Ekim ayı itibariyle devletin bir kanadı Kürtlerle kavga etmenin anlamsız olduğuna, dahası ve fazlası bu kavganın ülkeye onarılamaz zararlar verdiğine kanaat getirerek hayırlı bir süreç başlattı. Kürtler de bu süreci saygıyla selamlayarak büyük bir ciddiyet, disiplin ve kararlılıkla karşıladı. Ancak Kürt barışına yönelik ihtimallerin yükseldiği her dönemde olduğu gibi bugün yine alışıldık dinamikler bayat tezlerle süreci akamete uğratma telaşına düştüler. Süreci çökertme derdinde olan bu kesimin endişeli ruh hali, süreç karşısında temellendirilmiş mantıklı eleştirilerden öte, kışkırtıcı ve zehirleyici olmaktan öteye gitmiyor.
Aslında Türkiye siyasal sosyolojisinde endişelilerin tarihine pek yabancı değiliz. Endişeli mahalle olarak adlandırdığımız bu kesim, Türkiye’de yüz yıllık cumhuriyet tarihi boyunca kendilerinden farklı düşünen herkesi “tehlikeli unsur” ilan edip devlet ve toplum üzerinde kesintisiz bir hegemonya kurmaya çalışan oligarşik bir küme. Genellikle beyazların içinde şekillenen ve tarihsel bir arka plandan kaynağını alan bu dinamik, ne zaman ülkede bir değişim söz konusu olsa cüretkâr bir şekilde hortlamaya başlıyor. Cumhuriyet tarihi boyunca bu patolojik durumu besleyen birçok değişken olsa da şu günlerde yaşanan hezeyanın arka planında esasen Kürtlerle eşitlenme endişesi olduğunu düşünüyoruz. Kürt halkını kendi ideolojik, sınıfsal, kültürel hedeflerinin bir aparatı olarak gördükleri için Kürtler ne zamanki kendi haklarından bahsetse midelerine kramp giriyor.
Devlet geçmişte Kürtleri defolu yurttaş olarak kodlarken; siyasi partiler oy deposu, aşiretler insan kaynağı, cemaatler mürit çöplüğü, kapitalistler ucuz emek deposu olarak görüyordu. Günümüzde ise kirli işlerini yaptırdıkları, kapıda el-pençe-divan duran eski Kürtlüğün çökmesi; aşirete sırtını dayamayan, cemaate mürit olmayan, kapitaliste meydan okuyan, kadınların eşitlendiği örgütlü yeni Kürtlüğün yükselmesi ve bunların bir sonucu olarak özellikle yeni süreçte Kürt barışının başarıya ulaşma ihtimali Kürtlerle eşitlenme endişesi yaratarak bu mahallede adeta bir hezeyana yol açıyor.
Bu nedenle Kürt barışından kaynaklı yeniden hortlayan endişeli motivasyon kendisini yeni gelişmeler karşısında bir kez daha aynı amaçlar doğrultusunda farklı yöntemlerle güncelliyor. Yeni sürece yönelik endişeler, onları tehlikeli sulara doğru sürükledikçe şiddeti kibarlaştıran tonlarda yeni nesil faşizmin formu yürürlüğe giriyor. Zaman zaman Kemalizm’in arkasına sığınan bu kesim, Kürt barışı odaklı endişe ve mutsuzluğu çakma bir yurt duygusuyla toplumsallaştırmak istiyor.
Uzun süreden beri derin bir krize giren endişeli kümenin öncülüğünü ise yıllardır ülke sosyolojisini efendi-köle diyalektiğiyle kontrol eden ayrıcalıklı azınlığın yeni nesilleri üstleniyor. Yeni nesil, mirası devralarak zehri farklı biçimlerde, farklı söylemlerle yeni kuşaklara enjekte etme derdinde. Bir anlık rahatları bozulmasın diye ülkeyi elli yıl savaşta tutanlar, şimdi bu mirası çocuklarının eliyle bir elli yıl daha sürdürmek istiyor. Farklı siyasal ve toplumsal yapılara bir ağ şeklinde dağılan yumuşatılmış yeni nesil faşist formun özneleri kanlı nostaljinin geri gelmesini dört gözle bekliyor. Günlerdir ülkenin her tarafı orman yangınlarıyla cayır cayır yanarken bile devleti nasıl da yeniden Kürtlerin üzerine salarız diye ucuz hesaplar yaptıklarına tüm kamuoyu tanıklık etti.
Esasen Ekim ayından bu yana kışkırtıcı içerikler dolaşıma sokularak “süreç” hedef alınıyor. Endişeli ve mutsuz mahalle entelektüel, akademik, iktisadi ve politik baltalarıyla saldırarak, Kürtleri ve Türkleri son sürat düşmanlaştırmayı; yalanlarla Kürt barışını huzursuzluğun kaynağı olarak kodlamayı esas alan konsepti köpürtüyor. Türkiye’nin Lübnanlaşacağı, Kürt Teali Cemiyeti’nin güncelleneceği, Kürtlerin Türkiye’nin büyük ihalelerini aldığı, alacağı; devamla DEM Parti’nin Cumhur İttifakı’na katılacağı, kendini feshederek siyasetten çekileceği, PKK’lilerin kitleler halinde salıverileceği, Mazlum Abdi’nin öldürüldüğü, Öcalan’ın Demirtaş’ın hapishaneden çıkmasını istemediği; hakeza Narin olayı ya da turizmdeki kimi sorunlu Kürt gençleri ve bazı mafyatik gruplar referans alınarak yapılan genellemelerle Kürt sosyolojisinin suçlulaştırılması gibi içerikler endişeli ve mutsuz kesimin devreye koyduğu konseptin uzantılarıdır.
Barıştan mutlu olamayanlar, farklı tuzaklarla süreci dinamitlemeye devam edecekler. Temel korkuları yukarıda bahsedildiği gibi Kürtlerle eşitlenme korkusu. Barışı kurmak isteyenlerin derdi ise belli bir azınlığın mutluluğu değil, seksen altı milyonun barışı, huzuru, eşitliği ve de en önemlisi kimsenin evine artık tabutların taşınmaması olmalı. Bir başkasının çocuğunun kapısına gelen tabuttan siyasal rant ve hegemonya devşirme derdinde olan herkes etik olarak çürümüş, insani olarak alçalmıştır. Savaşta çürüyen etiği, alçalan insanlığı ayakları üzerine oturtmadan onurlu bir barışı inşa etmek zor.