“Lidia’yı tanıdığımda devrimci hareket başlayalı altı ay olmuştu. Yiyecek ve ikmal malzemesi aramak amacıyla ovaya şimşek gibi inişlerimizden birindeydi. Bu kez, Sierra Maestra eteklerinde, Bayamo yakınlarında, San Pablo de Yao’yu seçmiştik hedef olarak. Köyün girişindeki ilk evlerden biri, bir fırıncı ailesine aitti, yani Lidia yaşıyordu bu evde. Daha karşılaştığımız anda, biricik oğlu birliğimizde savaşan bu kırk beş yaşındaki kadın, herkese örnek olacak bir coşku ve tutkuyla kendini devrime adadı.
Adını hatırladığımda bile, bu kusursuz devrimci kadın bende sevgi ve sempatinin de ötesinde duygular uyandırır. Devrimin ve benim hizmetimizde sayısız defalar habercilik yaptı. Santiago de Cuba’dan Havana’ya en gizli ve tehlikeli belgeleri taşır, birliğimizin tüm haberleşmesini yürütür, “El’Cubano Libre”adlı gazetemizi iletirdi. Evrak, ilaç, kısacası ihtiyacımız olan her şeyi, ihtiyacımız olduğu anda, götürür, getirirdi.
Öylesine cesur ve ataktı ki, başka haberciler onunla birlikte gitmekten çekinirdi. Yoldaşlarından birinin hayranlık ve kınama karışımı bir anlatımla onun için şöyle dediğini hatırlıyorum: “Maceo’dan da daha yürekli bu kadın, ama hepimizi öldürtecek sonunda. Çılgınca işler yapıyor, eğleniyormuş gibi de bir hali var.” Lidia ise hiç aldırmadan, düşman hatlarını bir o yana, bir bu yana aşıp duruyordu.
Her yere bugün yalnızca adını hatırladığım bir arkadaşıyla giderdi. Clodomira adında, kendisiyle aynı kıratta, bugün yoldaşların saygıyla andığı bir kadın arkadaştı bu. Tehlike karşısında, Lidia ve Clodomira birbirlerinden ayrılmazdılar. Her yere, her zaman yan yana, birlikte gidip gelirlerdi.
Las Villas’a geldiğimde, onun el yazısıyla yazılmış bir pusula buldum, gelecek yolculuğunda bana küçük bir köpek getireceğini bildiriyordu. Gel gör ki, Lidia ile Clodomira bu yolculuğa çıkamadılar. Savaşçılıkta, devrimcilikte, insanlıkta onların tırnağı kadar bile değeri olmayan bir adam yüzünden ordu gerilla birliğinin mevzilendiği yeri bulmuştu. Lidia ve Clodomiro da oradaydılar. Cesetleri bile bulunamadı. Özgürlük Savaşı’nın son günlerindeki gibi, yine yan yana, son uykularını uyuyorlar kuşkusuz.”
İki farklı kadın
Che’nin Savaş Anıları’nda özel bir bölüm ayırarak andığı bu iki kadın, Clodomira Acosta Ferrals ve Lidia Doce Sanchez, bugün hala Küba’da derin bir saygıyla anılıyor.
Lidia, 27 Ağustos 1916’da Holgui bölgesinde Vetazco’da doğmuştu. Harekete katıldığında kırk beş yaşındaydı ve üç çocuğu vardı. O yaşından sonra hayatının gidişini keskin bir şekilde değiştirerek Che’nin gerilla birliğine katıldı.
Clodomira ise, 1 Şubat 1936’da Manzanillo’da kırsal bir bölgede doğmuştu. Hiç okula gitmedi, tarlalarda kendi kendisini yetiştiren bir kadındı o ve keskin zekâsı sayesinde henüz 20 yaşındayken katıldığı harekette, 1’inci gerilla kolu üyesi olarak önemli görevler üstlendi.
Aralarında neredeyse 20 yaş fark olan ve ayrı ayrı yaşamlardan gelmiş olan bu iki kadını birleştiren şey, Fidel’in deyimiyle, “Adaletsizliğe karşı savaşma isteği ve daha iyi bir geleceği hayal etme yetenekleriydi.”
En son görevlerinde ise, 10 Ağustos 1958’de de yine ikisi Havana’daydılar. Aslında başlangıçta, ayrı ayrı evlerdeydiler ama sonradan güvenlik nedeniyle aynı eve geçmek zorunda kaldılar.
12 Eylül 1958 gününün şafağında, Albay Esteban Ventura ve Conrado Carratala’nın komutasındaki polis, Santa Rita Sokağı’ndaki binanın 11 numaralı dairesini bastı. İhanete uğramışlar ve ihbar edilmişlerdi. Hepsi genç olan 4 erkek, hemen oracıkta, dövülerek öldürüldü: Alberto Alvarez (21), Leonardo Valdes (23), Anelio Dampier (22) ve Reinaldo Cruz (20).
Cenazeleri hiç bulunamadı
Lidia ve Clodomira ise onlar için özel bir ödüldü! Hemen öldürmediler onları. İşkence ile öğrenmek istedikleri şeyler vardı. Batista’nın sayılı katillerinden Ventura’nın zaten bu konuda şöhreti vardı. Sonradan ortaya çıkan kayıtlara göre her iki kadın da tekmeler ve tırnaklarıyla uzun süre direndiler. Günler süren işkence gitgide ağırlaştı. İkisi de tek bir kelime bile konuşmadı. Kayıtlara göre, önce yaşamını yitiren Lidia oldu. Clodomira’nın son gülümsemesi, sevgili arkadaşı ve akıl hocası Lidia’nın artık acı çekmeyeceğini anladığı andı. Birkaç dakika sonra o da yaşamını yitirdi.
15 Eylül günü, ikisi de yukarıdan gelen emirle içine taş doldurulmuş çuvallara koyuldu ve denize atıldı. Cenazeleri hiç bulunamadı. Aradan bir yıl bile geçmeden Che ve Fidel’in Havana’ya nasıl girdiğini göremediler. Ama devrim onları hiç unutmadı. Geçen eylül ayında, katledilmelerinin 60’ıncı yılında, bir kez daha yüzlerce çocuk, onlar için ellerinde karanfiller taşıyordu.
Arif MOSTARLI