Kapitalizmin doğayı sınırsızca sömürüye tabi kılması dünyayı ekolojik bir krize sürüklemiştir. Ekolojik sorunlar kapitalist ekonominin gelişmesine paralel olarak her geçen gün artmaktadır. Günümüzde bu artış, doğada milyonlarca olağanüstü yaşam döngüsünü tehdit eden bir noktaya gelmiştir. Bu yaşam döngüsünü yok edebilecek ya da onun üzerinde önemli değişiklik yapabilecek en belirgin olan şey ise iklim değişikliğine yol açan küresel ısınmadır. Küresel ısınma dünyayı gri bir renge bulanmış kirli bir gezegen haline getirecek kadar tehlikeli boyutlara ulaşma noktasındadır. Bu durum aşırı endüstriyel üretimle özdeşleşmiş olan kapitalist modernizmin yarattığı bir durumdur.
Kapitalizmin dünyayı yok edişe sürükleyen aşırı üretim zorunluluğu üretim biçiminin değiştirilmesiyle durdurulması mümkün görülmemektedir. Küresel ısınmaya yönelik kapitalizmin ortaya koyduğu ‘temiz enerji’ uygulaması aşırı üretimleri kısmayı değil daha da artırarak sürdürmeyi içermektedir. Oysa kapitalist üretimlerin hammadde deposu doğal yaşamdır ve doğanın artık bu sömürüyü taşıma kapasitesini çoktan aşmış durumda olduğu bilinmektedir. Bu gerçeği kapitalistlerin de gördüğü muhakkak ancak onların dünyada yaşamın yok olma noktasına kadar üretim süreçlerini durdurmak ya da yavaşlatmak gibi bir seçenekleri yoktur. Böyle bir durum onlar için intihar anlamına gelmektedir.
Önümüzdeki süreçte bu yok oluşa hiçbir katkısı olmayan yoksul halklar olarak ya seyre dalacağız ya da kökten bir değişim ihtiyacını görüp buna uygun politikaların parçası olarak kapitalist zorunluluğa son vermenin çabası içine gireceğiz. Kökten değişim ise öyle canımız istedi diye maalesef gerçekleşmiyor. Emperyalist kapitalizm sömürge ve yarı sömürge ülkelerin hem doğasını hem de emeğini sınırsızca sömürerek kendisini var etmektedir. Suriye’de ekolojik demokratik bir yaşam kurmayı hedefleyen ve bunun için birçok adımlar atan Kürtleri, Rusya ve ABD eli ile bu hedeften koparmaya ve kendi emperyalist politikalarına bağlamaya çabaladıkları izlenirken, hedefleri ise bölgenin petrol ve doğalgaz rezervlerini tüketene kadar sömürmek olduğu bilinmektedir.
Kürtler siyasal hedefleriyle, Ortadoğu’nun tamamını içine alabilecek demokratik ve ekolojik bir yaşam kurmayı amaçladıkları ve bu doğrultuda etkin oldukları, Kuzey Doğu Suriye’de kurdukları kooperatifler, işletmeler ve eğitim kurumlarıyla hedefledikleri yaşamın nüvelerini oluşturdukları izlenmektedir. Ancak emperyalist kapitalizmin bölgeye dair muradı ile Kürtlerin muradı çakışmamaktadır. Bu noktada emperyalist kapitalizm için tehlike barındıran Ortadoğu’nun demokratikleşme ihtimali emperyalistlerin topyekun hareket ederek Kürtleri hizayalama ve kendi çıkar hesaplarına yedekleme çabalarını ortaya sermektedir.
Her şeye rağmen tüm dünya halklarının desteğini almayı başaran Kürtlere yakınmış gibi bir fotoğraf vermek ABD, Avrupa ve Rusya için artık önem taşımaktadır. Burada yaşananlar karşısında bir Kürt kıyımının kendi ülkelerinde dahi ciddi bir sorunu var edeceği bu devletlerce bilinmektedir. Son günlerde Irak ve Lübnan’da ortaya çıkan kitle hareketlerinin Kürtlerle buluşması demek, Ortadoğu’da tüm dengelerin değişmesi anlamına gelecektir. Ortadoğu’da emperyalist kapitalizmin amansız sömürüsü ile iklim değişiminin sonuçları ise kısa gelecekte bölgeyi yaşanamaz hale getirecek olması, bölgenin ekolojik ve demokratik bir geleceğe ihtiyacı olduğunu açıkça göstermektedir.
Örneğin Katar’da özellikle yaz aylarında insanların yaşama tutunmaları klimalarla mümkün olmaktadır. Yaz aylarında 46 dereceyi bulan sıcaklık aşırı nemden dolayı 54-55 derece hissedilmektedir. Katar,2022 dünya futbol şampiyonasına hazırlanırken statları ve yaya yollarını klimalarla soğutma hazırlıkları yapıyor. Klimalar ürettikleri soğuk hava kadar bir ısıyı aynı anda atmosfere salarken sıcaklıkların 4-6 derece daha artacağı belirtiliyor. Bu durum Ortadoğu’da giderek derinleşen iklim krizinin katlanarak büyüyeceği gerçeğini göstermektedir.
Bölgede tükenme eğrisine giren konvansiyonel petrol ve doğalgaz üretimleri yerini yakın gelecekte kaya gazı ve kaya petrolü üretimlerine bırakacak. Fırat ve Dicle üzerindeki barajlar, Nil üzerinde kurulmaya çalışılan devasa baraj ve diğer su kaynaklarının tamamı bu üretim sürecine bağlanmak isteneceği ancak bununda yetmeyeceği sadece bir kuyuda kullanılan su miktarına (~300 bin m3) bakınca anlaşılabiliyor. Böyle bir sonucun parçası olmak istemeyenler ekolojik ve demokratik Ortadoğu için kolları sıvamalı. Aksi takdirde bölge halklarının ne gidecek yeri, ne içecek suyu ne de yiyeceği gıdayı üretebilecek toprağı kalmayacak ve milyonlarca insan sefalete sürüklenecek.