Kadınlar haftalardır 8 Mart için erkek egemen zihniyet ve devlete karşı kıran kırana mücadele etmekte. Nedeni ise sadece ve sadece doğuştan sahip oldukları hatta doğmadan önce sahip oldukları kimlik, barınma, beslenme ve korunma haklarının gaspına karşı alanlara çıkma. Doğmadan önce çünkü canlılara ait suyu, güneşi, toprağı olan dünya gezegeni tüm canlı türleri kadar kadın türünün (kimlik) barınma yeridir. Coğrafyalar (yer, yurt) hegemonik devletlerin işgal, talan, yıkım sömürü alanı değildir. Kapitalizm bin kat fazla kazansın diye hormon üretme alanları da değil. Babadan oğula, başbakandan başbakana geçen miras hiç değildir.
Erkek devlet tüm bu hak gasplarıyla kendi minyatürü olarak zorla kurgulattığı erkek egemen aile ve tüm militarist harekatları kurumlaştırıp kadının barınma, beslenme ve korunma hakkı olan özsavunmasını elinden alarak işkenceye, şiddete maruz bırakmakta. Dayanağı da iki insanın en basit sosyal birlikteliğini erkeğin kimyasal silah olarak kadına karşı kullandığı cinsel şiddet sarmalında kör düğüme sıkı sıkıya bağlayıp, ailenin, toplumun, dinin, devletin onayından geçirmeyi dayatmasıdır.
Ardından her yıl New York’ta katledilen 129 işçi kadının 4 katından daha fazlasını katletmesiyle ülkeyi kana bular. Bugün kadının aşına, ekmeğine, emeğine, bedenine göz koyan sistem her gün siyaset, ekonomi, eğitim, sağlık, kanun, medya, reklam ve dizi alanlarında paramparça satmakta. Bu nedenle kadının kendi öz örgütlülüğüyle kendini koruması devleti korkutuyor. Devlet kadının bedenini gasp eden erkek egemen kanunlara karşı çıkanları hesaplayarak korkudan ‘kanun dışı’ suçlaması oluşturuyor. Bunu hem yerel hem devlet hem de devletlerarası yapmasına rağmen ödü kopuyor.
Egemenlerin en canlı örneği: Kürdistan’ı önce 4 parçaya böl, her bir parçasını bir devlete ver sonra ‘devletin bölünmez bütünlüğü’ uydurmasına hakkı için mücadele edenleri ‘terörist’ ilan et, kadın dört devlet tarafından katledildiğinde demokrasi havarisi kesil. Devamında oryantalist ve hegemonik devletlerin iyilik saydığı kadın hakları projesiyle bir kadını korumuşsa dünya âleme duyurur. ‘Kadın şiddet görüyordu, uluslararası foncular son an da kurtardı…’
Dünya manşetinden düşmez. Kürdistan ve Türkiye’de kadınlar projesiz özgürlük iddiasıyla binlercesi örgütlenerek birbirini koruması devlet karşıtı olur. Ama devlet erkek kanunlarla binlerce kadını işkence, şiddet altında katleder bir kadını havuz medyasında bol keseden reklamını yapar, kadın hakları savunucusu olur. Rojava’ya bakın kadın direnişçiler on binlerce farklı halktan ve inançtan kadını, çocuğu IŞİD çetelerinden kurtarır, dünya gündemine girmez. Bir devletin askeri es kaza bir kadını kurtarır, dünyanın fenomeni olur.
90’larda kadına karşı devlet destekli Hizbi kontranın faili belli cinayet, kadının yüzüne kezzap dökme, jiletleme, satırlı saldırılarına karşı mücadele eden Ferqîn, Amed, Şirnex, Êlih, Nisêbîn, Mêrdîn… de kadınlar nasıl baş eğmeden çoğalarak bu güne geldiler hiç bilinmedi. Günümüzde kadın düşmanı AKP-MHP zihniyetine karşı direnerek kendini koruyanları da devlet zindana atıp görünmez kılıyor. Ne söylendiği değil kimin söylediği ve kimin neyi kurtardığı erkek devletin iktidarına hizmet ediyor. Savaşın kararını erkek devlet verdiyse özgürlük kararını da kadınlar verir.
Nasıl ki Kürt kadınları bizi Türk devleti döveceğine Kürt devleti dövsün diye mücadele etmiyorsa Türkiyeli kadınların da bu gün bizi başka bir devlet döveceğine Türk devleti dövsün diye mücadele etmedikleri mevcut erkek egemen devlete karşı mücadelelerinde ortaya çıkıyor. Biz kadınlar devletsiz ve erkeksiz neyi yapabilirsek bizim, gerisi AKP-MHP zihniyeti ve benzerlerinin himayesinde her an neye dönüşeceği belli olmayan patlamaya hazır saatli bomba misali olduğunu tecrübeledik. Ve bu sebepledir ki 8 mart hiç geçmedi.