Erdoğan’ın MÜSİAD toplandısındaki “talimatı” sonuç verdi: YSK “biat etti.” Türkiye’de böylece “diktatörlük rejimi” mi kuruldu? Gülünç. Çözüm sürecinin çöpe atıldığı gün kurulan diktatörlük, İstanbul seçimini de çöpe attı.
Simgelerle konuşacak olursak; Demirtaş’ın mazbatasının gasp edilip hapse atıldığı gün kurulan diktatörlük, İmamoğlu’nun mazbatasını gasp etti ve onu Belediye Başkanlığından attı. Yani diktatörlük işbaşında ve ne yapması gerekiyorsa yapıyor. Bir ülkede diktatörlük neden gerekli olur? Kriz yüzünden gerekli olur. Kriz deyince buna pek çok kriz şekli dahildir. Örneğin “Kürt sorunundaki” kriz gibi.
Baktınız ki “hukuk dahilinde” Kürtle başa çıkmanız mümkün olmuyor, size diktatörlük gerekli olur. Hukuku kaldırıp çöpe atacaksınız, Kürt halkının “önder” diye ilan ettiği Öcalan’a “hukuk dışı” tecrit uygulayacaksınız. Baktınız “savaş hukuku” ile Kürt isyanını bastırmak mümkün değil, onu da çöpe atacaksınız, serbestçe savaş suçu işlemek için diktatörlüğe ihtiyaç duyacaksınız.
Örneğin “dış politika krizi”…
Baktınız Ortadoğu’da “barışçı ekonomik rekabet” yoluyla pazarları elde edemiyorsunuz, “uluslararası hukuku”, tıpkı “seçim hukuku” gibi çöpe atacaksınız. Sonra kalkıp Suriye topraklarını işgal edeceksiniz, Suriye’nin bir parçası olan Rojava’da halk iradesine müdahaleye kalkacaksınız. Diktatörlük olmasa başınız AB ile Avrupa Konseyi ile, uluslararası Ceza Mahkemesi ile derde girer. Anayasanız “uluslararası anlaşmalar Anayasa hükümlerinin de üstündedir” dediği için Anayasayı da çöpe atmak zorundasınız. Yani eğitim değil, diktatörlük şart.
Örneğin “devlet krizi…”
“milli görüş urbanızı” çıkarıp, anadan üryan, cascavlak kendinizi ABD ipiyle hükümette bulmuşsunuz. Devletin bir kanadında Cemaat, öteki kanadında Ergenekon. Biri bacağınızı kapmış ABD’ye doğru çekiyor, öteki bacağınızdan yakalayanlar Rusya’ya…İyi mi? “Caaart” diye ikiye ayrılmak var. Darbe kapınızda. Ha Ergenekon darbesi, ha Cemaat darbesi. Ne yapmak gerekir? En iyisi başkaları parlamenter rejime son vereceğine, siz son verirsiniz. Diktatörlük yani.
Örneğin “ekonomik kriz”… Komünizme karşı “serbest Pazar ekonomisini” benimsemişsiniz. O da ne? Pazar devlete başkaldırmış. Ne doları tutabiliyorsunuz, ne patatesi, ne de soğanı. Ne yapacaksınız? “Tutuklayacaksınız.” Dolar’ı, patatesi, soğanı karşınıza alacaksınız vereceksiniz “elektriği”, Filistin askısı mı, falaka mı, artık Allah ne verdiyse “serbest” olduğuna pişman edeceksiniz. Bunu parlamenter rejimde yapamazsınız. Diktatörlük şart.
Örneğin siyasi kriz… Siyasi kriz hükümeti perişan etmiş. Partiler birbirine düşmüş. 2002’de yüzde otuzluk oyla TBMM’de yüzde altmışlık koltuk kazanmışsınız. Ama eyvah, 7 Haziran’da azınlığa düşmüşsünüz. Ne yapmanız gerekir? Ne olacak? Tabii diktatörlük.
Demek istediğim şu: Belediye seçimini iptal etmek “diktatörlük” değil. Diktatörlük var olduğu için İstanbul seçimi iptal edildi.
Anyacağınız “diktatörlük” seçimle gitmez. Hele Belediye seçimiyle gitmez. TBMM’de çoğunluğu ele geçirmenin anlamı yok. Siz YSK’da “çoğunluğa” geçebiliyor musunuz? Buyurun size “demokrasi”. YSK’da çoğunluğu ele geçirdiniz mi, oya, seçime, meclise, anayasaya, kanuna beş kuruşluk ihtiyacınız kalmaz. 11’den 7’sini kap, al sana iktidar. Diktatörün seçmen oyuna değil, kendi “oyununa” ihtiyacı var. Bakın son bir “oyun” oynadı. Altı aydır insanlar açlık grevinde, 15 tutsak ölüm orucunda, beyaz tülbentli anneler zindan kapılarında. Dünya dehşetle izliyor. Diktatörlük “öldürerek” sonuç almaya alışmış. Ama insanlar özgür iradeleriyle ölümü göze alınca şaşkın. “Öldürme hakkı bizim” diye debeleniyor.
Sonunda çaresiz kalıyor. İmralı’ya avukatların “bir defalığına” gitmesine izin veriyor. Neden? Direnişin tecriti tümden kıracağını, bunun sonunda da diktatörlüğün sarsılacağını, ardından yıkılacağını anladığı için. “Oy” değil, “oyuna” mecbur. İzni bunun için veriyor.
Verilen “izin” bir yandan “oyun”, ama diğer yandan da tecrite karşı direnişin sonucu. Direniş tecritte gedik açtı. Ama bu çok küçük bir gedik. O gedikten henüz demokrasi gün yüzüne çıkamaz. Genişlemesi mecburi.
O halde ne yapmalı? Topyekun direnmeli.
Geldik böylece asıl soruya: İstanbul seçimlerini gasp eden rejime karşı, CHP’nin, İyi Parti’nin ve HDP’nin oylarına nasıl sahip çıkılacak? YSK denilen hakem, sen maça çıkmadan seni hükmen mağlup ilan etmiş. “Yine sahaya çıkarız, yeneriz” diyorsun. Nasıl yeneceksin? Sahata 11 sıfır galip gelsen bile, YSK sahasında 11’e 7 şimdiden mağlupsun.
Hiç ummadığım insanlar “boykot” demeye başladı bile. CHP ne yapar, bilemem. HDP ne der onu da kestiremem. Bildiğim tek şey şu: Direniş “Se-Çim” sahasında değil, İmralı kapılarında, zindan önlerinde sürmekte.