Önceki yüzyılın eşiğinde birlikte ve umutlarla başlayan türkü ne yazık ki birlikte sürdürülemedi. Türkiye Cumhuriyeti’nin asırlık öyküsü, tekli zihniyetin gölgesinde yazıldı. Türk ve Sünni merkezli bu tekçi anlayış, bir ulus düşlerken, farklılıkların renklerini soldurdu. Kürt’ün türküsüne, Alevi’nin semahına, Ermeni’nin duasına, Rum’un nefesine, farklılıklara ket vuruldu.
Bu zihniyet, yalnızca kimlikleri değil, insanlığın ortak özlemini, eşitlik ve özgürlüğün o ‘kutsal’ ateşini söndürmeye yeltendi. Oysa eşitlik, bir bahçede her çiçeğin kendi rengiyle açması, özgürlük ise her ruhun kendi şarkısını söyleyebilmesidir. Olmadı, başarılamadı.
Ancak ayrımcılığın, baskının gölgesinden sıyrılmış eşit ve özgür bir yaşam düşü bitmedi. Halkların, dillerin, kültürlerin ve inançların özgürce dans ettiği bir bahar ülkesi yaratmak pek ala olası.
Tekçi zihniyetin yaşamsal kırılmaları
Cumhuriyetin yüz yıllık serüveni, bir ulus inşa etme iddiasıyla yola çıktı. Ancak bu iddia, farklılıkları bir tehdit sayarak, asimilasyonun karanlık koridorlarında yol aldı. Türk ve Sünni bir devlet yarattı. Kürt’ün dili, Alevi’nin inancı, farklılıkların, azınlıkların varlığı, adeta bir makinenin dişlilerinde öğütülmek istendi. Dersim’in dağlarında yankılanan çığlıklar, Sivas’ın alevlerinde yitip giden canlar, Maraş’ın, Çorum’un yaralı sokakları, Diyarbakır’ın tarihi bu tekçi zihniyetin varoluşsal yıkımıdır.
Tek bir kimliğin gölgesinde ezildiğinde, insanın özü de gölgelenir. Oysa eşitlik ve özgürlük, insanın kendi varoluşunu gerçekleştirmesinin yoludur. Tekçilik ise bu yolu tıkayan bir taş yığınıdır. Cumhuriyetin vaat ettiği eşitlik, bir tek tip kimliğin dayatmasıyla çürütüldü. Özgürlük, bir avuç seçkinin lütfu sanıldı. Ve bu çelişki, yalnızca toplumsal barışı değil, insanın varoluşsal anlam arayışını da yaralayıp bizleri bugüne getirdi.
Kürt sorununda Barış ve geleceğin ortaklaşması
Kürt sorunu, Türkiye’nin yalnızca siyasi değil, felsefi bir meselesidir. Bu sorun, insanın kendi özünü, dilini, kültürünü yaşama hakkının inkarıdır. Aynı zamanda, bu hakkı teslim etmek, ortak bir varoluşu mümkün kılmanın anahtarıdır. Dolayısıyla adı konmamış olsa da ‘barış ve demokratik toplum süreci’, yalnızca bir siyasi uzlaşı değil, geleceği kurmak için varoluşsal bir buluşmadır.
Özgürlük, yalnızca bireyin değil, toplumun da kendi anlamını yaratma sorumluluğudur. Kürt halkının eşitlik talebi ve mücadelesi, bu sorumluluğun bir yansımasıdır. Ancak barış ve demokratik toplum masada değil, vicdanlarda, sokaklarda, yüreklerde örülür. Çünkü barış, yalnızca bir anlaşma değil, farklılıkların bir arada varoluşu, içten ve ortak dansıdır.
Barış ve demokratik toplum için, toplumun her kesimi, emekçiden aydına, kadından gence, bu dansa katılmakla sorumludur. Bundan dolayı önemli bir dönemeçteyiz. İç, bölgesel ve genel birçok faktör bize barış ve demokratik toplum mücadelesinin koşullarını dayatmış bulunuyor. Bazı sözler edilmiş, adımlar atılmışken toplum olarak sorumluluk altındayız. Beklemek, izlemekle olmaz. Kürt sorununun çözümü, Türkiye’nin varoluşsal bir sınavıdır ve bu sınav, her dil ve inançtan halklarla yürünebilir ve yalnızca eşitlik ve özgürlükle geçilebilir.
Hukuksuzluğun ve adaletsizliğin gölgesinde solan bayramlar
Bayramlar, insanın birbiriyle ve evrenle uyumunun sembolü olarak düşünülür. Sevincin, birliğin türküsüdür bayramlar. Ancak bugün, hukuksuzluğun, eşitsizliğin ve baskının gölgesinde soluyor. Siyasi tutsaklar hala hapiste. İnfaz yasası siyasileri kapsam dışında tuttu.
Ekonomik zorluklar bel büküyor. DİSK-AR’a göre İstanbul’da yaşamın maliyeti 4 kişilik aile için 91 bin 722 TL oldu. TÜRK-İŞ’e göre açlık sınırı 25 bin 092 TL, yoksulluk sınırı ise 81 bin 734 TL oldu. Oysa 14 bin 500 TL olan emekli maşlarıyla, açlık sınırının altında kalan ve yüksek enflasyon altında her gün biraz daha eriyen 22 bin 104 TL olan asgari ücretle yaşam milyonların kaderi sayılıyor. Enflasyon düşük gösterilerek ara zam da sefaletin kavurulmuş hali olacak.
Diğer tarafta iktidar, hukuku bir kılıç gibi sallandırarak, halk iradesini zincire vuruyor. Önce DEM Parti’nin 11 belediyesine kayyum atanmıştı. Şimdi 11 CHP’li belediye başkanı tutuklu. CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar, kayyumlar, tutuklamalar, yalnızca siyasi bir gasp değil, insanın kendi kaderini tayin etme hakkına, yani özgürlüğün özüne bir saldırı olarak devam ediyor.
Oysa ötekinin yüzüne bakmak, onun varlığını tanımaktan geçer. AKP, bunu yok ediyor. Seçme seçilme hakkına saldırılıyor. Bu hukuksuzluk, ötekinin varlığını yok saymaktır. Ekonomik kriz, yoksulluk, işsizlik, sosyal adaletsizlik, bu varoluşsal yaranın maddi izdüşümleriyse, siyasal baskılar da bu yaranın ruhsal izleri olarak tarihte yer ediyor.
Bayram, bu gölgede bir ağıta dönüşüyor; oysa bayram, insanın insanla, varlığın varlıkla kucaklaşması olabilirse anlamlıdır.
Birleşik mücadele ve geleceğin ortak şiiri
Özgürlük, insanın kendi özünü yaratma serüveni olarak tanımlanabilir. Eşitlik ise, bu serüvenin her varlık için mümkün olması demek. Ancak bu idealler, gökyüzünde asılı yıldızlar değildir. Eşitlik ve özgürlük alın teriyle, cesaretle, dayanışmayla, mücadeleyle yeryüzüne indirilir. İktidarın baskısına, hukuksuzluğuna, tekçi zihniyetine karşı, emek, barış ve demokrasi güçlerinin birleşik mücadelesi, bir zorunluluktur.
Özgürlük ve eşitlik mücadelesi, yalnızca siyasi bir hareket değil, insanın insan olma onurunu savunma çabasıdır. İnsan, mücadelesiyle, eşitsizlikten eşitliğe, baskıdan özgürlüğe bir köprü kurmalıdır. Sendikalar, kadınlar, gençler, ezilenler, bu köprünün taşlarını birlikte döşemelidir.
Sanat, felsefe, vicdan ise bu mücadelenin ateşini harlar. Çünkü özgürlük, yalnızca bir hak değil, bir sorumluluktur, bununla birlikte eşitlik, bir lütuf değil, varoluşun özüdür. Sanatçılara iş düşüyor.
Umudun yaşamsal çağrısı
Türkiye, yüzyılın ilk çeyreğinde bir yaşamsal yol ayrımında. Ya tekçi zihniyetin gölgesinde, çelişkilerin ve acının zincirlerinde kalacağız ya da eşitlik ve özgürlük için birleşik bir mücadeleyle yeni bir ufuk öreceğiz. Bu ufuk, tüm halkların, dillerin, kültürlerin, inançların özgürce nefes aldığı demokratik bir Türkiye’dir.
Bir bahar ülkesi yaratılabilir. Bu, bir düş değil, insanın kendi anlamını yaratma iradesidir. İddia, kararlılık ve mücadele ile bu başarılabilir. Bayramların gölgesini dağıtacak, hukuksuzlukları dize getirecek, adaleti bir şiir gibi yeniden söyletecek olan, halkların ortak mücadelesidir.
Eşitlik ve özgürlük, yalnızca bir sözün ve yazının dizelerinde değil, sokakların nabzında, meydanların haykırışında, yüreklerin ateşinde doğar. Bu gelecek hepimizin; bu mücadele, varoluşumuzun ortak çağrısıdır. Ve bu şiir, hep birlikte yazılabilir.
İyi bayramlara…