet karşıtı bir düşünsel mirası temel alan, hiyerarşi ve otorite ile sorunu olan anarşist kuram, tarih boyunca merkezi iktidar yapılarına, hiyerarşiye ve zor aygıtlarına karşı radikal alternatifler geliştirmiştir(1). Bu kuramsal gelenek içinde, son yıllarda Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği “demokratik ulus” ve “demokratik konfederalizm” kavramları, anarşist literatürde giderek daha fazla tartışılmaktadır (2). Öcalan’ın devlet, iktidar, hiyerarşi ve doğa-insan ilişkilerine dair geliştirdiği eleştiriler, özellikle Murray Bookchin’in düşünsel etkisiyle yeni bir yön kazanmıştır(3), Bu makale, Öcalan’ın düşüncelerinin anarşist kuramla hangi noktalarda kesiştiğini, hangi noktalarda ise özgün bir yol izlediğini çözümlemeyi amaçlamaktadır.
19.yüzyılın devrimci düşünce dünyasında, aynı kuşak Mihail Bakunin (1814–1876) ile Karl Marx (1818–1883) arasında şekillenen tartışmalar, anarşist ve Marksist geleneklerin tarihsel ayrışma noktalarına ışık tutar(4). Her iki düşünür de kapitalist sömürüye karşı mücadeleyi merkeze almış, ancak bu mücadelenin yöntemi ve nihai amacı konusunda derin görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir. Marx, proletaryanın devrimci öncülüğünde kurulan bir işçi devletinin, sınıfsız topluma geçişte tarihsel bir zorunluluk olduğunu savunurken(5); Bakunin, her tür devlet biçimini — ister burjuva, isterse proleter olsun — otoriterliğin ve tahakkümün yeniden üretim alanı olarak görmüştür(6). Bu nedenle Bakunin, “geçici” dahi olsa bir proletarya diktatörlüğünün, yeni bir iktidar sınıfının ortaya çıkmasına yol açacağını ileri sürerek, merkeziyetçiliğe ve parti öncülüğüne karşı çıkmıştır.
Bakunin’in Marx’a yönelttiği temel eleştirilerden biri, tarihsel determinizme ve otoriter sosyalizm tahayyülüne dairdir(7). Marx’ın tarihsel materyalizmi, üretim araçlarının gelişimine bağlı olarak toplumsal evrimi kaçınılmaz bir çizgide ilerleten bir model sunarken; Bakunin, insan özgürlüğünü ve iradesini merkeze alan daha esnek ve özerk bir devrim anlayışı savunmuştur. Ona göre devrim, merkezi bir otorite aracılığıyla değil, halkın doğrudan katılımıyla, yerel meclisler ve kolektif yapılar üzerinden inşa edilmelidir(8). Bu bağlamda Bakunin, Marx’ın öngördüğü devrimci sürecin otoriterliğe açık olduğunu ve sosyalist devrimin özünü tahrip edeceğini dile getirmiştir. Bu tartışmalar, yalnızca iki düşünür arasındaki ideolojik bir ayrışmayı değil, aynı zamanda modern devrimci hareketlerin tarihsel strateji ve etik temellerine dair radikal bir karşıtlığı da simgeler.
Marx ‘kazandı’, Bakunin ‘kaybetti’
Birinci Enternasyonal (1864–1876) içinde yaşanan çatışmada Marx, Bakunin’i ve onun temsil ettiği anarşist kanadı örgütten ihraç ettirdi (1872 Lahey Kongresi)(9). Birinci Enternasyonal (Uluslararası Emekçiler Birliği) içinde Karl Marx ile Mihail Bakunin arasında yaşanan ideolojik ve stratejik çatışma, devrimci hareketlerin kaderini uzun süre etkileyecek ölçüde derindi. Bu çatışmanın zirve noktası ise 1872’de Lahey Kongresi’nde yaşandı.
Karl Marx, Birinci Enternasyonal’in örgütsel merkezini Londra’dan New York’a taşımayı önerdi. Bu, fiilen örgütün merkezi liderlik gücünü elinde tutma hamlesiydi. Bu hamle, Bakunin ve destekçileri tarafından anti-demokratik ve merkeziyetçi olarak değerlendirildi. Aynı kongrede, Bakunin ve yakın çalışma arkadaşı James Guillaume, “örgütsel disipline uymamak ve gizli bir örgüt ağı kurmak” gerekçesiyle Enternasyonal’den ihraç edildiler(10).
Marx’ın çizgisi İkinci Enternasyonal ve sonra Leninizm üzerinden Sovyet tipi sosyalizmin zeminini oluşturdu. Bakunin’in çizgisi ise anarşist, otonomist ve doğrudan eylemci hareketlerde yaşamaya devam etti(11). 1872 sonrası, Birinci Enternasyonal fiilen bölünmüş oldu. Anarşistler kendi “anti-otoriter” konferanslarını topladılar (1872 St. Imier Kongresi) – (12).
“Devlet, insanlık tarihinin en tehlikeli icatlarından biridir; iktidar tekelinin kristalleşmiş halidir,”(13) diyen Öcalan’ın düşünsel dönüşümünde merkezi bir yer tutan “devletsiz demokrasi” fikri, tarihsel olarak 1872 Lahey Kongresi’nde Marx ile Bakunin arasında şekillenen ideolojik çatışmanın Rojava’da yeniden sahnelenmiş hali olarak okunabilir (14) . Lahey’de Marx, devrim sürecinde proletarya diktatörlüğünü ve merkezi bir parti öncülüğünü savunurken; Bakunin, bu yaklaşımın yeni bir egemenlik biçimini doğuracağını ileri sürerek halk meclislerine, taban örgütlenmelerine ve ademimerkeziyetçi yapılara dayalı bir toplumsal dönüşümü savunmuştur.
Öcalan’ın devlet fikrine yönelik radikal eleştirisi, halkın doğrudan katılımına dayalı, yatay ve çoğulcu bir siyasal yapılanma önerisiyle bu tarihsel tartışmayı günceller. Özellikle Rojava’da 2012 sonrasında geliştirilen özyönetim yapıları — komünler, meclisler, kadın konseyleri ve halk savunma birlikleri — Bakunin’in hayalini kurduğu devlet dışı toplumsal örgütlenmenin somut ve güncel bir pratiği olarak değerlendirilebilir.
Bu yönüyle Öcalan, doğrudan Bakunin’e atıfta bulunmasa da, onun reddedilen çizgisini, Ortadoğu’nun sömürgeci-modernist devlet yapıları karşısında yeniden canlandıran, “devlet dışı siyaset”in olanaklarını araştırarak yeni bir düşünsel ve pratik zemin sunar. Rojava deneyimi, merkeziyetçi ve otoriter sosyalizm anlayışına karşı, toplumsal öz örgütlenmeye dayalı bir alternatifi mümkün kılma çabası olarak değerlendirilebilir. Böylece tarihsel bir yenilgi olarak görülen Bakunin hattı, bu kez Ortadoğu’nun en krizli coğrafyasında, çoketnili, çokdilli ve çokinançlı bir halklar mozaiği içinde hayat bulur. Bu yönüyle Öcalan’ın paradigması, Lahey’de bastırılan anarşist damarın, Ortadoğu’nun sömürgeci devlet yapıları karşısında yeniden canlandırılmasıdır (15).
Kaynaklar
1 – Peter Marshall, Demanding the Impossible: A History of Anarchism, HarperCollins, 1992.
2 – Thomas Jeffrey Miley, “Abdullah Öcalan and the Post-Statist Political Imagination”, Globalizations, 2022.
3 – Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt 1, Aram Yayınları, 2009.
4 – George Woodcock, Anarchism: A History of Libertarian Ideas and Movements, Penguin, 1986.
5 – Karl Marx, The Civil War in France, 1871.
6 – Mihail Bakunin, Statism and Anarchy, 1873.
7 – Paul McLaughlin, Mikhail Bakunin: The Philosophical Basis of His Anarchism, Algora, 2002.
8 – Daniel Guérin, Anarchism: From Theory to Practice, Monthly Review Press, 1970.
9 – Wolfgang Eckhardt, The First Socialist Schism: Bakunin vs. Marx in the International Workingmen’s Association, PM Press, 2016.
10 – Robert Graham, We Do Not Fear Anarchy – We Invoke It, AK Press, 2015.
11 – David Graeber, Fragments of an Anarchist Anthropology, Prickly Paradigm Press, 2004.
12 – René Berthier, Bakunin et Marx: Alliances et Ruptures, Éditions du Monde libertaire, 2009.
13 – Abdullah Öcalan, Uygarlıklar Sistemi I: Devlet, Aram Yayınları, 2001.
14 – Dilar Dirik, The Kurdish Women’s Movement: History, Theory, Practice, Pluto Press, 2022. ↩
15 – Joost Jongerden, “Rethinking Politics and Democracy in the Middle East: The Kurdish Case in Syria”, Ethnicities, 2019