Şeyh Bedreddin’in baş müridi Börklüce Mustafa’nın 1416 yılında Mimas yani günümüzdeki ismiyle Karaburun yarımadasında giriştiği isyan adeta bir “sol ilahiyat”a dayanmaktaydı. On binlerce insanı iki yıl boyunca komünal ve eşitlikçi bir toplum ideali perspektifiyle bir arada tutan Börklüce’nin bu direniş coğrafyası; 14 yıldan beridir onun idealini sürdüren bilim emekçilerinin düzenlediği Karaburun Bilim Kongresi etkinliklerine de ev sahipliği yapıyor.
Börklüce’nin izinde, 4-7 Eylül tarihlerinde dopdolu bir içerikle gerçekleşen kongrenin bu yılki ana teması “sınıf mücadelesi: krizler ve çıkışlar” idi. Theodor Adornu’nun “bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar” mottosuyla düzenlenen ve Türkiye’deki akademik çölleşmenin ortasında yemyeşil bir vaha gibi duran kongrede 27 oturum boyunca 70 bildiri sunuldu. Kongrenin program broşürünün ilk sayfasında yer alan 20 kişilik Düzenleme Kurulu üyesi yazar, çevirmen ve bilim insanından 11’nin isminin karşısında “muhreç” (ihraç edilmiş) ifadesi yazılmaktaydı. Yani Kürt yerleşimlerindeki ablukalar, devlet şiddeti ve insan hakları ihlallerini kınayan ve Türkiye devletini, anayasasında açıkça belirtilen “hukuk devleti” konumuna çağıran “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalayan bilim insanlarından olan bu 11 kişi de 2016’dan beri iktidar partisi tarafından “KHK terörü” yoluyla adeta bir cadı avına dönüştürülen topyekûn saldırının hedefi olmuşlardı. Aslında bu bilginin kendisi tek başına bize Karaburun Bilim Kongresi’nin niteliğini, itaatsiz duruşunu ve ne tür bir karşı hegemonik bilgi ürettiğine dair net bir fikir veriyor zaten. Sadece kongrenin düzenleme kurulu içinde değil, üç gün boyunca sunum yapanlar arasında da “muhreç” çokça bilim insanı, sendikacı ve eğitimci vardı. Hem sunum yapan hem de Türkiye’nin farklı yerlerinden gelenler için Karaburun Bilim Kongresi herhangi bir bilimsel disiplindeki klasik bir “kongre” değil, tam aksine bilimin ve onun ana taşıyıcısı konumundaki akademinin; toplumun iyilik hali için mücadele eden özgürlükçü çizgisinde ısrar etmenin, onu korumanın bir dayanışma alanıydı.
Bu yıl “kriz” temasını odağına alan kongre, hem bu krizi çoğul bir yaklaşımla ele aldı hem de bu kriz karşısındaki çıkış olanaklarını tartıştı. Günümüzde hem Türkiye’de hem de genel olarak dünyada içinden geçtiğimiz dönemi tanımlayan en belirgin özellik bir kriz anına işaret ediyor olmasıdır. Kriz, çok katmanlı ve çok anlamlı bir içeriğe sahip olsa da, tarihçi-sosyolog Hamit Bozarslan’ın da belirttiği gibi her şeyden önce bir yönetilemezlik durumuna, verili sosyal, politik veya ekonomik düzenin yeniden üretiminin zorlaşmasına; karşıtlık ve fırsatlar alanında yeni iktidar ilişkilerinin ortaya çıkmasına göndermede bulunur.
İtalyan düşünür ve sosyalist kuramcı Antonio Gramsci, 1930’larda Avrupa’da yükselen faşizmin koşullarında, kapitalist sistemin “organik krizi”nden şöyle bahsediyordu: “Kriz tam olarak eskinin ölmesi ve yeninin doğamamasına dayanmakta. Bu fetret devrinde çok çeşitli marazi semptomlar ortaya çıkar.” Gramsci’ye göre kriz, kendisini ekonomik, politik, sosyal ve kültürel boyutlarıyla göstermesi anlamında organikti ve aynı zamanda bu kriz kendi başına bir fırsattı da zira sistemin artık çalışmadığını ve değiştirilmesi gerektiğini gösteriyordu. Bu nedenle zorluk, ekonomik, politik, sosyal ve kültürel alanlarda çözümler içeren yeni ve radikal bir antikapitalist modele dayanan alternatif bir “organik” çözüm oluşturmaktı. “Her devrime yoğun bir eleştiri emeği, kültürün ve fikirlerin insan kitleleri arasında yayılması eşlik ediyor” diyen Gramsci, bunun için de alternatif bir karşı-hegemonik fikre bağlı olan ve bunu daha geniş kitlelere kolayca ifade edebilecek, strateji oluşturabilecek ve aktarabilecek olan “organik entelektüellerin” önemli rolünden bahsediyordu
Karaburun Bilim Kongresi’nde de Gramsci’nin bu çerçevesine sadık angaje bir katılımcı profili ile; emek alanındaki çoklu mücadelelerden yeni toplumsal hareketlere, feminist hareketten ekolojiye, dünyanın çatışmalı coğrafyalardaki barış süreçlerinden yerel yönetimlere birçok farklı alandaki kriz durumları ve bunlara yönelik çıkış olanakları üzerine son derece kıymetli tartışmalar yürütüldü. Bütün oturumlarda, krizi sınıf mücadelesi temelinde ele alan ve kapitalizmin topyekûn saldırısına yönelik ne gibi “çıkışlar” sağlanabileceğini sorgulayan bir arayış göze çarpıyordu. Sosyal, mental ve çevresel ekolojilerin büyük bir kriz içerisine girdiği, “katı olan her şeyin buharlaştığı” bu alacakaranlık döneminde; Karaburun’da bir araya gelen insanlar, yoğun bir “eleştiri emeği” mesaisi ile bu “fetret devrindeki marazi semptomlardan” çıkış olanaklarının mümkünlüğünü tartıştılar. Türkiye’de yükselen otoriteryanizmin yarattığı konformizme inat “tabi kılınmış bilgilerin” ayaklanmasını çağıran itaatsiz bir bilim ışığında eşitlikçi ve özgürlükçü bilginin imkânlarını hep birlikte aradılar.