“Radikal olmak sorunları kökeninde ele almaktır. İnsan için bu köken insanın kendisidir”.
(Karl Marx)
“Bizler bilginin sürekli arttığı ama gerçeği görmenin sürekli azaldığı bir dünyada yaşıyoruz”.
(Jean Buardrilard)
“Doğruları yüksek sesle söylemeye cesaretin yoksa, kötülüklerin dünyaya hâkim olmasına şaşırmayacaksın”.
(Ernesto Che Guevara)
Neden insanlık yerlerde sürünüyor? Neden bunca açlık, yoksulluk, sefalet, etik yozlaşma var? Neden canlı yaşam tehdit altında? Neden güzel gezegenimiz giderek yaşanamaz bir yer haline geliyor? Bu durumun yegâne sorumlusu bu dünyada üretmek ve yaşamak için gerekli olan üretim araçlarına sahip olan mülk sahibi egemenler mi? İyi de o işi nasıl başarıyorlar? Eğitimlilerin, mekteplilerin, ‘uzmanların’, bizde “aydın” denilenlerin ihaneti, suç ortaklığı sayesinde değil mi? O anayasaları, o kanunları, yönetmelikleri kim, kimin hesabına yapıyor, uyguluyor? Katliam emrini kim veriyor? Sömürü düzenini kim “meşrulaştırıyor”? Eğitimli taifenin suç ortaklığı olmadan egemenler varlıklarını sürdürebilirler mi?
Kendinden öncesi üretim tarzlarından (köleci, feodal-tribüter) ‘uygarlıklardan’ farklı olarak, kapitalizmde sınıf değiştirme yolu kapalı değildir… küçük bir azınlık da olsa, ezilen -sömürülen sınıftan (proletaryadan), birilerinin de mülk sahibi sınıflar katına terfi etmesi mümkündür… Oysa, öyle bir şey kapitalizm öncesi dönemde mümkün değildi… Nitekim Osmanlı İmparatorluğunda “reaya oğlu reaya olur” denirdi… Kapitalizm dahilinde sınıf değiştirme yolu açıktır… ABD’de mülti-milyarderlerin kahir ekseriyeti en ünlü üniversitelerden mezun olanlardır…
Burjuva toplumunda sosyal düşünce parçalanmış, dar uzmanlık alanlarına, kompartımanlara hapsedilmiş durumdadır. Uzman, maddi-sosyal gerçekliğin çok küçük bir parçası hakkında bilgi sahibidir ama bütünden habersizdir; ağacı görür de ormanı görmez… Oysa gerçek bütündedir, hakikât bütündedir… Bilgisini, uzmanlığını sermayeye veya devlete satar…
Akademi (üniversite) bilgiyi kapıyor, üniversitenin duvarlarının arkasına saklıyor, bilimsel bilginin, eleştirel düşüncenin toplumla buluşmasını engelliyor…Esasen üniversiteler (akademi) ölü bilgilerin depolandığı yerlerdir. Zaten dili ve retoriği de anlaşılmamak üzerinedir; anlaşılmayacak ki, uzmanın uzmanlığının bir karşılığı olsun… (Kişisel bir anektot söyle: Bir konferansta izleyicilerden biri: “hocam, Paradigmanın İflası bilimsel değil” demişti… Neden diye sorduğumda, anlaşılıyor dedi… Ben de “iyi ki bilimsel değil” dediğimi hatırlıyorum…)
Oysa, üniversitelerin her türlü sorunun özgürce, sınırsız tartışıldığı, eleştirel düşüncenin filizlendiği “bilim yuvaları” olduğu, her zaman toplumun birkaç adım önünden gittiğine dair yaygın retoriğin bu dünyada bir karşılığı yoktur! Üniversitelerin misyonu ve varlık nedeni, sömürü düzenini yeniden üretmek ve meşrulaştırmaktır… Gerçek durum öyledir ama retorik farklıdır: Üniversite üyeleri uzman yetiştiren uzmanlardır… Onlar için üniversite herhangi bir meslekten ve devlet kurumundan farksızdır… Üniversitelerde entelektüel eğilime sahip olanlar devede kulak bile değildir. Müesses nizamın üniversiteleri entellektüelleri, şeylerin gerçeğine nüfuz etmek gibi kaygıları olanları barındırmaz… İşe ‘ideoloji ve politika karşıtırmakla suçlanırlar ve üniversitelerden kovulurlar…
Üniversiteler egemen ideolojinin, bizde resmî ideolojinin üretildiği kurumladır. Şimdilerde bir eşik daha aşılmış görünüyor. Artık kapısında üniversite yazılı olan kurumlar, neoliberalizmin de bir gereği olarak, diploma ticareti yapılan şirketlere, kapitalist işletmelere dönüşmüş durumdalar… Eğer üniversiteler gerçekten tevatür edildikleri gibi olsalardı dünya bugün bu halde olur muydu?
Okullar ve üniversiteler devlet ve/veya sermaye tarafından finanse ediliyorlar. Orada radikal eleştiriye izin verilmez…
Eğitim, emekçi halk sınıflarından gelen çocukları, gençleri içinden çıktıkları sınıfa yabancılaştırıyor! Farklı oldukları bilincini yerleştiriyor. “Farklıyım, o halde farklı yaşamaya ve otorite kullanmaya da hakkım vardır” anlayışını yerleştiriyor… Aksi halde mülk sahibi egemen sınıfların onları “araçlaştırıp” emekçi sınıflara karşı kullanması mümkün olmazdı…
Şeyler, olgular ve süreçler sürekli değişiyor. Oysa, onları tanımlamak, anlamak, adlandırmak, bilince çıkarmak üzere kullandığımız kelimeler, kavramlar zamanla eskiyor, hatta ölüyor; zira onlarında bir ömrü, bir tarihi var. Kullanmaya devam ettiğimiz kelimeler ve kavramlarla maddi-sosyal gerçeklik arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor…
Ölü bilgilerle dışımızdaki gerçekliği düşündüğümüzü, anladığımızı sanıyoruz… Güneşli bir havada güneş gözlüğü takmak daha iyi bir görüş sağlar ama, güneş battıktan sonra da gözlük takmaya devam edilirse, gözlük artık işe yaramamakla kalmaz, görüşü daha da zorlaştırır. Belirli bir eşik aşıldığında, belirli toplumsal olgular ve süreçler için kullanılan kelime ve kavramlar, karşı geldikleri gerçekliği artık ifade edemez duruma geliyorlar…Nitekim Spinoza, “gözlüğünü parlat”, Marx, “her şeyden şüphe et”, Lenin de “her şeyi gözden geçir” derken, bizi ölü bilgiler hususunda uyarıyorlardı…
Bizi kurtaracak olan eleştirel düşüncedir, radikal eleştiridir… Artık insanlığın ve uygarlığın geleceğini kurtarmak, bu dünyayı yaşanabilir hale getirmek, ideolojik kölelikten kurtulmaya indirgenmiş bulunuyor… Ellerimiz ilelebet armut toplamaya mecbur mu?.. İrade sahibi yaratıklar değil miyiz?









