AKP-MHP faşist ittifakı yürüttükleri kirli savaş ekonomisini karşılayabilmek için ülkenin her alanını sermaye gruplarına peşkeş çektikleri gibi bilimi de kendi kirli amaçları doğrultusunda kirletmekte herhangi beis görmemektedirler. Bilim çevreleri ve onların kurumlarının oluşturduğu sahte raporlarla Kürdistan ve Türkiye’nin tüm doğal alanları savaşa kurban edilmekte, doğanın bütün değerleri talan edilmektedir.
Dolayısıyla Türkiye halkları, parça parça herkes kendi yerelinden doğru bu yağma ve talanla mücadele etmektedir. Ancak Türkiye halkları bu parçalı konumlarından kurtulamadıkları için de mücadeleleri büyük oranda sonuçsuz kalmaktadır. Elbette bu kadar görkemli mücadelenin sonuçsuz kalmasının temel nedenleri de var. En başta da bu mücadeleye öncülük eden çevre ve ekoloji hareketleri, halkların bu mücadelesinin yetersizliklerinin esas nedeninin politik öngörüsüzlükten kaynaklandığını tam olarak görememektedirler. Onun için de halkların mücadelesi sınırlı amaçlarla hedeflendirildiklerinden daha baştan kaybetmeyle yüz yüze gelmektedirler.
Özellikle halklarımızın birleşik mücadelesinin önündeki en büyük engelin, ekolojik mücadelenin toplumsallıkla bağını doğru kurup, toplumsal mücadeleyle ekolojik mücadelenin birleşik hattını örmeye, yine kadın özgürlük mücadelesiyle ekolojik mücadeleyi birlikte ele almaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktayız. Aksi takdirde halklarımızın parçalı da olsa sergiledikleri yaşam alanlarını koruma mücadelesi yetersiz ve sonuçsuz kalacaktır.
Yürüttüğümüz bütün yaşam alanlarını koruma mücadelelerimizi demokrasi mücadelesiyle birleştirmeye ve özellikle kendi mücadele hatlarımızı ve zeminlerimizi demokratikleştirmeye de ihtiyacımız var. Demokratik duyarlılığımız olmadan ekolojik duyarlılığımız; ekolojik duyarlılığımız olmadan da demokratik duyarlılığımız gelişmeyecektir. Onun için kendi yerellerimizdeki yaşam alanlarımızı koruma mücadelemizi, halklarımızın özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle birleştirmeye ve bütünleştirmeye ihtiyacımız var. Kürdü, Türk’ü, Arap’ı, Laz’ı, Gürcü’sü, Çerkez’i, Abhaz’ıyla tüm etnik ve inanç temelli kimlikleri halklarımızın birlikte varolma güzelliği olarak tarif edemezsek kendimizi demokratikleştiremeyiz. Çok renkliliği, çok kültürlü ve kimlikli halkların bir aradalığının temel harcı olan demokrasinin temel olmazsa olmaz ilkesi olan varlıkların yaşam hakkına saygıyı kendimizde temsile kavuşturamazsak bizim de yaşam hakkımız kalmaz.
Her gün ve her an ülkemizin herhangi bir yerinden ekolojik kıyım haberleri geliyor. Halklarımız, yaşam alanlarının daralmasından, geçimlik topraklarının elinden alınmasından ve ser-sefil şehir yaşamına mahkum edilme korkusundan feryadı figan ediyor. Çünkü yaşam alanlarında tam bir kıyım yaşanıyor. AKP-MHP faşist iktidarı savaş çetelerini ayakta tutabilmek ve halklarımızın hiçbir yararına olmayan, olmayacak olan savaşı sürdürebilmek için ülkenin her karış toprağını pazara sürmüş bulunuyor. İkizdere’den Trakya’ya, Ege’den Akdeniz’e kadar tüm sahil hatları coğrafyalarıyla birlikte talan ediliyor. Kırşehir’den Eskişehir’e iç Anadolu’nun kurumaya yüz tutmuş akarsuları siyanür kusuyor. Her gün yeni bir yere maden arama ekipleri gönderiliyor, uydurma raporlarla üretim alanlarımız çoraklaştırılıyor, sularımız ya kurutuluyor ya da zehirlenerek her geçen gün biraz daha temiz suya, temiz havaya ve temiz gıdaya erişim hakkımız elimizden alınıyor.
Bu doğa katliamı karşısında en büyük işbirlikçilik ve yaşama ihanet bilim çevrelerinde yaşanıyor. Sosyal bilim ve onun kurumları savaş yardakçılığında adeta birbiriyle yarışıyor. Siyasal iktidarın halklarımıza karşı yürüttüğü savaştan daha fazla rant devşirebilmek için her türlü ahlaksızlığı yaşıyorlar. AKP-MHP faşist yönetiminin birer noteri konumuna gelen iktidar mahkemeleri bile birer birer onların sahte raporlarını iptal etmekle uğraşıyorlar.
Dolayısıyla tüm bunlar bulunduğumuz yerden bir şeyler yapmaya çağırıyor. İç Anadolu’nun, Karadeniz’in, Ege ve Akdeniz’in yoksul insanlarının Kürtlerle ne sorunu olabilir ki, onların çocukları bu kirli savaşa sürülsün? Yandaş şirketlere rağmen yoksul insanların bu kirli savaşta ne gibi faydası olabilir ki? Bu vb. soruları elbette çoğaltmak mümkündür. Amaç, soruları çoğaltma olmadığı için doğrudan ifade etmeyi tercih etmek gerekmektedir.
En başta çevre ve ekoloji hareketlerinin ne istediklerini doğru tanımlayarak kendilerini toplumsal hareketlere dönüştürmeleri gerekmektedir. Bunun için öncelikle kendilerini “entelektüel” veya marjinal çalışma grupları olmaktan çıkararak toplumsal ekoloji hattında doğru bir buluşmayı gerçekleştirmeleri ivedilik arz etmektedir. Başkasının yaşam hakkına saygı, aynı zamanda kendi yaşamımıza da saygı anlamına gelecektir. Başkalarının yaşam hakkına karşı gösterdiğimiz duyarlılık, aslında demokratik birliğimiz anlamına gelecektir.
Rojava halklarına karşı yürütülen soykırım savaşına karşı çıktığımız an kendi yaşam alanlarımızı da koruyoruz demektir. Çünkü Rojava halklarına saldıran güçle bizim yaşam alanlarımızı sondajlayan güç aynı güçtür. Onun için salt başına çevre ve ekoloji hareketi olunamayacağı, ekoloji mücadelesinin esas olarak toplumsal mücadele olduğu bilinci oluşmadığı sürece ne soykırım rejiminin halklara uyguladığı saldırılar biter ne de insanlığın temel özgürlük sorunu haline gelen ekoloji sorunumuz biter.
Dolayısıyla insanlığın temel yaşam sorunlarına karşı geliştireceğimiz duyarlılık aynı zamanda kendi yaşam sorunlarımıza karşı da geliştireceğimiz duyarlılıktır. Onun için en başta sömürgeci soykırım rejiminin halklara ve haklarımıza dönük savaşına hep birlikte dur demek zorundayız. Doğanın diğer bütün canlıları için verdiğimiz yaşam mücadelesini öncelikle insan soyu için vermeliyiz.