Tecrit, yalnızca bir bedeni duvarlarla çevirmek değildir; düşünceyi, sözü ve toplumsal vicdanı da örten bir karartıdır. Her kuşatılan birey, bir halkın hafızasından ve geleceğe dair umudundan bir parça çalınması demektir. Bu baskının en görünür hâli İmralı’da yaşanıyor
Aynur Sarıca
Umut, yaşama yeniden tutunmanın ve geleceği yeniden kurmanın adıdır. Yalnızca bir duygu ya da hukuksal talep değil; toplumsal bir yeniden doğuş çağrısıdır. Bu hak, bireysel özgürlüğün ötesine geçer; bir halkın vicdanına, toplumsal ilişkilerin yeniden inşasına ve özellikle kadın özgürlük mücadelesine temas eder. Umut hakkı yalnızca hukuki bir mesele değildir; hukukun alanına dâhil olsa da, toplumsal bir dönüşümün, ahlaki ve politik bir bilincin parçası hâline gelmeden anlamını bulamaz.
Umut hakkı, baskı altında bile varlığını koruyan, direnişi besleyen bir güçtür. Ancak bu bilinç ve hak, iktidar tarafından sürdürülen kısıtlama mekanizmaları ve kontrol politikalarıyla sürekli sınanır. Her kuşatılmış birey, bir halkın hafızasından ve geleceğe dair umudundan bir parça kaybetme riskiyle karşı karşıyadır.
Tecrit, yalnızca bir bedeni duvarlarla çevirmek değildir; düşünceyi, sözü ve toplumsal vicdanı da örten bir karartıdır. Her kuşatılan birey, bir halkın hafızasından ve geleceğe dair umudundan bir parça çalınması demektir. Bu baskının en görünür hâli İmralı’da yaşanıyor. Orada yalnızca bir kişi değil, bir halkın özgürlük tahayyülü ve kadınların yeniden varoluş bilinci de esir tutuluyor. Yine de bu karanlık içinde, kadınların direniş damarları umutla titreşir ve yaşamın yeniden kurulmasına dair imkânı var eder.
Abdullah Öcalan, kadınların umudunu büyütmenin ne kadar önemli olduğunu şöyle anlatıyor: “Ben kişisel özgürlüğümü hiçbir zaman toplumsal özgürlükten bağımsız ele almadım. Toplumsal özgürlüğün inşa edilmediği koşullarda bireysel özgürlüklerin gerçek anlamını bulamayacağını hep savundum.”
Bu sözler, umut hakkının yalnızca bireysel bir talep olmadığını, toplumsal ve tarihsel bir mücadeleyle iç içe olduğunu gösteriyor. Ona tanınması gereken “umut hakkı”, bireysel özgürlüğün ötesinde, bir halkın ve özellikle kadınların özgürlük ve yaşam alanlarını yeniden kurma çabasının ifadesidir. Bu yaklaşım, kadınlar için umut ilkesini geliştirme çabasının da bir ifadesidir; umut artık yalnızca bir hak değil, toplumsal yaşamın ve özgür ilişkilerin temel ilkesi hâline gelir.
Ernst Bloch’un dediği gibi: “Umut, sadece beklenenin değil, gerçekleşmesi gerekenin bilincidir.”
Bu bilinç, yalnızca bireysel bir farkındalık değil; kadınların karşılaştıkları baskı ve engeller karşısında yaşamı ve toplumsal ilişkileri dönüştürme gücünü de besliyor. Kadınlar, yaşam alanlarını yeniden inşa etme çabasında bu bilinçten güç alır. Umut artık edilgen bir beklenti değil; yaşamı ve toplumsal ilişkileri yeniden kurmanın aktif bir ilkesine dönüşür.
Tarih boyunca kadınlar pek çok engelle karşılaştı: Eğitimden, iş hayatından ve toplumsal katılımdan dışlandılar; kültürel ve politik katılımları görmezden gelindi. Bugün de şiddet ve cinayetler, bu baskının güncel tezahürleri. Erkek egemen akıl, kadını hem fiziksel hem de toplumsal olarak sınırlandırıyor. Kapitalist modernite ve neoliberal politikalar ise rekabeti ve ticarileşmeyi ön plana çıkararak kadınların kolektif güçlenme alanlarını daraltıyor, toplumsal dayanışmayı zayıflatıyor.
Ama kadınlar, yaşamı savunmayı, ilişkileri dönüştürmeyi ve anlamı yeniden kurmayı bir direniş pratiğine dönüştürüyor. Abdullah Öcalan’ın “pozitif inşa” kavramı, kadın mücadelesinin yönünü belirliyor. Direniş yalnızca karşı duruş değil; yaşamı ve ilişkileri yeniden kurma, toplumsal ahlakı ve dayanışmayı var etme pratiği. Kadınların “direnen damarları”, geçmişin tanıklığını ve geleceğin gücünü taşıyor.
Bu damarlar, zindanlarda esaret altında bile bilincin ve umutlu dayanışmanın nasıl yaşatıldığını gösteriyor; meydanlarda ve sokaklarda kitlesel mücadeleye dönüşüyor; köylerde ve toplumsal yaşamın en küçük birimlerinde toplulukların yeniden örgütlenmesini sağlıyor. Akademilerde, kültürel çalışmalarda ve sanatta ise kadın perspektifinin katılımı ve kolektif bilinci güçlendiriyor. Zorluklar ve savaşlar karşısında bile, bu damarlar toplumsal yaşamın görünmez ama hayati akışını oluşturuyor ve geleceğe uzanan bir güç hattı hâline geliyor.
Kadınların direnişi, yalnızca sözde değil; hayatın her köşesinde kendini hissettiriyor. Yerel yönetimlerde eşit temsilden kooperatif çalışmalarına, kültürde toplumsal yaşamda yer almaktan akademide yapılan kadın odaklı araştırmalara kadar, bu çaba yaşamın her alanında somutlaşıyor. Tüm bu örnekler, kadınların direniş damarlarının toplumsal yaşamla buluştuğu somut göstergeler ve umut hakkının pratiğe dönüşmesinin kanıtı.
Hannah Arendt şöyle diyor: “Her doğum bir başlangıçtır; her başlangıç, dünyada yeni bir şeyin ortaya çıkma imkânıdır.”
Bu, yalnızca fiziksel bir doğum değil; her direniş ve her kadın girişimi, dünyada yeni bir yaşam ve özgürlük olanağı yaratıyor. Kadınlar, yaşam alanlarını yeniden inşa ederken toplumsal ilişkilerin ve dayanışmanın tohumlarını da ekiyorlar. Arendt’in sözü, TJA’nın Amed’den Ankara’ya gerçekleştirdiği yürüyüşle somutlaşıyor.
Bu yürüyüş, sadece bir mesafeyi kat etmek değil; Amed’in tarihsel direniş mirasından güç alarak, özgürlük ve eşitlik taleplerini Ankara’nın merkezi politik alanına taşımak anlamına geliyor. Başlangıç ve varış noktaları, yürüyüşün hem tarihsel hem stratejik boyutunu ortaya koyuyor. Sokaklarda, meydanlarda ve yollarda görünür kılınan bu mücadele, kadınların kolektif iradesinin ve dayanışmasının somut bir ifadesi. Geçmişle bugün arasında kurulan bağı ve direnişin sürekliliğini güçlü biçimde gösteriyor.
Abdullah Öcalan, kadınların umudunu büyütmenin önemini bir kez daha vurguluyor:
“Kadınlar için umut ilkesini geliştirdim.”
Artık umut, yalnızca beklenen bir gelecek değil; kadınların direnişiyle somutlaşan, yaşamın her alanında yeniden kurulan ve toplumsal geleceği inşa eden bir ilkedir. Kadınlar, bu inşanın hem mimarları hem bekçileridir; çünkü umut, onların direnişi ve toplumsal dayanışmasıyla hayat buluyor. Her kadın girişimi, sadece bugünü değil, geleceği de şekillendiriyor; geçmişin gölgesinde filizlenen her mücadele, geleceğe taşınan bir umut oluyor. Kadınların direnişi, toplumsal yaşamın en güvenilir ışığı ve her yeni adım, yaşamı ve toplumu dönüştürmenin bir başlangıcıdır.