Türkiye ve dünyada barışın önündeki en büyük engelin milliyetçilik olduğunu vurgulayan Pakrat Estukyan, Kürt sorununun Türkiye’deki bütün halkları ilgilendirdiğini vurguladı
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezeaevi’nde mutlak tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 28 Aralık’ta bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeden sonra Abdullah Öcalan’ın çözüme dair mesajları kamuoyuyla paylaşıldı. DEM Parti İmralı Heyeti, Meclis’te grubu olan partilerle bir araya geldi. Heyetin, ziyaretlerini sivil toplum örgütleri ve sol, sosyalist partilerle sürdürmesi bekleniyor.
Agos Gazetesi yazarı Pakrat Estukyan, “yeni süreç” tartışmalarını ve Abdullah Öcalan’ın mesajlarını Mezopotamya Ajansı’ndan Melik Çelik’e değerlendirdi.
‘Barışın önündeki engel milliyetçiliktir’
Türkiye ve dünyada barışın önündeki en büyük engelin milliyetçilik olduğunu vurgulayan Pakrat Estukyan, “Milliyetçilik, milletini sevmek değil, milletinin dışındaki herkesten nefret etmektir. Türkiye’de barışın önündeki en büyük engellerden biri de MHP gibi bir partinin okullarda ders vermeye girişmesidir. Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Ülkü Ocakları’yla protokol imzalayıp okullarda ders vermeye davet etmesidir. En saldırgan unsurlarla, dirsek temasıyla barış inşa edilemez” dedi.
Öcalan’ın paradigması
Pakrat Estukyan, Abdullah Öcalan’ın yeni bir paradigmadan bahsettiğine işaret ederek, “Abdullah Öcalan barışa katkı veremez. Şu açıdan veremez; karşısında o katkıyı algılayacak, anlayacak ve değerlendirecek bir anlayış yok. Bir diyalog ortamı yok. Öcalan yeni bir paradigmadan bahsediyor. Demokratik cumhuriyet ve demokratik toplum tanımını kullanıyor. Halkların bir arada yaşamasının olasılıklarından bahsediyor. Ama muhataplarının bu paradigmaya intibak etme ihtimali yok. Bu dili bulabilecek kapasiteye sahip değiller. O yüzden bunu gerçekçi bulmuyorum. Öcalan’ın paradigması batılı aydınlar, entelektüeller, felsefeciler tarafından algılanıyor, anlamlandırılıyor ve değerlendiriliyor. Üzerine yorumlar ve alıntılar yapılıyor. Ama Türkiye siyaset ortamında bunun karşılığını göremiyoruz. Böyle bir entelektüel birikime sahip biri yok. Entelektüeller bu konuda konuşmaktan imtina ediyorlar. Çünkü mevcut şartlarda bu alanda fikir ifade etmek kolayca ‘terör örgütü’ propagandası yapmak diye tanımlanabilir. Düşünebilen insanlar bu korku ikliminde görüş ifade edemiyorlar” diye belirtti.
Siyaset dili
Türkiye’de siyasetçilerin, muhatap gördükleri Abdullah Öcalan’a halen “terörist başı” diye hitap ettiklerine dikkati çeken Pakrat Estukyan, “Muhataplarının bu düşüncelerini pratiğe geçirdiği Rojava bölgesi için ‘teröristan’ kelimesini kullanıyorlar. Bu dille diyalog sürdürmek pek mümkün değil. Bu dil en sonunda bir al-ver meselesine geliyor. ‘Senden taleplerim var, sen onları yerine getirirsen ben de şunları yaparım’ deniliyor. Biz eşit yurttaşlıktan, kabullenilmeyen bir halkın kabul edilmesinden bahsediyoruz. Buna dair hiçbir söylem yok” diye konuştu.
‘Kürt sorunu tüm halkları ilgilendiriyor’
Kürt sorununun Türkiye’deki bütün halkları ilgilendirdiğini vurgulayan Pakrat Estukyan, “Halklar nezdinde barışa uygun tepki veren sivil bir yaklaşım görmüyoruz. Türkiye’de resmen azınlık olarak tanımlanmasa da ayrı bir ana dili, etnik aidiyeti ve dinsel aidiyeti olan gruplar var. Ermeniler, Rumlar, Yahudiler var. Bunlardan da bu anlamda somut bir tutum alış göremiyoruz. Şu anda Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) kuruluş yıllarında gördüğümüz o coşku sönümlenmiş durumda. HDK ilk oluştuğunda orada Çerkezler, Lazlar ve farklı etnik gruplar yer aldı. Şu anda onların da sesini duymuyoruz” ifadelerini kullandı
‘Kürt aydınlanması engellenemedi’
Pakrat Estukyan, iktidarın son 10 yılda Kürt hareketine dönük saldırılarına işaret ederek, “Kürt ulusal aydınlanmasını engellemek, dize getirmek mümkün olmadı. Şu anda DEM Parti, öncesinde HDP bugüne kadar en çok siyasi tutsak veren örgütlenme oldu. Öyle olduğu halde bu örgütlenmenin sesini kısmak mümkün olmadı. Seçmenlerini de yıldırmak mümkün olmadı. Bileşen seçmenlerde zaman zaman belli kaymalar gözlemlense de esas olarak dayandığı temel seçmen kitlesinde de bir yılgınlık olmadı. Konjonktürel olarak da birkaç ay önce ‘İsrail’in bir sonraki hedefi Türkiye olacak’ denildi. İsrail ise bunun tam tersini söylüyor. İsrail de ‘bir sonraki tehdit Türkiye’dir’ diyor. Bu da ilginç. İsrail Türkiye’yi kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak tanımlıyor. Buna göre de silahlanmasında belli bir planlamaya gidiyor. Örneğin uzun menzilli füzeler alımının gerekçesi olarak, Türkiye’yi vurma ihtiyacını gösteriyor. Bir yandan İran faktörü var. Türkiye İran’la oldum olası karşıtlık üzerine kurulu bir ülkedir. Emperyalist ülkeler İran üzerine çok değişik hesaplar üretiyorlar. Dolayısıyla küresel emperyalist güçler de burada belli hesaplar içerisinde. Bu bilim kurgu edebiyatı gibi geleceğin savaşları olacak. Geleceğin savaşları şu olacak; bu olacak derken aslında bunların hepsinin zemini burada var” şeklinde konuştu.
HABER MERKEZİ