Endüstriyel futbolla gittikçe en iyi futbolcuları satın alarak, astronomik ücretlerle her ligde aristokratik takımlar oluşmaktadır. Her şey parayla ölçülmektedir. Gelir gider dengesi sağlanmadığı için borçlanma, borçlanmayla birlikte kulüplerin iktidarla olan ilişkileri, bağımlılıkları da artmaktadır
Özgür Gürbüz
Antik Yunan mitolojisinde adı geçen üçüncü, dördüncü tanrılardan Titan Atlas’ın dünyayı omuzlarında taşıdığı düşünülürdü. Titan Prometheus gibi Atlas’ın da değeri bilinmez, hakkı teslim edilmez tanrılardandı. Yine de ondan korkulur ve saygı duyulurdu. Çünkü (bazen sızlansa da) şikâyet etmeksizin dünyayı omuzlarında taşırdı. Korkulurdu çünkü en küçük bir hareketiyle yer yerinden oynar, depremler olurdu. Atlas’ın dünyayı elinden bırakması ise tezahür edilemeyecek kadar korkunç bir düşünceydi.
Futbol kimilerine göre egemenlerin kitlelerin çelişkilerini asıl çelişki alanlarından sıyrılarak uyuşturdukları çelişkilerin farklı yönlere kanalize edilmesi için icat edilen bir oyun, kimilerine göre yoksul, zengin, sınıf, statü farkı gözetmeksizin kendine bağlayan bir spor. Kimilerine göre yoksul insanların kendini ifade etme biçimi, yükselme aracı. Daha da genişletebilecek tüm bu bakış açılarının gerçekliği vardır. Futbol günümüzde bir kimliğin, aidiyetin de bir ifadesidir. Aynı zamanda örneğin yıllar önce iki ezeli rakip olan Yunan takımlarından Olympiakos ile Panathinaikos bir Türk takımı ile oynadıklarında rakip taraftarları Türk takımını destekleyebilmektedir. Takım aidiyeti ulus aidiyetinin önüne geçebilmektedir. Diğer yandan takımın aidiyeti bir nevi etnik, ulusal kimliğin ifade biçimi olmaktadır. İspanya’da Athletico Bilbao Bask’ın takımıdır ve Basklıların kendilerini ifade etme biçimi aracına haline gelmiştir. Aynı şey Katalonya’nın takımı olan Barcelona için de geçerlidir. Faşist Franco döneminde Bask dili ve bayrağı yasaklanmasına rağmen Athletico Bilbao maçlarında Basklılar, kendi bayraklarını takımın flamalarıyla beraber dalgalandırmaktaydılar. Bask bayrağının dalgalandığı tek özgür alan Bilbao’nun stadıydı. Athletico Bilbao Basklıların ulusal duygularının gelişmesinde ve kalıcılaşmasında büyük bir öneme sahiptir. İspanya iç savaşında iki takım Barcelona ve Athletico Bilbao demokratik direnişin simgesiydiler. İspanya iç savaşında Bask hükümeti propaganda amacıyla ve meşru savunmalarına kaynak bulmak için Euzkadi (bugünkü Athletico Bilbao) takımını Avrupa ülkelerine maçlar yapmaya yolladı. Barcelona da aynı işlevle Meksika ve Latin Amerika’ya gönderildi. İki takımın da iç savaş ve sonrasında misyonu büyüktü. Avrupa ve Amerika kıtasında yaptıkları futbol karşılaşmalarıyla savunmaya kaynak aktardıkları gibi Bask ve Katalon halklarını dünya halklarına tanıtıp sempatilerini kazandılar. İç savaşın sonuçlanması ve faşist Franco’nun başa geçmesiyle Vatikan nasıl ki; Latin Amerika’da devrimci hareketlere destek veren papazları aforoz etmişse FİFA (Uluslararası Futbol Federasyonu) da bu tarihte Barcelona ve Athletico Bilbao oyuncularının lisanlarını iptal etti. Çünkü onlar kurulu düzene karşı çıkarak ezilen etnik yapıların, kimliklerin aidiyetlerinin sembolü oldular.
Dinamo Kiev ve Naziler
Almanya’da Nazi döneminde futbolda tüm diğer spor dallarında olduğu gibi ‘’üstün ırk’’ın üstünlüğünü göstermek, kanıksatmak için bir sindirme, ezme aracı olarak kullanıldı. Almanlar Ukrayna’yı işgal ettikten sonra, Hitler’in takımıyla Dinamo Kiev 1942 yılında karşılaştılar. Maç öncesi Naziler, Dinamo Kievli oyunculara tek bir şey söylediler “kazanırsanız ölürsünüz.” “Üstün insanlar’’ şans eseri de olsa yenilmemeyi garanti altına aldılar. Yerel stadyumda oyuna çekingen, tutuk başlayan Dinamo Kievli oyuncuların ulus, vatan, şeref ve onur duygularının ağır basmasıyla tüm korkularından sıyrılarak gerçek oyunlarını oynadılar ve Hitler’in takımını bozguna uğrattılar. Maçın bitiminde de Naziler Dinamo Kievli oyuncuları sahada kurşuna dizdiler. Ancak onların başı dikti ve ölümü Nazileri kahreden bir tebessümle karşıladılar. Bugün Kiev’de onların adına dikilmiş bir anıt her görene o kahramanları hatırlatmaktadır.
İki savaş arası
Birinci ve ikinci dünya savaşı arasında kitleleri etkilemedeki etkisi nedeniyle Yugoslav Komünist Partisi birçok spor kulübü kurdu. İkinci Dünya Savaşı’nda Nisan 1941 yılında Yugoslavya’nın Miğfer devletleri (Almanya, İtalya vb.) işgali ile Yugoslav Komünist Partisi Tito önderliğinde işgale karşı direnişi başlattı. Miğfer devletleri işgal ettikleri alandaki kulüpleri kendi liglerine bağlarken, bu kulüpleri propaganda amacıyla kullanmaya çalıştılar. Sırbistan spor kulüpleri Almanya’ya bağlanırken Hırvatistan kulüpleri İtalya’ya bağlandı. Hırvatistan’daki futbol takımları Hajduk ismini değiştirip biat etmediği için İtalyan faşistleri tarafından dağıtıldı. Yugoslav direnişçileri silahlı mücadeleye kadro yetiştirmede futbol kulüplerinden yararlandılar. Çoğu kulüp üyesi ve oyuncuları partizan olarak işgalcilerle savaşta yaşamını yitirdi. Savaş sonrası çoğuna ‘’Halkın Kahramanı’’ madalyası verilerek onurlandırıldılar. RSK Split futbol takımının 120 üyesi ve 13 oyuncusu mücadele saflarında yaşamını yitirdi. Yugoslav futbolcu B. Boşko Petroviç savaş pilotu olarak İspanya iç savaşında vuruldu. Futbolcu İvkoviç de işgalci Alman faşistlerince direnişçi kıyım yeri olan Gestapo’da 1943 yılınca katledildi. Yugoslavya’nın birleşmesi ve kurtuluşunda spor kulüplerinin önemli bir yeri vardır. Slovenya, Sırbistan, Karadağ, Hırvatistan, Kosova, Bosna Hersek birleşerek Yugoslavya olarak Alman, İtalyan işgalinde yurtlarını savunup, kurtarmışlarsa sporun futbol kulüplerinin içinden çıkan direnişçileri partizanların yeri yadsınamaz. Maalesef 80’li yıllarda Tito’nun ölümü ile birlikte geçmişin direniş kültürünün devamı olan F.C Partizan, Kızılyıldız, Dinamo Zagreb gibi takımlar milliyetçi dalgaları ile birlikte Hırvat, Sırp, Sloven vb. iç çatışmaların sahnesi oldu. Milliyetçi ve sermayedar mafyaların elinde devrimci miras ve kültürün içi boşaltıldı. Mücadele edilen değerlerin tam karşıtına dönüştürüldü. Ancak tam anlamıyla yok edilemedi. Ahlaki ve politik özünü yine de korumaktadır. Bu yüzden de hala halkın sporudur. Hırvatistan’da az bir nüfusa sahip olmasına rağmen Hırvat milli takımının ve Hırvat oyuncularının başarıları bir göstergedir.
Latin Amerika ve futbol
Futbolun modern anlamda anavatanı İngiltere’dir. Ancak günümüzde futbola Latin Amerika damgasını vurmaktadır. Son yıllarda da Afrika. Futbol Latin Amerika’ya, Afrika’ya olduğu gibi sömürgecilikle beraber girmiştir. Tabii sömürgecilerin direkt empoze etmek için götürdükleri bir oyun değildi bu. Liman işçilerinin, tayfaların kültürel bir yayılma gibi yerli halklara aktarımıdır. İngilizlerin İspanyol ve Portekizli vb. işgal ettiği sömürgeleştirdiği veya ticaretinin yoğun olduğu bölgelerde futbol gelişirken Amerika’nın sömürgesi olan Karayipler’de, Küba’da futbol yerine beyzbolun yayılması, oynanmasının nedeni budur. Ancak Latin Amerika futbolu İngiliz ve Avrupa futbolunu taklit etmedi. Taklit etmedikleri gibi kendi yaşam tarzlarıyla futbolu birleştirerek futbola renk kattılar. Örneğin tek düze, uzun top atışlarıyla ve depar üzerine kurulu futbol yerine Brezilyalılar Capoeira (kölelerin dövüş sanatı ve dansı) ve sambayı futbolla birleştirdiler. Arjantinliler aynı şekilde tangoyla futbolu birleştirdiler. Futbola estetik, kıvrak bilek hareketleri Copoeira’da olduğu gibi havada topa vurmalar (Rövaşata, vole, Zico’nun ters rovaşatası gibi). Tangoda olduğu gibi uyum, ahenk, kısa ani paslaşmalar, ani yer değiştirmeler ve en önemlisi tutkuyla kendi yaşam biçimlerini katarak futbolu geliştirdiler. Latin Amerikalılarla Avrupalıları ilk resmi maçı 1924 yılında yapıldı. Uruguay takımı Avrupalı rakiplerini hezimete uğrattı. İngiliz oyun tarzının aksine hızlı paslar ani hareketler hızlı aldatmacalar biçiminde oynayan Uruguaylı oyuncuların bu yeni oyun tarzı Avrupalıları şaşkına çevirdi. O zamanın aristokrat yazarı Uruguaylı oyuncuların bu yeni oyun tarzını görünce ‘’Bu bir devrim! İşte gerçek futbol bizim sandığımız oynadığımız bununla kıyaslandığında futbol değilmiş meğer, bizim gördüklerimiz okul eğlencesinden öteye gitmiyormuş’’ der şaşkınlığının ifadesi olarak. Yani Latin Amerika oyunu onlara öğretileni taklit etmeyerek, kendi yaşam ve kültürleriyle birleştirerek futbolun asıl güzelliklerini açığa çıkardılar.
Günümüzde futbol eski estetiğini kaybetmektedir. Çünkü mutlak kâra ve kazanmaya göre kurgulanmış oyun taktikleri ile çoğu zaman oynamama ve oynatmama üzerine kurulu bir futboldur. Endüstriyel futbolla gittikçe en iyi futbolcuları satın alarak, astronomik ücretlerle her ligde aristokratik takımlar oluşmaktadır. Her şey parayla ölçülmektedir. Gelir gider dengesi sağlanmadığı için borçlanma, borçlanmayla birlikte kulüplerin iktidarla olan ilişkileri, bağımlılıkları da artmaktadır.
Spor günümüzde daha fazla kapitalist modernitenin ekonomik, siyasi ve toplumsal örgütlenme, ideolojik alanı haline gelmektedir. Portekizli diktatör Salazar’ın, İspanya’da faşist Franco’nun Generali Mostcardo “siyasal hedeflerimizi gerçekleştirmede spor ve futbol en önemli araçlarımızdan biridir’’ der. Günümüzde ise bu kadar açık dile getirilmemektedir. Futbolun kapitalist modernite güdümüne girmesinde FİFA’nın büyük bir rolü vardır. FİFA’nın merkezi Zürih’tedir. Zigurrataki rahip krallara benzemektedirler. Merkezlerini İsviçre’de kurmaları boşuna değildir. Mali kaynakları bu yüzden bilinmemektedir. Ancak yıllık cirosunun çok uluslu şirketler kadar olduğu düşünülmektedir. Birçok 3. dünya ülkesinin yıllık gelirlerini aşan bir meblağdır. Bugün FİFA başta tüm uluslararası karşılaşmaların reklam ve tv gelirlerini elinde bulundurmakta, bilgisayar oyunları gelirlerini toplamaktadır. Reklam ve tv gelirlerinin bir kısmı da ulusal federasyonlar ve kulüpler almaktadır. En büyük vergi kaçıranlar da büyük şirket sahipleri olan kulüp yöneticileridir. Ulusal temelde reklam tv geliri bu yöneticilerin elinde birikir. Futbolcuların ise kulüp yönetiminde, uluslararası boyutta da FİFA içerisinde söz hakkı yoktur. Futbolu icra eden, oynayan futbolculardır ancak futbol topunun biçimi gramajındaki değişimlerden tutalım, futbol kurallarında işleyişindeki değişikliklerden mukaveleye kadar karar FİFA tarafından alınır ve futbolcuların söz hakkı yoktur. Uluslararası maçların nerede ve ne zaman yapılacağına karar veren yine FİFA’dır. Yerel federasyonlar da aynı şekilde hareket eder. Örneğin İspanyol liginin bir final maçının Suudi Arabistan’da oynanması gibi. Burada itekleyici güç futbolun tanıtımı, yaygınlaştırılması değil, paradır. 1994 Dünya Kupası’nda olduğu gibi diğer tv kanalları ve reklam şirketleri ile anlaşmanın gereği en çok kâr getireceği düşünülerek güneşin en dik açı ile indiği öğlen vakti maçlarının yapılmasında FİFA bir sakınca görmez. Futbol kalitesinin düşmesi, oyuncuların sağlık durumları kârdan sonra gelir. Hiçbir uluslararası şirket FİFA kadar denetime kapalı değildir ve bu denli yaptırım gücü yoktur.
Dayanışmacı takımlar
Bu duruma karşı 1994 yılında Maradona, Stoiçkov, Bebeto, Francesioli, Laudrup, Zamarona, Hugo Sanchez ve birçok futbolcu uluslararası bir futbol sendikası kurmak için çalışma başlattılar. Uzun yıllar sonra grevler yerel sendikaların da seferber olmaları sayesinde futbolcular mukavele şartlarında kısmi iyileştirmeler yapmayı başardılar. Ancak karar süreçlerine katılma, futbol kurallarını belirleme FİFA’nın muazzam para akışını denetleme ve yerel düzeyde karar süreçlerinde futbolcuların hala hakları yoktur. Futbol tacirleri için onlar, alınıp satılan, kiralanan birer metadır. 1995 yılında FİFA başkanı Blatter’e bir gazeteci kurulacak bir sendika için ne düşündüğü sorulduğunda cevabı, ‘’FİFA futbolcularla muhatap olmaz, onlar kulüplerin işçisidirler’’ olur. Maradona sivri dillidir. Sözünü sakınmaz. Bu yüzden FİFA’nın gazabı üzerindedir. Doping skandalı FİFA için bulunmaz bir fırsattır. 1994 Dünya Kupası’nda Maradona ihraç edilir.
FİFA’nın kulüpleri ve futbolcuları elitleştirme sosyal, siyasal konulardan yalıtma çabalarına karşı dayanışmayı öne çıkaran futbolcular her zaman çıkmıştır. Inter’in bir dönem kaptanlığını yapan Arjantinli X. Zanetti’nin öncülüğünde İnterli futbolcuların Meksika Ulusal Kurtuluş mücadelesi veren yerli halkın örgütü Zapatistalara ambulans ve maddi yardımda bulunması, Komutan Marcos’un da dostluk maçı önermesi sosyal yardımlaşmaya güzel bir örnek olduğu gibi FİFA’nın yalıtma politikalarına karşı da bir sivil itaatsizlik örneğidir. Birkaç yıl önce İspanya ikinci lig futbolcularının greve gitmesi ve birinci ligdeki La Liga oyuncularının da destek vermesiyle, dayanışma kültürüne iyi bir örnektir. Tabi burada futbol kulüplerini kulüp yapan taraftarı da belirtmek gerekir. Kobanê direnişini selamlayan İtalya’nın köklü takımlarından bir dönem Seri A’da mücadele eden başta Livorno taraftarları, İsrail’in saldırılarıyla katledilen canları anmak ve özgür Filistin’i haykıran Celtic taraftarları, Kapitalist Modernitenin endüstriyel futboluna karşı duruşun birer ifadesidir. Brezilya’da Corinthians takımının ünlü kaptanı Sokrates ve arkadaşlarının, teknik heyetin birçok konuda kararları oylamayla birlikte aldıkları ve “Corinthians demokrasisi’’ olarak tarihe geçen, Brezilya da futbolun toplumdaki etkisiyle bugünün devlet başkanı o zamanların sendika lideri Lula da Silva önderliğindeki direnişle bir sinerji yaratarak diktatörlüğün yıkılmasına neden olması ya da Fildişili futbolcu Didier Drogba’nın kendi ülkesindeki iç savaşı bitirmesi gibi örnekler çoğaltılabilir.
FİFA ezilenlerin, emekçilerin yanında yer alan futbolcuları, taraftarlarından kaynaklı olarak futbol kulüplerine hiçbir zaman müsamaha göstermemiştir. Futbolcuların, taraftarların dayanışmasıyla ilgili mesajlarına FİFA ve yerel federasyonlar sert cezalarla karşılık vermiştir. Arjantin’de 1995 yılında futbolcular ancak açlıktan ölmeyecek kadar maaş alan öğretmenlerin haklarını savundukları ve bu çerçevede saha içinde pankartla onlar için gösteri yaptıkları için cezalandırıldılar. Liverpool’un ünlü futbolcusu Robbie Fowler (babası bir liman işçisidir) liman işçilerinin grevini destekleyen ve onların seslerini duyurabilmek için maç esnasında atletine yazdığı sloganı göstererek işçilerin sesi olur. Bu davranışlardan dolayı ceza alır. Barış dediği için Amedspor eski oyuncusu Deniz Naki aldığı cezalar ve sonrasında yaşattıklarından dolayı futbol oynamaz duruma getirilir.
Yargılamalar adil yapılmaz, hukuki değildir. Çünkü FİFA’nın bürokratları ya ulus devlet düzeyinde önemli bürokratlardan ya da büyük şirket sahiplerinden oluşur. Örneğin Arjantin’de cunta yönetiminde yer alan bir amiral sonra FİFA yönetimine getirilir. İtalya’da Lazio ırkçılığı ile tanınan bir takımdır. 2005 yılına kadar takıma siyahi oyuncu almamıştır. Lazio’nun amblemi Musoli’nin iktidar sürecinde kullandığı Roma İmparatorluğu’nun sembolüdür. Lazio ırkçı geleneğini sürdürür. Bir dönemin Lazio kaptanı gol attıktan sonra Nazi selamı yaptı ve iki maç ceza aldı. Aynı dönemde Seri A takımlarından Livorno taraftarlarının sosyalist olmasıyla tanınır. Hatta zindanda yaşamını yitiren İtalyan Komünist Partisi’nin kurucusu Antonio Gramsci partiyi Livorno’da kurar. Taraftar grubu da ismini o kuruluş tarihinden alır; 1921. Livorno kaptanı da Lazio kaptanına tepki olarak gol attıktan sonra sol yumruğunu havaya kaldırarak karşılık verir ve 4 maç ceza alır. Federasyonların adalet anlayışı böyledir.
FİFA Bolivya’da uluslararası maçların yapılmasını ülke rakımının yüksek oluşu gerekçesiyle yasakladı. Karar yine futbolu icra edecek futbolculara sorulmadı. Aynı koşullar zengin bir Avrupa ülkesinde olsaydı FİFA yine aynı kararı alır mıydı? Ya da İsrail’in bayrağının açılmasında bir sorun görmeyen FİFA Filistin bayrağını açtığı için Celtic’e ceza vermesi ya da Rusya’ya Ukrayna’ya saldırısından sonra Rusya Milli Takımı ve tüm kulüplerinin uluslararası spor ekinkilerinden meneden ve doğru bir karar veren FİFA İsrail’in Filistin’e saldırısından sonra tüm çağrılara rağmen İsrail’i futbol organizasyonlarından menetmemesi ideolojik, siyasi bir tutum göstermesinin örneklerindendir.
Kapitalizmin kâr hırsı
Futbol günümüzde dünyayı en çok sarsan (Atlas’ın kıpırdamasından mı bilinmez) en geniş coğrafyaya yayılarak dünyanın her köşesinde oynanan ve seyredilen bir spor dalıdır. Futbol bugün Kapitalist Modernitenin endüstriyel ayağının bir parçası haline gittikçe dönüşmektedir. Kapitalizmin aşırı kâr hırsı nasıl ki toplumsal dokuyu bozuyorsa, Spor ve futbol endüstriyel futbola dönüşerek kar odaklı bir sektöre dönüşerek dokusu bozulmaktadır. Ciddi paralar kazanan futbolcular toplumsal gerçeklikten uzaklaştıkça lüks yaşamlarıyla daha az para kazanan ya da futbolcu olmak isteyen gençlerin hayallerini süsleyip idol haline gelmekte bu düşleri kuranlarında futbolcuların toplumsal gerçeklikten koparmaktadır. Bu nedenle de gittikçe futbolcuların toplumsal duyarlılıkları azalmaktadır. Kulüplerin kulüp başkanları sahiplerinin şirket gibi yönettikleri Kapitalist Modernitenin üç suç ayağıyla (ulus devlet, endüstri, sermaye) olan bağlantıları gittikçe eliteştiklerini ve halktan uzaklaştıklarını göstermektedir. Nasıl ki Kapitalist Modernitenin karşıtı olan Demokratik Modernite, ahlaki ve politik toplum yok edilememişse; futbolun içindeki demokratik yön ve değerler de yok edilememiştir. Kapitalist modernitenin endüstriyel futbolu bir yönüyken diğer yönü demokratik toplumun direnişinin bir parçasıdır. Yeri geldiğinde demokratik toplum direnişinin bir parçasıdır. Yeri geldiğinde de etnik aidiyetin bir ifadesi ve yayıcısı, yeri geldiğinde demokratik toplumun inşasında kültürel çeşitliliğin ortak ruhun, işleyişlerini gördüğü gerçekliğidir.
Amedspor ve halklar
Bu anlamıyla Amed Sportif Faaliyetler bu gerçekliğin neresindedir? Kuşkusuz Amed SF ve camiası bir kültürel direniş sürecinin sonucunda oluşmuştur. Yalnız Kürtlerin değil, bölgede ve dışında yaşayan Türklerin, Nasturi, Süryani, Keldanilerin, Mıhelmilerin, Ermenilerin farklı inanç gruplarının Kalevi, Alevi, Êzidî, Yaresani, Kakai temsil eden bir kulüptür. Bir kulüpten daha öte bir gerçekliğe ve misyona sahiptir. Bu bilincin aktarımı için özellikle Spor Akademi’sinin kurulması elzemdir. Bu akademide tarihsel toplum, coğrafya, ekoloji, jineloji, fen bilimleri, genel kültür ve benzeri derslerin alınacağı bir akademi oluşturulmalıdır. Çünkü futbol gibi anlık sezgiselliğin ön planda olduğu bir spor dalında bilincin gelişmesi hem oyunu okuma hem de sezgisellikle en doğru tercihlerin yapılabilmesi için gereklidir. Hem beden hem de bilincin gelişmesi eş güdümlü sağlanarak futbol teknikleri, vuruşları, refleks haline getirilebilir.
Futbol akademi örnekleri incelenerek ülke koşulları hukuki ve siyasal gerçekliğe göre planlama, strateji belirlenerek yaşama geçirilebilir.
Kendi toplumsal gerçekliğe, özgücüne yatırım yapan bir anlayış hâkim kılınabilir. Dışarıdan futbolcu alınımını en aza indiren akademik eğitimden geçmiş, formasyon kazanmış, alt yapıdan yetişen futbolcular tercih edilmelidir. Her kulüp hedeflerini bu çerçevede belirlerken koşullar, olanaklar öne sürerek yine dışarıdan futbolcu alımına gidebilmektedir. Bunda farklı motivasyonlar, çıkar olguları etkili olsa da gerçeklik bu yöndedir. Gerçekçi de olunmalıdır. Bu bir süreç işidir, zamana ihtiyaç vardır. Ama Amed SF kuruluşundan bugüne kadar bu olanakları oluşturamasa da düşünülmesi gereken bir durumdur.
Genç futbolcuların altyapıya ya da takıma alımında adalet ölçüleri belirleyici olmalıdır. Eş, dost, tanıdık ön yargılı yaklaşım olmadan herkese eşit, adil yaklaşılarak seçim yapılmalıdır.
Görülebildiği kadarıyla bazı futbolcularda amatör ruh yerine salt profesyonellik söz konusudur. Toplumsal gerçekliğiyle aidiyet kuran, kültürel direnişin bilincinde olan futbolu salt para için bir meslek olarak görmenin ötesinde yaklaşan, çabalayan konumlanan futbolcularla salt profesyonellik temelinde yaklaşanların farkı görülebilmektedir. Yabancı futbolcular için de bu belirtilenler geçerlidir. Tarihsel toplumun kültürel direnişin bilincinde oldukları bu hissiyatı taşıdıkları veya salt para için bir meslek olarak bakanlar ayıt edilebilmekte, bu hissiyat sahaya yansıyabilmektedir.
Toplumsal gerçekliğimiz ve halkımızın standartları bellidir. Amed SF de bu standartların çok üstünde ücretler verilmemelidir.
Futbolcuların, teknik heyetin, üye ve taraftarların içinde olduğu tartışma platformları oluşturulabilir. Kulübü karar alma süreçlerinde mümkün mertebede katılımları sağlanabilir.
Kadın futbol takımına da en az erkek takımı kadar değer verilmelidir. Demokratik toplumun temelini kadın-erkek eşitliği oluşturur. Kadın-erkek eşitliğinin gerçekleşmediği toplumun toplumsallığı zedelenmiştir. Kültürel direniş tarihimize kadınların damgasını vurduğu unutulmamalıdır. Yönetici, üye, taraftar kadın futboluna erkek futbolu kadar değer vermeyi, bu yönlü bir stratejiyi belirlemeyi ve pratik politikasını yaşam sallaştırabilmelidir. Amed SF bu konuda farkındalık yaratabilmelidir.
Futbolda kendi izlerimiz
Bu coğrafya tarihsel toplumun ilklerinin yaşandığı alanlardır. Atalarımızdan bize kalan mirası, kültürümüzde içine alan özelliklerimiz vardır. Bunda en önemlisi özgür yaşamda ısrardır. Folklorumuz, halaylarımız bu kültürel mirasın izlerini taşır. Biz de diğer halklar gibi belli kalıplardan çıkarak futbola kendi kimliğimizden izleri katamaz mıyız?
Atalarımızdan kalan bir diğer kültürel miras misafir perverliktir. Kulübün çok olumlu bir duruşu vardır. İkinci ligde futbolcu ve taraftarlarımıza yapılan tüm olumsuzluklara rağmen aynı takım ve taraftarların Diyarbakır’da çiçeklerle karşılanması bu kültürün çok güzel örneklerinden biridir. Ancak taraftarların bazılarının rakip oyunculara farklı cisimler fırlatmaları bizlerde hayal kırıklığı yaratmaktadır. Futbol bir oyundur. Dayanışmayı, kardeşliği, dostluğu bizde diğer canlar arasında bir köprü işlevi görür. Futbol bir oyundur, savaş, çatışma değildir. Savaşta bile karşıtına verdiğin değer kendine verdiğin değerin, saygının bir yansımasıdır. Bizler her şeyde olduğu gibi futbolda da farkındalık yaratmak durumundayız. Bu tarz rakip oyuncu ve taraftarlarına yapılanlar kültürümüzle bağdaşmamaktadır. Kulübün bu bilinci oluşturması için daha fazla çaba harcaması gerekirken asıl görev taraftarlara özellikle “Barikat’’ “Direniş’’ gibi taraftar gruplarına düşmektedir. Taraftar grupları isimlerine tarihsel mirasa denk bilinç kazandırma, farkındalık yaratmak durumundadırlar.
Demokratik Toplum ve spor
Demokratik Toplum ve onun direniş kültüründe küfrün yeri yoktur. Küfür bu değerlerle ters düşmeyi ifade eder. Biz ki; “iyi düşün, iyi söyle, iyi yap’’ diyen bir kültürel gelenekten geliyoruz. Bu yüzden küfrün öz toplumsal değerlerimizde yeri yoktur. Amed SF’nin her maçında çocukların, kadınların rahatlıkla gelebildiği, onları küfürle uyandırmadan, şenlik içinde geçinebilecekleri bir atmosfer yaratmak başta taraftar grupları olmak üzere herkesin sorumluluğundadır. Küfür ve benzeri hâkim olduğu bir atmosferi kimse kabul etmemelidir.
Zindanda olduğumuz gerçeği ile yapılan öneri ve tespitler tam yerini bulmayabilir. Zindanda bilgiye ulaşmanın zorluğu, kimi vakit imkansızlığının mazur görüleceğine inanarak, Amed Sportif Faaliyetler ve camiasına başarılar diliyor selam, saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz.
*Kırşehir S Tipi Hapishanesi









