Modern yaşam, anlamı hızla tüketen bir ritme alıştırdı; endüstriyal kapitalizm, kâr ve verimlilik odaklı mantığıyla zamanın kısa döngülerini dayatırken, Descartes’in özne-nesne ayrımı doğayı yalnızca ölçülecek, yönetilecek bir nesne haline getirdi. Bu iki kavramsal ve kurumsal yönelim birlikte çalıştığında, anlam üretiminin zamansal derinliği silikleştiriliyor. Anlam, salt zihnin anlık atıflarından ibaret bir ürün olarak görülürse, uzun vadeli süreçlerin, gömülü hafızaların ve ekolojik izlerin taşıdığı anlatı gözden düşer. Doğanın süreçleri, izleri ve bıraktığı kalıntılar uzun ölçekli bir anlatı örgüsü oluşturur; bu örgü, toplumsal pratikleri, ritüelleri, mekânsal düzenlemeleri ve kolektif hafızayı biçimlendirir. Bir nehrin yatağını değiştirmesi, bir kıyı çizgisinin gerilemesi ya da bir orman örtüsünün değişimi ilk anda yalnızca çevresel bir olgu gibi algılansa da, zaman içinde kültürel adaptasyonlara, ekonomik dönüşümlere ve hukuksal yeniden düzenlemelere yol açar. Bu etkiler hemen görülmeyebilir; ancak kalıcılıkları ve yayılımları sayesinde anlam üretirler.
Zamansal boyutun ihmal edilmesi yalnız çevresel sonuçlar doğurmaz; aynı zamanda anlam üretme kapasitesinde aşınmaya neden olur. Kısa vadeli kârlılık hesapları, uzun vadeli ekolojik süreklilikleri geri plana ittikçe, üretim ve tüketim pratikleri tarihselliğin taşıdığı bilgiyi yok eder. Kültürel hafıza zayıflar; kuşaklar arası aktarım zedelenir; toplumsal ritüeller tüketimin ritmine uyum sağlamak zorunda kalır. Kapitalist Modernitenin zamana müdahalesi, yalnızca ekonomi politikası sorunu değil, epistemik bir sorun haline gelir: Hangi gerçekliklerin, hangi sürelerin ve hangi anlatıların anlam sayıldığına dair kararları, modernitenin kanlı salyasında arayacağız. Anlam, süreyle sıkı bir bağı olan bir olgudur; bu bağı koparmak anlamı pazarlanabilir, anlık ve tükenebilir bir meta hâline getirir.
Endüstriyal kapitalizm, anlamı metalaştırırken zamanı anlamdan koparacaktır. Teknoloji ve ulaşılabilirlik, anlık tatminleri teşvik edecek; üretim süreçleri hızlandıkça geri dönüşüm, restorasyon veya uzun vadeli planlama gibi erdemler maliyetli görülebilir. Kentsel planlama kararları kısa vadeli konjonktürler tarafından belirlendiğinde, ekosistemlerin sağlayacağı hizmetler ve uzun vadeli kültürel ilişkiler göz ardı edilecektir. Bu durum, yalnızca çevresel tahribata değil, aynı zamanda toplumsal adaletin zedelenmesine yol açar; zira kısa vadeli kazançların maliyeti genellikle gelecek kuşaklara ve kırılgan topluluklara yüklenir.
Doğanın anlamsal kapasitesi, insan-mekan ilişkilerindeki sürekliliklerle de okunmalıdır. Toprak, su, orman ve taş, yalnızca kaynak değil; aynı zamanda hafıza taşıyıcılarıdır. Mimari yapıların, yerleşimlerin, ritüellerin ve dilden dile aktarılan hikâyelerin altında bu hafıza katmanları yer alır. Bir vadinin binlerce yıllık su rejimi, o bölgedeki tarım pratiğini, toplulukların yerleşim biçimini ve sosyal örgütlenmeyi belirler. Bu nedenle doğanın eylemleri—jeolojik, ekolojik, iklimsel—insani eylemleri tetikler ve uzun vadede kolektif anlamların şekillenmesine katkıda bulunur. Anlam, yalnızca 80 yaşındaki bir insan varlığının yorumladığı bir içerik değil; aynı zamanda eylemin ve zamanın ürünü olarak görülmeli.
Anlamın yeniden kazanılması, gündelik pratiklerde, ( çevreye duyarlı) kamusal politikalarda ve kolektif hafıza süreçlerinde yapılacak dönüşümlerle mümkün olur. Öncelikle, karar alma mekanizmaları kısa vadeli ekonomik göstergelerin ötesine bakmayı öğrenmeli; uzun vadeli ekolojik ve kültürel etkiler hesaba katılmalı. Yerel bilgi ve bilimin birlikte değerlendirilmesi, planlama süreçlerini zenginleştirir; komşunun deneyimi, tarihin bıraktığı izler ve bilimsel veri aynı masada eşit ağırlıkta ele alınmalıdır. Bu yaklaşım, yalnızca teknik bir uyum değil, ayrıca epistemik bir demokratikleşmedir: hangi bilgilerin anlam üretiminde söz sahibi olduğuna ilişkin adil bir yeniden dengeleme gerektirir.
Anlamı Decsartes’in düşünen insan varlığından alarak hayvana, ağaca, vadiye, dağa, iade etmek anlamlı ve yaşanabilir yaşam için nesnel bilgi niteliğinde görülmelidir. Varlığını Katolik kilisesine karşı düşünce ile ispatlamaya çalışan Descartes, kendini kurtarmaya çalışırken kendi dışındaki tüm canlı varlıkları nesne konumuna indirmesini felsefi bağlamından kopararak, dönemim politik bir çıkışı olarak değerlendirmek gerekir. Felsefe ile felsefecilerin zaman- mekan çerçevesinde anlam üretmeye çalışanlarını ayırt etmenin zamanını yakaladığımızı sanıyorum. Anlamı tekrar zamana bağlamanın zamanıdır.