Modernizmin ortaçağı emperyal faşizme karşı yeni bir altermodern Rönesans’a ihtiyaç var. Bu Rönesans ulusal vatandaşlığı aşan bir dünya yurttaşlığını, şirket devletlere karşı dünya halklarının özgürlüklerini ve demokratik haklarını güvence altına alan küresel bir toplumsal sözleşmeyi ve dünya anayasasını ilan ederek karşı bir enternasyonalizmi harekete geçirmek küresel devrimci bir ihtiyaçtır. Rojava anayasası demokratik ve etik-politik bir yaşam biçimidir
Cengiz Baysoy
Marx’ın değer teorisine dayalı bir egemenlik ilkesi olarak “devlet” üzerine düşünceleri bulunmasına karşın, Marx’tan bize miras kalan bir “Ulus Devlet” eleştirisi yoktur. Ulus devlet, Lenin’in emperyalizm teorisiyle birlikte Marksistlerin gündemine girmiştir. Genel olarak, “ulus devlet” Marksistler tarafından emperyalizme karşı olumlanan bir kavramdır. Oysa bugün Marksist değer teorisi üzerinden “ulus devlet” eleştirisi devrimci bir ihtiyaçtır.
Ulus devlet kapitalizmin bir egemenlik biçimidir. Ulus devleti, yalnızca feodalizme ve emperyalizme karşı ilerici görme dönemi kapanmıştır. Anti-emperyalizm burjuva özlü devrimleri içerir ve burjuva özlü devrimler çağı kapanmıştır. Anti-kapitalist bir emperyalizm eleştirisi doğrudan ulus devlet eleştirisini içermek zorundadır. Günümüzün devrimleri anti-kapitalisttir ve anti-kapitalist Marksist bir ulus devlet eleştirisi içinden düşünmeyen bütün pratikler, küresel güç savaşını ve küresel güç ilişkilerinin belirlediği egemenlik ilişkilerini ve bunun biçimlerini okuyamamakta ve ulus devlet savunusu içinde sosyal şovenizme düşmektedir.
Marksist değer teorisine göre ulus devlet, emeğin ulusal egemenlik sınırları içinde çitlenmesi, emeğin ücretli emek altında sınıflaştırılması, toplumun tek “halk” altında tekleştirilmesi ve emeği burjuvazinin siyasal mülkü haline getirilmesidir. Kapitalizmin siyasal tarihinde ulus devletin tarihsel görevi, bütün toplumsal ilişkilerin metalaştırılarak sermayeleştirilmesi ve kapitalistleştirilmesidir. Bir egemenlik biçimi olarak ulus devlet bu tarihsel görevi yerine getirmiş; toplumsal sermaye birikiminin yoğunlaşması, tekelleşmesi ve sermayenin devletleştirilmesi süreci tamamlanmıştır. Ulus devletler yerini yeni egemenlik biçimi emperyal “şirket devlet”lere bırakmaktadır. Bu durum bütün güç ilişkilerini yerinden oynatmış ve yeni bir egemenliğin III. Dünya Savaşı içinden yeniden kuruluşuna yol açmıştır. Ukrayna, Suriye, Filistin ve Kürt halkının gerçekliği ile birlikte egemenlik ilkesi devletin egemenlik sınırları ulusal egemenlik sınırları olmaktan çıkmıştır. Teritoryal genişleme artık emperyal bir haktır. III. Dünya Savaşı, egemenlik sınırlarının, ulus devletin sınırları dışında belirlenmesini dayatan yeni bir egemenlik biçimi kurmaktadır. Şirket devletlerin egemenlik sınırları ulusal sınırlar olmaktan çıkmaktadır. Egemenlik sınırlarını belirleyen ilkenin “ulusallık” olmaktan çıkmasıyla birlikte, egemenliğin ilkesi devlet artık ulusal sınırlarla tanımlanmayacaktır. Bu yeni bir durumdur. Emperyalizm, meşru ulusal egemenlik sınırlarının ihlali içinden düşünmek demektir; Emperyal çağ ise ülkelere el koyma ile çalışmaktadır. Bugün egemenlik sınırlarının meşruluğu ulusal bir temele bağlı olmaktan çıkmıştır. Egemenlik ilkesi devlet, siyasal sınırlarını emperyal bir mantıkla oluşturmaktadır. Emperyal çağda devlet, öldürme hakkı ile geri dönmüştür.
Emperyalizm bir devlet biçimidir
Ulus devlet, ulusal toplumsal emek zaman, sermaye içi rekabetin, tekelleşmenin ve siyasal savaşların temel kurucu gücüdür. Emperyalizm, bir devlet biçimi olarak ulus devlet altında toplumsal emek zamanın tekelleşmesi ve siyasal gericiliğin politik ifadesidir. Sermaye birikimi içinde rekabet, tekelleşme ile toplumsal emek zaman ilişkisi her zaman politik savaşların kurucu zeminidir.
Emperyalizm, tekelleşerek devletleşmiş ulusal sermayenin toplumsal emek zamanını uluslar-arası ekonomiye askeri güç olarak dayatması ve diğer ulus devletlerin ekonomisinin ulusal karakterinin tasfiyesidir.
Emperyalizm, sermayenin uluslararasılaşması ile tekelleşme ve toplumsal emek zamanın ulusal egemenlik altında sınırlanması arasındaki geriliminin ifadesidir. Sermayenin uluslararasılaşması ile egemenliğin, tekelleşmenin ulusal sınırlarda kalması emperyalist çağı başlatmıştır. Kapitalizmin Emperyalist çağ, ulusal toplumsal emek zamanların uluslararası rekabetine dayalıdır. Emperyalist savaş, tekelleşmiş ulusal toplumsal emek zamanların ulus devlet eliyle uluslararası açık askeri çatışmasıdır. Emperyalizmin I. II. ve III. Bunalım dönemleri bu hikâyenin ayrıntılarıyla doludur.
Emperyalizmin III. Bunalım dönemiyle birlikte emperyalizm artık bir iç olgudur. Emperyalizmin aşkınlığı diğer ulus devletler aracılığıyla içkinleşmiştir. Emperyalizmin iç olgu olması ulus devletlerin tasfiyesinin, emperyalizme bağımlılıktan küresel ekonomiye bağlılığa geçişin başlangıcıdır. Kapitalizm, ulusal ve uluslararası ekonomi politikten, küresel ekonomi politiğe dönüşmüş bulunmaktadır.
Emperyalist çağdan emperyal çağa
Artı değeri kâra, sermayeye dönüştüren toplumsal emek zamanın uzamı ulusal ekonomi olmaktan çıkıp küresel ekonomiye dönüşmüştür. Toplumsal sermaye birikiminin rekabet, yoğunlaşma ve tekelleşme alanı küresel ekonomidir. Ulus devletlerin tarihsel işlevlerinden en önemlisi, toplumsal sermaye birikimi adına, sermayeleşmemiş toplumsal alanları kamusal güvenceye almak ve zaman içinde kamusal alanları sermayeye devretmektir. Sermaye, devleti ele geçirmenin ötesinde kamusal alanı tasfiye ederek devletleşmiştir. Kamusal alanlar şirket devletler olarak karşımıza çıkmaktadır. Artık devlet kamusal olmaktan çıkıp şirketleşmiştir. Kamusallık kâra içkin olarak üretilmektedir. Ulusal ekonomi artık tümüyle küresel ekonomidir. Genel zekânın küresel olarak tekelleşmesiyle birlikte, dengesiz gelişim yasasının çalışma uzamı ulusal ekonomilerden çıkıp küresel ekonomiye dönüşmüştür. Küresel tekelleşme ve rekabet, egemenlik alanını ve egemenlik ilkesini ulus devletten çıkarmıştır.
Küresel tekeller arası rekabet, şirket devletler aracılığıyla III. Dünya Savaşı’nın içinden geçmektedir. III. Dünya Savaşı üç aşamayı ifade etmektedir: birinci ulus devletlerin tasfiyesi, ikincisi bölgesel ve vekâlet savaşları. Bu iki aşamadan sonra şimdi üçüncü aşama emperyalist devletlerin emperyal devletlere geçişidir. Bunun başarılıp başarılamayacağı zaman gösterecektir. Ya emperyal post-modern krallıklar ve tebaa halklar ya da demokratik toplum zemininde özgürlüklerin güvenceye alındığı küresel toplum sözleşmesi ve küresel anayasa. Yarınlar III. Dünya Savaşı’nın güç ilişkileri içinden kurulacaktır. Dünya demokrasisi güvence altına alınmadan hiçbir bireye özgürlük yoktur.
Cumhuriyet, demokrasiden kopmuştur
Rekabetin ve tekelleşmenin uzamının küreselleşmesi, III. Dünya Savaşı içinden kurulacak olan yeni küresel egemenlik hiyerarşisinden pay kapma savaşı, egemenlik ilkesi devleti öne çıkarmıştır. Küresel rekabetin şirket devletler eliyle sürdürülmesi ve bu rekabeti düzenleyecek küresel egemenliğin olmayışı, toplumsal yaşamın hücrelerinde güvensizliği yaşam biçimi haline getirmiştir. Emperyal çağın ilkesi barış değil sürekli savaş, tehdit ve güvensizliktir. Artık güvenlik, ulusal egemenlik ve siyasal bağımsızlık altında güvence olmaktan çıkmış emperyal devletlerin güvenlik şemsiyesi altında yaşama hakkına dönüşmüştür. Bugün yaşama hakkı demokrasi ve özgürlükler üzerinden değil güvenlik ilkesi ile düşünülmektedir. Güvenlik, özgürlük ve demokrasiyi tasfiye etmiştir. Dünyada sağın yükselmesinin temel nedeni budur. Emperyal çağ da Tiranlar, halkın arzusudur. Halk demokratikliğini yitirmiş popülizm ile gericiliği arzular olmuştur.
Cumhuriyet, egemenliğin aşkınlığına karşı demokratik ilke olan egemenliğin kayıtsız şartsız halkın olduğu söylemi ile tarih sahnesine çıktı. Bu bağlamda cumhuriyet vatandaş, halk ve ulus üretmek zorundaydı. Vatandaş, halk, ulus ve yurtseverlik cumhuriyetin; kamusallık ise ulus devletin demokratik değeriydi. Sermayenin devletleşmesi, devletin egemenlik sınırlarının ulusal olmaktan çıkması cumhuriyeti demokratik değerlerden kopardı. Seçim, kralların toplumsal rızası halini aldı. Demokrasiyi terk etmiş Cumhuriyet, faşizmin meşru “demokratik gücü”ne dönüştü. Artık küresel sermaye için cumhuriyetin demokratik değerleri vatandaş, halk, ulus ve yurtseverlik bir anlam ifade etmiyor.
İlerlemeci, kalkınmacı, başka halklara saygılı demokratik bir yurtseverlik yerini kendini devletle özdeşleştirmiş, kendini dünyanın efendisi gören, saldırgan, ölmeyi ve öldürmeyi yerli ve milli bir erdem sayan bir milliyetçiliğe bırakmıştır. Vatandaş, egoist şirket birey kişiliğiyle demokratikliğini yitirdi. Ulusal demokratik bir halk yerini emperyal devletin kalabalığına ve “tebaa”sına bıraktı. Cumhuriyet, ulustan ve demokrasiden koptu. Demokrasiye içkin cumhuriyette, temsili demokrasiyle bile olsa, yasaları halk belirler, seçilen yöneticilerin ise bu yasalara uyarak yönetmeleri istenirdi. Demokrasiden kopmuş cumhuriyet ise, yasa yapma yetkisini halktan alıp “kral”a devretmiş görünüyor. Cumhuriyet, yalnızca yaşama hakkı tanıyan post-modern krallar seçmektedir. Hukuk devleti yerini “kanun benim”e bırakmıştır. Dünya kafayı yemiş krallarla birlikte tımarhaneye dönüşmüş görünüyor.
Devrimi ve devrimciliği hatırlama zamanıdır
Lenin’i beklemeye gerek yok, çünkü Leninist ruh bizleri devrimci olmaya çağırıyor. Umut devrimdir. Devrim, onur ve şahsiyettir. Emperyal çağ insanlığın onurunun yok sayıldığı bir çağdır. Onur en yıkıcı isyandır. İnsanlığın birikimlerine sahip çıkan devrimci onur, sermayeyi korkutan devrimi hatırlatacaktır ve hatırlatmaya başlamıştır. En gerici durumlarda devrim bir olanaktır. Dünyaya baktığımızda bu onur hareketi şimdiden başladı ve her yerden yayılarak büyüyecektir.
Modernizmin ortaçağı emperyal faşizme karşı yeni bir altermodern Rönesans’a ihtiyaç var. Artık Kurucu gücün uzamı ulusal değil küreseldir. Bu Rönesans ulusal vatandaşlığı aşan bir dünya yurttaşlığını, şirket devletlere karşı dünya halklarının özgürlüklerini ve demokratik haklarını güvence altına alan küresel bir toplumsal sözleşmeyi ve dünya anayasasını ilan ederek karşı bir enternasyonalizmi harekete geçirmek küresel devrimci bir ihtiyaçtır. Rojava anayasası demokratik ve etik-politik bir yaşam biçimidir. Rojava anayasası bölgesel ve küresel tartışılmaya açılmalıdır. Halkları bir araya getiren, toplumlaştıran ve barışı içinde yaşatan şirket devletler, post-modern krallar değil etik-politik demokratik toplumdur.
İnsanlık devrimle yeniden kendisini hatırlayacaktır.