Direniş Ekseni, görünmez ağını ayakta tutabilmek için kendini dönüştürerek misyonunu üç kategoride yeniden tanımladı. İlki, yapısal dönüşüm: İran’ın özellikle 2000’li yıllara damgasını vuran geleneksel vekil stratejisinden uzaklaşıp özerk hareket eden ama genel olarak Tahran’ın çıkarlarıyla uyumlu grupların varlığını korumasına yöneldiğini gösteriyor
Kemal Taylan Abatan
7 Ekim 2023 sonrası gelişen durum, İran ve vekil güçlerinden müteşekkil Direniş Ekseni’nin tarihindeki en derin sarsıntılardan birine sahne oldu. İran, 2024–2025 aralığında askeri anlamda ağır kayıplar verdi. Ancak bu sarsıntı, çoğu batılı analizde iddia edildiği gibi bir çöküşten ziyade, stratejik bir dönüşüm sürecine işaret ediyor. Direniş Ekseni, bu dönemde İran’ın merkez rol oynadığı ve ideolojik olarak Velayet-i Fakih makamının şekillendirdiği koalisyondan, esnek ve yerel ağlara dayalı bir yapıya dönüşmenin yollarını arıyor.
İran İslam Devrimi’nin koruyuculuğu misyonunu üstlenen Devrim Muhafızlarının elit operasyon gücü olan Kudüs Gücü, İran’ın Direniş Ekseni’yle olan ilişkilerini yöneten asli güç konumunda. Kudüs Gücü’nü elit bir operasyon gücüne dönüştüren ve Şii hinterlandında adeta çalmadığı kapı kalmayan Kasım Süleymani idi. Ancak Süleymani’nin 3 Ocak 2020 tarihinde Bağdat Havalimanı’nda, Haşdi Şabi komutanı Ebu Mehdi el-Mühendisi’yle birlikte öldürülmesi İran adına işleri bariz biçimde değiştirdi.
Süleymani sonrası dönemde otorite boşluğu İsmail Kaani’yle doldurulmak istense de bu başarılı olmadı. Kaani’nin sınırlı karizması, koordinasyon konusundaki eksikliği ve özellikle İsrail’le yaşanan 12 Gün Savaşı sırasında isminin iç kamuoyunda tartışmalı hale gelmesiyle birleşince, Direniş Ekseni’nin İran merkezli bir komuta sisteminden çıkarılıp görünmez ağlarla işleyen özerk bir yapıya dönüştürülmesi kaçınılmaz hale geldi.
Farklı bakış açılarında Direniş Ekseni
2024 yılı, Direniş Ekseni açısından zorlu bir yıl oldu. Century Foundation’dan Veena Ali-Khan ve Thannasis Cambanis tarafından hazırlanan raporda, İsrail’in yüksek yoğunluklu suikast saldırılarıyla Hamas, Hizbullah ve Devrim Muhafızları bağlantılı çok sayıda askeri ve ideolojik liderin öldürülmesinin, eksenin koordinasyon ağını ciddi şekilde etkilediği öne sürüldü.[i] Ayrıca Esad rejiminin çöküşüyle İran’ın Suriye’deki kara hattı kesildi. Levant bölgesindeki Şii milisler ve Filistinli gruplar koordinasyon yeteneklerini yitirdi. Ancak bu askeri yenilgiler, Direniş Ekseni’nin yerel ve kurumsal mevcudiyetini tamamen ortadan kaldıramadı.
Askeri yenilgiler sonucu Direniş Ekseni’nin hegemonik gücü kırılmış olsa da, bu durum onun tamamen etkisiz hale geldiği anlamına gelmez. Aksine, eksen artık bölgesel güç olmaktan çok, entegre olması muhtemel devletler üzerinden, Irak, Lübnan, Filistin ve Yemen gibi ülkelerde siyasal alanın bir tür bileşeni olma olanağının önünü açmak üzere. Bahreyn’deki Şii çoğunluğu da düşününce, Körfez ülkelerine müdahil olma imkanını da yakalayabilecek. Çünkü İran’ın ve vekil gruplarının gücü, ideolojik motivasyondan çok ekonomik kaynaklara, yerel toplumsal bağlara ve devlet içi bağlantılara dayanıyordu. Böylece eksen, savaş alanında zayıflarken, ekonomik ve kurumsal organizasyonu üzerinden ayakta kalabildi.
Chatham House’tan çıkan, Renad Mansour, Haid Haid ve Hayder Al-Shakeri tarafından hazırlanan kapsamlı saha raporu, Direniş Ekseni’nin bu yeni evresini direnişin şekil değiştirmesi olarak tanımlıyor.[ii] İran’a bağlı gruplar, yaptırımların ve savaşların yarattığı boşluklarda hem resmi hem gayri resmi ekonomilerde yeni işleyiş biçimleri geliştirdi. Irak’ta merkez bankasına nüfuz edilmesi, Lübnan’da inşaat sektörü, Yemen’de akaryakıt kaçakçılığı, Suriye’de gıda ve ilaç tedarik zincirleri bu ağın damarlarıydı.
Direniş Ekseni’nin kurmuş olduğu karmaşık ekonomik ağ Batı tarafından genellikle terörün finansmanı olarak görüldü. Ancak bu ağ pratikte yerel toplumsal işleyişin bir parçasına dönüşmüş durumda. Bu nedenle Batı’nın yaptırım politikaları, çoğu zaman bu ağların köklerini kurutmak yerine daha da derinleştirdi. Yaptırımlar devletleri zayıflatırken, kayıt dışı mekanizmalar güçlendi. Döviz bürolarını ve nakit hatlarını yöneten milis grupları yerel ekonomilerin belirleyeni haline geldi.
Clingandael Institute’te Renad Mansour ve Hamidreza Azizi tarafından hazırlanan bir başka raporda ise 2025 Haziran’ında yaşanan ve 12 Gün Savaşı olarak adlandırılan İran–İsrail Savaşı, eksenin yeni stratejisinin ortaya çıktığı an olarak yorumlanıyor.[iii] Bu dönemde Hizbullah, Haşdi Şabi ve Husiler, İsrail’in İran topraklarına yönelik geniş çaplı saldırılarına karşı beklenen ölçekte tepki vermedi. Bu sessizlik, eksenin askeri zafiyetinden çok, İran’ın stratejisinin bir sonucuydu. Tahran, ABD’nin doğrudan müdahalesini tetikleyecek bir tırmanmadan olabildiğince kaçındı. Vekil ağlarını beklemeye alarak itidalli bir karşılık vermeyi seçti.
İran ve vekil güçlerinin itidalli yaklaşımı, 12 Gün Savaşı’ndan bir çıkış yolu yaratılmasının imkanını yarattı. ABD, düzenlediği sınırlı hava harekatının ardından savaşın finalini yaptı. Yeni durum, İran’ın artık merkezi bir konumunun olmadığını, vekillerinin özerk davranışlar geliştirdiğini gösteriyor. Bu strateji, bir yandan ekseni dağınık hale getirirken diğer yandan saldırı kapasitesini kontrol altında tutuyor.
İsrail merkezli The Instite of National Security Studies’in kolektif biçimde hazırladığı raporda ise İsrail’in İran’a yönelik 2024-2025 stratejisi “ekseni kırmak” olarak adlandırılıyor.[iv] Konuya ilişkin İsrail bakış açısı, 2024–2025 döneminde İsrail’in bölgedeki operasyonlarıyla Hizbullah, Hamas ve Esad rejimini hedef alarak Direniş Ekseni’nin batı kanadını çökerttiğini savunuyor.
Gerçekten de İsrail’in saldırıları sonucu Hizbullah’ın Bekaa Vadisi, Beyrut ve Güney Lübnan’daki askeri altyapısı önemli ölçütte yara aldı. Örgüt, Güney Lübnan’da Litani Nehri’ne kadar geri çekilmeye zorlandı ve İsrail için tehdit olmaktan çıkarıldı. Hasan Nasrallah, Fuad Şükr, İbrahim Akil gibi liderlerin öldürülmesiyle örgütün liderliği sınırlandı. Lübnan’daki gelişmelere mukabil Esad rejiminin devrilmesiyle İran’ın Suriye üzerinden Lübnan’a uzanarak işleyen lojistik ağı koptu. Böylelikle İran’ın, Levant bölgesindeki stratejik kara ağı ortadan kaldırıldı.
Bu tablo, İsrail merkezli bakış açısında zafer olarak sunulurken, eksenin zaafiyet halini kalıcı görmek hatalı olabilir. Suriye ve Lübnan’da oluşan güç boşlukları, Türkiye ve Körfez ülkeleri gibi bölgesel aktörlerin yanı sıra İran’ın da yeniden manevra yapabileceği alanlar yaratıyor. Dolayısıyla İsrail’in operasyonları güvenlik anlamında olumlu katkılar sağlasa da, bu müdahaleler uzun vadede bölgesel rekabet dengelerini daha karmaşık hale getirebilir.
Amerikan bakış açısını ele alan ve American Enterprise Institute’ten çıkan Nicholas Carin ve Brian Carter imzalı raporda ise İran ve Direniş Ekseni’nin 2025 itibarıyla askeri anlamda son kırk yılın en zayıf dönemini yaşadığı iddia ediliyor.[v] Ancak bu zayıflık görüşüne ihtiyatlı yaklaşmak gerekiyor. Çünkü İsrail’in bölgesel agresyonu sonucu, özellikle 9 Eylül’deki Doha saldırısı sonrası, bölgesel güç ilişkilerinde Çin’in müdahil olabileceği alan açıldı. Düzenin boşluk kaldırmayacağı varsayılırsa, ortaya çıkan durum yönetilmediği takdirde İran yeniden güçlenebilir.
Raporda Washington açısından en olumlu senaryo olarak Direniş Ekseni’nin mevcut askeri zayıflık durumunu kalıcı hale getirilmesi tavsiye ediliyor. Bunun için İran’ın uyguladığı nükleer programın baskı altında tutulması, Lübnan’da Hizbullah’ın yeniden silahlanmasının önlenmesi, Irak’ta Haşdi Şabi’nin kurumsal entegrasyonunun kontrol edilmesi, Suriye’de Ahmed Şara liderliğindeki geçiş sürecine destek verilmesi, Yemen’de Husilerin Kızıldeniz’deki tehdidine karşı Körfez ülkeleriyle bölgesel koordinasyonun sağlanması öneriliyor. İran’ın Savunma Konseyi adıyla yeni bir güvenlik organı kurarak stratejik revizyon sürecine girdiğini, bu nedenle ABD’nin hızlı hareket etmezse zamanın getirdiği avantajı kaybedeceği savunuluyor.
Dönüşümün üç odağı
Direniş Ekseni, görünmez ağını ayakta tutabilmek için kendini dönüştürerek misyonunu üç kategoride yeniden tanımladı. İlki, yapısal dönüşüm: Eksen, İran’ın Devrim Muhafızları yönlendirmesiyle merkezi komutaya dayalı bir blok olmaktan çıktı. Çok merkezli, esnek ve yatay bir ağ haline geldi. Bu durum, İran’ın özellikle 2000’li yıllara damgasını vuran geleneksel vekil stratejisinden uzaklaşıp özerk hareket eden ama genel olarak Tahran’ın çıkarlarıyla uyumlu grupların varlığını korumasına yöneldiğini gösteriyor.
İkincisi, ekonomik dönüşüm: Yaptırımların ve savaşların etkisiyle eksen, bölgesel ekonomilerin kayıt dışı damarlarına sızarak bir tür gölge ekonomi geliştirdi. Bu model, İran için bir yandan dış politika aracı, diğer yandan içerideki rejimin istikrarını finanse eden bir mekanizmadır.
Üçüncüsü, ideolojik-siyasal dönüşüm: 2000’lerin bölgesel “İslami direniş” söylemi, yerini ulusal düzeyde siyaset yapma biçimine bıraktı. 12 Gün Savaşı sırasında İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in İranlılık kimliği üzerine ve İran’ın birliğine dair yaptığı vurgular bu açıdan örnek. Arap Baharı sonrasında İran, otoriter rejimlere karşı yaşanan halk ayaklanmalarını kendi hanesine yazdırabilmek için İslami devrim söylemi üzerinden kitlelere destek mesajları yayınladı.
Ancak bu durum, Suriye İç Savaşı’nın başlamasıyla, İran’ın Esad Rejimi’ni ayakta tutmak için bizzat taraf olmasıyla değişti. Gelinen aşamada Direniş Ekseni’nin caydırıcılık kapasitesi sınanırken, aktörler artık ümmet idealiyle değil, kendi bölgelerinde iktidar alanlarını koruma refleksiyle hareket ediyor. Bu dönüşüm, eksenin ideolojik bağlarını zayıflatırken siyasi esnekliğini artırıyor.
Koordinasyon nasıl sağlanacak?
2025 yılının sonlarına yaklaşılan bu zamanlarda, Direniş Ekseni’nin durumu kompleks görünüyor. Askeri açıdan zayıflamış, lider kadrolarını yitirmiş, lojistik ağları parçalanmış bir yapı olarak görülse de, ekonomik gövdesi, toplumsal kökleri ve bölgesel bağlantıları yerinde duruyor. İran artık bölgede doğrudan savaş yürütebilecek kapasiteye sahip değil. Ama devletlere entegre olmuş vekil siyasi fraksiyonlar üzerinden belirleyici rol oynama gücünü koruyor.
İran ve vekilleri bugün artık savaş meydanında değil, enerji yollarında, finansal ağlarda ve iç siyaset mekanizmalarında mücadele veriyor. ABD ve İsrail’in son iki yılda elde ettiği askeri kazanımlar, bu ağları çözmeye yetmedi.
Ortadoğu, İran hegemonyasının sınırlanmasının ardından yeni düzen tartışmaları sürecinde denge arayışına girdi. İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirklikleri gibi bölgesel aktörler, İran’ın gerilemesinden doğan boşluğu doldurmaya çalışıyorlar.
Tüm bu tablo, Direniş Ekseni’nin yok edilemediğini, fakat evrim geçirerek varlığını sürdüren bir yapı olduğunu gösteriyor. İran ve vekil güçleri, 7 Ekim sonrasındaki yıkımla birlikte yeniden yapılanma yeteneğini gösterebildi. Geniş bir coğrafyaya yayılmış ve her biri farklı güç ilişkileri içerisinde bulunan ekseni tek bir çatı altında koordine etmek muhtemelen eskisi kadar mümkün değil.
İran artık Arap Baharı sonrasında bulduğu statüko boşluğunu arzu ettiği gibi dolduramıyor. Bu boşluğu doldurduğu aşama devlet dışı aktörlerin çağıydı. İran da ambargoların gölgesinde askeri ve siyasi kapasitesini bir devlet dışı aktör biçiminde organize etti. Kudüs Gücü sayesinde Ortadoğu’da hemen her kapıyı çalabildi. Şimdi ise tüm bu yatırımını kaybetme riskiyle karşı karşıya. Ortadoğu’da hegemonik güç olmasına özgü eski agresif yayılma stratejisini sürdüremese de bölgedeki kırılgan devlet yapılarına sızarak içerden şekil veren bir aktör olarak varlığını sürdürebilir.
İran açısından 7 Ekim’den 2025 sonuna kadar yaşananlar, bir imparatorluğun çöküşü değil, geniş coğrafyaya yayılmış ağın ateş altında yeniden doğuşu olarak nitelenebilir. Kısaca ifade etmek gerekirse, İran askeri olarak yenilse de politik olarak ayakta kalmanın yollarını arıyor.
[i] “Down but Not Out: Reassessing the Axis of Resistance”, https://tcf.org/content/report/down-but-not-out-reassessing-the-axis-of-resistance/
[ii] “The shape-shifting ‘Axis of Resistance’: How Iran and its networks adapt to external pressures”, https://www.chathamhouse.org/sites/default/files/2025-03/2025-03-06-shape-shifting-axis-resistance-mansour-shakeri-haid.pdf
[iii] “The Silent Frontlines: Why the ‘Axis of Resistance’ Stayed Quiet in the Iran-Israel War”, https://www.clingendael.org/publication/silent-frontlines-why-axis-resistance-stayed-quiet-iran-israel-war
[iv] “Fracturing the Axis: Degrading and Disrupting Iran’s Proxy Network”, https://www.inss.org.il/publication/fracturing-the-axis/
[v] The State of the Axis of Resistance: Assessing Risks and Opportunities for the United States, https://www.aei.org/research-products/report/the-state-of-the-axis-of-resistance-assessing-risks-and-opportunities-for-the-united-states/









