Kapitalizmin ahlaksızlığı, doğal yaşama karşı sürdürdüğü yağma ve yıkımlar da artık gizlenemez biçimde gözler önüne serilmiş durumda. Bu ahlaksızlık ise bizim gibi ülkelerde çok daha ağır sonuçları ortaya çıkarıyor. Kaz Dağları’nda görüldüğü gibi ormanın, toprağın ve suyun zehirlenmesine yol açan adımlar da dur durak bilmiyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün (MAPEG) geçtiğimiz gün 1102 maden sahasının ihale duyurusu, doğa yıkımına her gün yenilerinin eklendiğini gösteriyor.
Orman yangınları askeri müdehaleler ve sabotajlarla sürüyor. Nusaybin’de Süryani halkı yangınlarla adeta kuşatılarak köylerinden sürülmek isteniyor. Diğer yandan rantsal amaçlı orman yangınlarında bir azalma ise görülmüyor. Bursa Orhaneli’de ve Bodrum’da ormanların sabotajlar sonucu yakıldığı iddia ediliyor. Bir yandan ise sermaye kesimlerine tarihi binalar ve parklar ikram ediliyor. Sağlık Bakanı’nın sahibi olduğu ‘Özel Hastaneye’ Ankara’nın tarihi garı verilirken, Atatürk Orman Çiftliği’nin bir kısmı da bu ikrama ekleniyor.
Salda Gölü ise görsel bir dekor olarak kullanılmak üzere yağmaya açılıyor. İznik Gölü sırtlarında yeni maden sahaları ihaleye hazırlanıyor. Gediz Deltası’nı tehdit eden yollar ve imar planları tehlikesi ise halen devam ediyor. Yine Gediz Havzası’nda bulunan Murat Dağı altın madencilerine verilmek üzere hazırlanıyor. Evliya Çelebi’nin ‘Bursa sudan ibarettir’ betimlemesinden eser kalmamış olan Bursa’da derelerin tamamı kururken, bu suların su şirketlerine tahsis edildiği biliniyor.
Trakya’da nehirler su yerine zehir akıyor ve Trakya’nin 1. sınıf tarım arazileri kaya gazı ve petrolü için adeta yağmalanırken Istranca Ormanları yok edilmenin eşiğine getiriliyor. İğneada kıyıları ve Longoz Ormanları’nın sonu getiriliyor. Karadeniz sularında yaşam sona ererken dağlar ise maden ve turizm amaçlı olarak açılan ‘Yeşil Yol’ yardımıyla pazarlanma çalışmaları sürüyor. Fatsa ve Ünye arasındaki altın madeni bölgeyi zehirlemeye devam ederken alanın büyütülme çalışmaları devam ediyor.
Dersim coğrafyası, turizm sahası olarak ilan edilip ardındaki asıl planlar olan maden sahalarını açmak ve siyasal-demografik yapısını dağıtmak olduğu biliniyor. Hasankeyf, bir şirketin çıkarına bağlanırken suya gömülmeye hazırlanıyor ve baraj ardına toplanacak suyla Irak halkları su üzerinden esir alınmaya hazırlanıyor. Akdeniz ekosistemini yok edecek olan petrol ve gaz sondajları üzerinden gerilimler yaşanırken, deniz ekosisteminin varlığı gündeme dahi alınmıyor.
Mersin’de nükleer santral kurulmaya çalışılırken, bu santralin bölgeye getireceği belalar içinde önemli yer tutan deniz ekosistemine etkisi burada da görünmez kılınıyor. Aydın, Manisa ve Çanakkale coğrafyası Jeotermal Enerji (JES) amacıyla zehirlenip sular ve tarım arazileri kullanılamaz hale getiriliyor. Yozgat coğrafyası uranyum madenleri ile yağmalanıp yok edilirken, bu sürece Gümüşhane, Giresun, Eskişehir ve diğer birçok bölge coğrafyaları eklenme çalışmaları sürüyor.
Tüm bunlar yaşanırken Kaz Dağları’nda ortaya çıkan direniş ise sessizliği parçalayabilecek bir yolu halklara gösteriyor. Kapitalizmin küresel ısınmaya ve iklim değişimlerine yol açan adımları ise her geçen gün artıyor. Buzullar öngörüleri aşacak hızda erimeye devam ediyor. İklim değişimi ile birlikte kuraklık ve susuzluk ise kapıya dayanmış durumda. Bu süreçten ilk etkilenecek bölgelerin başında gelen Ortadoğu ve Türkiye coğrafyası içinse önlemler almak şöyle dursun bu süreci hızlandıran saldırıların her geçen gün büyütüldüğü ise yukarıdaki özette açıkça görülebiliyor.
Sermayenin büyüyememe krizi içinde doğal yaşamın daha ileriden ve yoğun olarak sömürülmesini ortaya çıkarıyor. Türkiye’de ise kriz daha derinden yaşanırken krizin tüm yükü emekçi halklara ve doğal yaşama yıkıldığı gözlerden kaçmıyor. Artık yok sürdürülebilir, yok yenilenebilir gibi teranelerin halkların nezdinde bir karşılık bulmadığı ise anlaşılabiliyor. Bu süreçte maden varlığı çıkarılmalı, enerji ihtiyacımız var türü savunuları yapanlar doğal yaşamı koruma çabasındaki direnişlerle arabulucuğa soyunup direniş noktalarında boy gösteriyorlar. Bunlar arasına TMMOB’a bağlı Maden Müh. Odası’nın hazırladığı raporla eklenmesi ise can sıkıyor. Devletin ve sermayenin saldırgan tutumuna karşı, halkların direnişleri tercih ettiği bu dönemde en tehlikeli kesim bu iddialarla kitlelerin karşısına çıkanlar oluyor.
Madene ve üretilen enerjiye kimin ihtiyacı olduğu ve ne için üretildikleri tartışma dışı tutularak direnişçilerin kafası karıştırılmak isteniyor. Kapitalizmin ahlaksız yüzü bu kesimlerce maskelenmek istenirken, sömürü sisteminin bekası savunuluyor. Bu süreçte anti-kapitalist bir çizgi dışında bir yolun olmadığı ise artık daha çok netleşiyor….