Sur’un şimdi olmayan sokaklarından birinde, Qırıx kendine gezerken mırıldanıyor?
“Bu Moskoflarla Yankeeler acep ne yapiyler, ne ediyler, anlamiyem…”
Quto Abesinin peşinden gidiyor. O da söyleniyor: “Qırıx abe, sen boş ver Rusu, Amerikalıyı, sen kendine ne yapiysin?”
Sur’un “taş atan çocuğu” Quto, benim için Kürdistan’ın nabzı demektir. Ne öğrendiysem ondan öğrenmişimdir. Parmak kadar çocuk cilt cilt kitapların öğretemediğini bana öğretmiştir.
Allah razı olsun. Duyduğuma göre şimdi de Rojava’daymış. Bir ara dağlarda dolaşmış. Çobanlık mı yapmış, başka bir “yoğunlaşma” içinde miymiş, bilmiyorum. Ondan gelen son haberde şöyle yazmış: “Sur sokaklarını öğrenmişim, dağlarda her bir kayayı, mağarayı bellemişim, şimdi biraz da ‘ova”da talim ediyem.”
Eh, haklı. Öğrenmenin sonu yok. Benim gençliğimde “şehir gerillasından”, “kır gerillasından” söz edilirdi de, ne yalan söyleyim, o zamanlar “dağ gerillası” diye bir laf duymamıştım. Meğer o da varmış. İnsan yaşadıkça neler öğrenmiyor ki?
Bunları yazarken bir yandan da yüksek sesle yazdığımı okumuşum. Az ötemdeki Heval, kulağıma eğildi. “Bu Quto var ya dedi, o komple bir gerilla olmuştur.”
Nasıl yani?” dedim. “Hem şehir gerillasıdır, hem dağ, hem de ova gerillasıdır.” “Konspirasyon” nedir bilmeyen Heval’e kızdım. “Yerin kulağı var, çocuğu ihbar mı ediyorsun?”
Çok bozuldu. Vakit geçirmeden Quto’nun ailesine ulaştım. Heval’in iddiasını araştırdım. Öyle değilmiş. Quto “silahsız gerillacılık oynuyormuş.” Bazen sokakta “tatatata” diye sesler çıkarıyormuş, bazen bunu kuzularıyla çıktığı dağda yapıyormuş, bazen de ovaya inip “boooom!” diye ortalığı birbirine katıyormuş.
Çocuktur. Elbette oyun oynayacak. Burnumun dibine sokulan “legalist ve de parlamentarist” sert bir sesle “çocukları böyle militarize eden oyunlara özendirmek ayıptır” dedi. Boş bulunup neredeyse “haklısın” diyecektim ki, çocukluğum aklıma geldi.
1950 yılının başı. Kore Harbi patlamış. Gazeteler “Kunuri’de Türk zaferi” manşetleriyle yayınlanıyor. Biz çocuklar bu haberleri heceleyerek okuyoruz. Sonra “askercilik” oynuyoruz. Derken biraz büyümüşüz. Sinemaya gitmeye başlamışız. İşte at üstünde John Wayne. Belinde iki altı patlar. Haydutların peşinde. Hooop. Bu defa “kovboyculuk” oynamaya başlıyoruz. Antakya ağzıyla birbirimize “angillo” diye bağırıyoruz. Sanırım “eller yukarı” demek oluyor.
Legalist, parlamentarist ve fena halde antimilitariste soruyorum: “Sen çocukluğunda ‘askercilik’ oynamadın mı, ya da ‘kovboyculuk?’” “Oynadım” dedi. “E işte şimdi de Quto oynuyor” dedim. Çekip gitti. Kendi çocukluğumdan verdiğim örnekleri daha sonra düşündüm:
Biz “Türk askerine” ve “Amerikan kovboyuna” öykünerek büyümüştük. “Allah Allah” diye bağırarak süngü savaşına kalkıyorduk. Ya da iki silahşor karşılıklı geçip düello yapıyorduk. Koca bir nesil işte böyle “Türk militarizmine” ve “Amerikan emperyalizmine” hayranlıkla büyüdü. Bunlardan kurtulmak, kopmak bir hayli zor oldu. Bana öyle geliyor ki, Erdoğan çocukluğunun “oyunlarından” hala kurtulamamış. Hem “askercilik” oynuyor, hem de “kovboyculuk”. Bazan “Türk askeri” gibi yapıp “Amerikalı kovboyu” vuruyor, bazen da “kovboy” olup, “kendi ordusunu” duman ediyor. Elbette “gerçek” değil. Ne de olsa “oyun.”
İşte böyle. Ne demiştim. Bacak kadar Surlu çocuk bana “oynayacaksam” hangi oyunu oynamam gerektiğini, “kendine oynadığı” oyunlarla öğretti. Bunları düşündükten sonra, “legalist, parlamentarist ve fena halde anti-militarist” siyasetçiye şöyle bir e-mail notu gönderdim: “Değerli legalist, parlamentarist, anti-militarist dostum, ‘her türlü savaşa karşı’ olduğunu duydum. Sana şunu hatırlatmak isterim: Şu anda Rojava’da ‘her türlü savaş var, biri Türk devlet iktidarının Rojava’ya karşı saldırı savaşı diğeri Rojava’nın bu savaşa karşı savunma savaşı. Ne dersin? Bu ‘iki savaş, her türlü savaş parantezine” sığar mı?”
Ve ona Quto’nun “gerillacılık” oynarken kir pas içindeki bir resmini de gönderdim. Altına da şu notu ekledim: “Biraz çocuklaş ve bu defa doğru bir oyun oyna…”
Ben ne zaman Quto’yu düşünsem, yıllar ötesine dönüyorum ve bu defa “yanlış oyunlarımın” öz eleştirisi olarak, şu halimle Quto gibi oyunlar oynuyorum. İhtiyarlık çocukluğa yeniden dönüştür denir ya, işte öyle bir şey… Yazımın sonunu şöyle noktalıyorum:
Dünyanın bütün ihtiyarları, çocuklaşın, kaybedeceğiniz hiçbir halt yok, kazanacağınız neşeli bir dünya var… “Bu delilik” dediğinizi duyar gibiyim. Doğrudur. Rönesans döneminin büyük hümanisti Rotterdamlı Erasmus’un “Deliliğe Övgü” kitabının esinleyici etkisine veriniz.