Amerikalı gazeteci John Reed’in 1917 devrimini anlattığı belgesel anlatı kitabının ismi “Dünyayı Sarsan On Gün”. Belgelere dayandırılan ve gün gün devrim sürecindeki gelişmeleri aktaran kitap, aynı zamanda dönemin siyasi atmosferine ışık tutuyor.
Elbette sosyal bilime, tarihin akışına vakıf herkes Rus Devrimi’nin bir anda ortaya çıkmadığını, etkilerinin de on güne sığdırılmayacağını biliyor. Fakat Dünyayı Sarsan On Gün kitabının da, bütün devrim süreçlerinin de tartışmasız kanıtladığı en önemli hakikat, dünyayı değiştirenlerin yönetenler, egemen güçler değil ezilenler, ötekiler ve onların mücadelesi olduğudur. Çarlar, imparatorlar, hükümdarlar, diktatörlerin hiçbiri toplumsal mücadeleler karşısında tarihin akışını değiştiremedi. Ve yine tarih bize gösterdi ki, savaş baskı rejiminin başvurduğu son ve kaçınılmaz bir yöntem; baskı rejimine karşı mücadele de kaçınılmaz ve zorunlu bir diyalektik görev. Tarihin yönünü değiştiren işte bu mücadele.
Dünyayı Sarsan On Gün kitabına konu o tarihsel sürecin üzerinden 100 yıldan daha uzun bir zaman geçti. Rusya bugün mecrasından sapmış, dünya halkları adına söz söyleme ve karar verme yetkisini kendinde gören, emperyal hevesli yöneticiler tarafından yönetiliyor. Putin ve ekibinin, hafta başında Soçi’de, hakkında karar verdikleri Kürtlerin yaşadıkları ise “Dünyayı Sarsan On Gün” tanımına eksiksiz bir şekilde oturuyor.
Rojava’ya yönelik 9 Ekim’de başlayan, 18 Ekim’de ABD ile Türkiye arasında varılan ateşkes anlaşması ile yeni bir evreye giren o kapsamlı saldırının ilk bölümü tam 10 gün sürdü. Görünürde, Rojava’ya sadece AKP hükümeti saldırı başlattı ama saldırının arkasında 21 yıllık kesintisiz “uluslararası komplo” güçlerinin tamamı yer aldı. Erdoğan günler öncesinde saldırıyı, dünya devletlerinin yer aldığı BM’de, o meşhur haritayı göstererek ilan etti. Trump saldırıya onay verdi. Putin Kürtlerin de, Türkiye’nin de kendisine muhtaç olacağını düşünerek adeta işi körükledi. Batılı devletler kuru ve soğuk kınamalarla saldırıyı izledi.
Bütün bu gelişmeler karşısında dünya halkları umudu büyüten devasa bir itiraz geliştirdi. Dünyanın dört bir tarafında ayaklanan insanlık vicdanı, saldırıya çok sert tepki gösterdi. Öyle ki bu tepki, kendi hükümetlerini “bir şeyler yapıyormuş gibi” görünmeye mecbur bıraktı. Kürtlere karşı saldırı başlatanların, onay verenlerin, destek olanların daha sonra birbiriyle ateşkes imzalamaları da bu çaresizliklerini gözler önüne serdi.
Saldırı iki kez BM gündemine geldi. AB doğrudan konuya ilişkin toplantılar aldı. Arap Birliği yine doğrudan konuyu gündeme alan toplantılar düzenleyerek durumu görüştü. NATO Genel Sekreteri konuyu görüşmek için buralara kadar geldi ve dün yapılan NATO zirvesinde konu yine doğrudan gündeme geldi.
9 Ekim ile 18 Ekim arasında her türlü modern savaş aracıyla Kürtlere karşı girişilen o on günlük saldırı gerçekten dünyayı sarstı. Sarsılan, dünya halklarının vicdanı oldu. Sarsılan, büyük tepkilere maruz kalan dünya efendileri oldu. Sarsılan ve tartışılan, haksızlık üzerine kurulu, savaşlarla varlığını sürdüren dünya sistemi oldu.
Yaşanan bu süreç bugünden yarına bir sonuca evrilmeyecek. Fakat artık Rojava Devrimi, dünya sisteminde kapanmayacak bir gedik açtı. İnsanlığın aklında, kalbinde, umudunda derin bir yer edindiğini kanıtladı. Rojava’da IŞİD barbarlığı karşısında verilen destansı mücadele, oluşturulan yaşam ve yönetim modeli askeri yöntemlerle ortadan kaldırılamayacak kadar derinlere kök saldı. Bakmayın öyle, “biz kazandık, büyük başarılar elde ettik, Rojava tarih oldu” sözlerine. Tarih olan halklara karşı kumpas kuranlar olacak.
Dünya güçleri de artık bu riyakarlıkla yol alamaz. Artık Kürt sorunundan kaçamazlar. Kürtlere karşı savaş başlatarak daha sonra birbirleriyle ateşkes yaparak katliamı engelledikleri izlenimini veremezler. Bu onların tarihe geçecek trajedileridir. Kendi ülkesinde mülteci hale getirmeyi önerdikleri, “yaşam alanlarınızdan çekilin” dedikleri Kürtlere ne öneriyor bu derin akıllılar? Türkiye’nin, İran’ın, Suriye’nin, Irak’ın “ulusal güvenlik meselesi” olarak gördüğü Kürtlere dünya güçleri ne öneriyor?
Elbette hepsi, hep birlikte; yeni bir yaşam, umutlar bir yönetim modeli kurmaya cüret eden Kürtlerin yok olmasını istiyorlar. Ama bu ne mümkün ne gerçekçidir. Halepçe’yi, Dersim’i, Zilan’ı yaşamış, ülkesi parçalanmış 40 milyonluk bir halk; katliamlarla, savaşlarla bitirilemez. Ve Kürtlerin bugün yarattığı model, insanlığın kurtuluşunun yolunu gösteriyor. O yüzden 40 milyon Kürd’ü karşısına alan güçler, Kürtlerle dayanışma içinde olan milyonlarca dünya vatandaşını, onların yarattığı etkiyi hesaba katmak zorundadır. D