ABD Devlet Başkanı Donald Trump 28 Ocak’ta Washington’da İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu ile birlikte bir plan açıkladı. “Yüzyılın anlaşması”, “Yüz yıllık barış vizyonu” dediler kendi planlarına. Planlarının Filistinlilerin beklentilerine cevap olmadığı ortada. Filistin sorununda çözümsüzlüğün devamı istikametinde bir plan.
Yüz yıla yakın bir süredir İsrail-Filistin sorunu bölgenin temel sorunu olarak varlığını hep sürdürdü. Yine uluslararası alanın da temel sorunlarından biri oldu hep. 1940’lardan bu yanaki çelişki ve çatışma ağırlıklı olarak Filistin sorunu etrafında şekillendi. 1948, 1967, 1973 savaşları, 1982’de İsrail’in Lübnan’da geliştirdiği savaş ağırlıklı olarak Filistin sorunu etrafında gelişti.
İsrail-Filistin merkezli kutuplaşma Ortadoğu alanıyla sınırlı kalmayarak küresel çaptaki cepheleşmelerin temel konusu oldu. Batı Bloğu, Amerika ve NATO ağırlıklı olarak İsrail’in yanında yer alırken, Sovyet Bloğu ve devrimci demokratik güçler ile demokratik kamuoyu Filistin’le dayanışma içinde oldu. İsrail-Filistin sorunu ve sorundaki çözümsüzlük üzerinden milliyetçilik, dinsel temelli kutuplaşma ve militarizm yeniden ve yeniden üretildi. Bölgenin hem tarihi hem güncel çelişkileri bu sorun etrafında dillendirildi. Bölgeye yönelik jeopolitik çıkarlar ve jeo-stratejik konumlanmalarda sorun en yüksek düzeyde araçsallaştırıldı. Sorunda barış ve kalıcı çözüm için samimi bir yaklaşım sergilenmedi, göz boyama amaçlı Oslo Barış Süreci geliştirildi. Oslo Barış Süreci çözümden ziyade çözümsüzlüğü derinleştirdi.
Arap ulus devletleri, Arap milliyetçiliğini ve ulus devletlerini şekillendirmede Filistin sorununu temel bir propaganda olarak hep gündemde tuttular. Kamuoylarına kendi iktidarlarını kabul ettirme aracına dönüştürdüler. Saddam Hüseyin en yoğun biçimde bunu yapanlardan birisiydi.
İsrail ise kendi varlığını ve güvenliğini ABD’nin ve Batı’nın çıkarlarına endeksli bir biçimde kurgulayarak (birlikte bir kurgulama demek daha doğru) bu güçlerin ve küresel sermayenin bölgedeki koruyucusu pozisyonunda hareket ederek çelişki ve çatışmaların derinleşmesinde başat bir rol oynadı.
Türkiye’nin politikası
Türkiye tarihsel olarak İsrail-Filistin, Arap-İsrail çelişki ve çatışmasında hep faydacı bir yaklaşım temelinde hareket etti. Bölgedeki konumunu hem Batı nezdinde hem İsrail nezdinde hem de Araplar nezdinde hep pazarlık konusu yaparak ekonomik, siyasi ve diplomatik alanda avantaj ve rant sağlama peşinde koşan bir politika izledi. Kritik dönem ve anlarda ise hep İsrail yanlısı bir duruş gösterdi, AKP iktidarı da buna dahil. AKP iktidarı İsrail’le ekonomik, diplomatik, askeri ve istihbarat alanında hep kapsamlı düzeyde ilişki ve anlaşmalar içinde oldu. Bu durum yoğunluğu bir biçimde devam ediyor.
AKP iktidarının Ortadoğu’ya yönelik politikası Filistin’den ziyade İsrail’in çıkarlarına daha yakın bir seyir içinde. Filistin’e en çok destek veren ülkelerin başında Suriye geliyordu. Suriye’nin AKP iktidarı tarafından tahrip edilmesi İsrail’i hayli memnun etmiştir. AKP iktidarının Filistin’e sahip çıkıyor görüntüsü bir şovdan ibarettir. Tayyip Erdoğan şovunun önemli bazı sebepleri var. Bu sebeplerin başında gelen, Türkiye’nin Arap ülkelerine ve coğrafyasına yönelik içine girdiği kapsamlı savaş ve işgal hareketidir. Bundan birkaç ay önce Suriye Dışişleri Bakanlığı, “Golan’da İsrail işgali altında olan topraklarımızdan birkaç misli fazla toprağımız Türkiye’nin işgali altındadır” demişti. Erdoğan ve iktidarı, Müslüman ve Arap kamuoyunun gerçeği görmesini engellemek için söylemde Filistin’e sahip çıkıyor görüntüsünü veriyor. Bu görüntünün inandırıcılığı yoktur. İktidar inandırıcı olma rezervlerini tümden tüketmiş durumda.
Birçok devlet ve güç Filistin davasını istismar etmeye çalıştı ama hiçbirisi AKP iktidarının düzeyinde bir istismara vardırmadı.
AKP iktidarı, Müslüman Kardeşler (İhvan-i Müslim) örgütünü Suriye’nin ve Libya’nın işgalinde bir araç olarak, bir Truva Atı olarak kullandı ve daha da kullanıyor. Filistinli HAMAS örgütünü Arap kamuoyuna yönelik yürüttüğü algı operasyonunun bir parçası durumuna getirdi. HAMAS, Efrîn işgalini destekleyen bir tavır içine bile girmişti. Bu her iki gücün AKP iktidarının işgalci politikalarını bir eklentisi ve aracı durumuna girmelerinde dolayı Arap halkları nazarında itibarlarını tüketmiş güçlerdir.
Yeni bir dönem mi başlıyor?
Araplarla İsrail’in ilişkileri bir asırdır negatif düzeyde seyrediyor. Hem bölge düzeyinde hem de uluslararası alanda yaşanan gelişmeler bu ilişkileri de yakından etkilemektedir. Bir taraftan İran’ın Arap sahasına yönelik giderek gelişen etkisi, diğer taraftan Türkiye’nin Arap sahasına yönelik geliştirdiği işgal, yürüttüğü savaş ve çeşitli müdahale atraksiyonları Arap Baharı’nın oluşturduğu tahribatının da etkisiyle hem İsrail’i hem de Arap tarafını yeni arayışlara, bu arayışlar temelinde de birbirine daha yakın durmaya yöneltmektedir. Böyle bir yönelim ABD’nin ve bazı Batılı güçlerinde de politikalarına uygun düşüyor.
Bazı Arap ülkelerinin ve İsrail’in NATO’ya alınması tartışılmakta. Böyle bir durumun gerçekleşmesi demek bölgenin yeniden dizaynı demektir. Bu da çok daha farklı bir Ortadoğu tablosu anlamına gelmektedir. Filistin sorunu böyle tabloda çok yakından etkilenecektir. Olumsuz manada etkileme olasılığı daha yüksek.
Kürt halkının lideri Sayın Abdullah Öcalan’ın Ortadoğu’nun sorunları ve sorunların çözümleri üzerinde kapsamlı değerlendirmeleri vardır. Yine Filistin-İsrail sorunu üstüne hayli önemli görüş ve değerlendirmeleri mevcuttur. Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi’ni önemli bir perspektif olarak ortaya koymaktadır. Dinci, mezhepçi, milliyetçi, ulus devletçi yaklaşımlar dışında bir arayışı, bir mücadele perspektifini sunmaktadır. Bölge ulus devletlerinin ve küresel hegemonik güçlerin politikalarının dışında, bölge halklarının ortak mücadelesi temelinde, bölge halklarının eşit ve özgür birlikteliğini esas alan bir yaklaşımı bölge halklarına ve geleceğine sunmaktadır.