DAİŞ’çi çetelerin Êzidî halkına yaptığı soykırımın yıldönümündeyiz. Bu soykırımı şiddetle kınamak ve hem Êzidî halkının hem de Kürt özgürlük gerillalarının ortaya koyduğu destansı direnişi selamlamak insani bir görevdir. Barışın ve demokratik toplumun inşasının tartışıldığı bu günlerde, Kürt halkının ve özgürlük güçlerinin, Êzidî soykırımından ve bu soykırımı önleyen özgürlük gerillasının direnişinden gerekli dersleri çıkardığından şüphe yoktur.
Bugün Suriye’de Alevilere ve Dürzilere yapılan soykırım saldırıları da aynı DAİŞ’çi çetelerin marifetidir. Öyle ki soykırımları, günlük hayatımızın bir parçası yaptılar.
Bu vesileyle, bir köşe yazısının sınırlılığına uygun olmasa da soykırımların tanımlanmasına dair geliştirilmek istenen bir yanlışlığa dikkat çekmek istiyorum.
Tarihi boyunca egemenler tarafından yapılan toplu insan kıyımları, 1945 yılına kadar katliam olarak tanımlanmıştır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, soykırım mağduru Avukat Lemkin yaptığı çalışmayla, “etnik ve dinsel” nedenlerle yapılan toplu insan kıyımlarını, insanlığa karşı işlenmiş “soykırım” suçu olarak tanımlamış ve bu tanımın BM tarafından kabul edilmesini sağlamıştır.
Böylece, “etnik ve dinsel” nedenlerle yapılan toplu insan kıyımlarına “soykırım”, farklı sosyo-politik nedenlerle yapılan toplu insan kıyımlarına “katliam” denilmiştir.
İki kategoride yapılan toplu insan kıyımları tanımlamasına göre, 1915’te Osmanlı Devleti’nin Ermenilere, 1939–1945 yıllarında Alman Nazi Devleti’nin Yahudilere, ulusal ve dini özelliklerinden dolayı yaptıkları kıyımlar “soykırım” olarak tanımlanmışlardır. 1977 1 Mayıs’ta İstanbul–Taksim’de, 2015 Ankara Gar’da, 2015 Suruç’ta, 11 Eylül’de ABD’nin New York şehrinde sosyo-politik nedenlerden dolayı insanların yok edilmesi ise “katliam” olarak tanımlanmışlardır.
Gerçek böyle olmasına rağmen, son dönemde daha “küçük” ölçekli, daha kısa sürede ve daha dar bir coğrafi alanda gerçekleştirilen ve devletin resmen kararlaştırmadığı; katliamın fiilî sürecinin paramiliter katiller ve katliamcı güruh eliyle gerçekleştirildiği ama devletin de yardımcı olduğu bazı toplu insan kıyımlarına üçüncü bir kategoriymiş gibi “pogrom” denmekte, böyle bir tanımlama getirilmek istenmektedir. 6–7 Eylül 1955’te İstanbul’da Ermenilere ve Rumlara, 1938’de Trakya Yahudilerine yapılan saldırılar ve Maraş soykırımı bu kavramla tanımlanmak istenmektedir.
Bu doğru değildir; tam tersine, yanıltıcı ve zararlıdır. Çünkü pogrom, 1860’larda Çarlık Rusya’sında Yahudilere, etnik ve dinsel kimliklerinden dolayı yapılan toplu insan kıyımının, yani soykırımın, Rusça tanımlanmasıdır.
Türkçede “soykırım”, Kürtçede “Komakoji”, Dersim’de “Tertele”, Yahudice “Holokost”, Latin dillerinde “Jenosit” denir; Rusça’da ise “pogrom” denilmiştir. Dolayısıyla soykırımın Rusça ifadesi olan pogromu, katliam ve soykırımdan farklı özellikleri olan ayrı bir toplu insan kıyımı kategorisi değildir.
O nedenle, Rusya’da Yahudilere yapılan ve Rusça pogrom denilen toplu insan kıyımı, tıpkı Almanya’daki gibi bütün nitelikleriyle bir Yahudi soykırımıdır. Aynı şekilde Halepçe’de, Roboski’de, Şengal’de Kürtlere ve bugün Suriye’de Alevilere ve Dürzilere yapılan toplu kıyımlar da soykırımdır. Çünkü bu toplu insan kıyımları, belirtilen toplumların “etnik ve dini” kimliklerinden dolayı yapılmıştır. Yapılan kıyımların niteliğini bu gerçeklik belirlemektedir. Bu kıyımların nicelik özellikleri, kıyımların soykırım niteliği taşıdıkları gerçeğini değiştirmez.
Nihayetinde, bir olguya adını veren nitelikleridir, nicelik özellikleri değil. Örneğin buğdaya adını veren çokluğu veya azlığı değildir; az olması da çok olması da buğday olma niteliğini değiştirmemektedir.
Öte yandan, bazı soykırımları pogrom olarak tanımlamaya çalışanların argümanları bugünün koşullarında geçerli değildir. Günümüzün silah teknolojisiyle küçük bir coğrafi alanda ve çok kısa sürede “etnik ve dinsel” bir toplumsal kesim yok edilebilir. Bu durum ne kadar zamanda ne kadar genişlikte bir coğrafyada ve kaç kişinin katledildiğinden bağımsız olarak, tam bir soykırımdır. Êzidî halkına yaşatılanın BM tarafından soykırım olarak kabul edilmesi de gerçeğin sonucu ve ifadesidir.
Dolayısıyla zorlama pogrom tanımlaması, BM’nin kabul ettiği “etnik ve dinsel özelliklerinden dolayı” bir toplumun yok edilmesini amaçlayan saldırıları ifade eden soykırım tanımlamasına da aykırıdır.
Dahası geliştirilmek istenen bu tanımlama basit bir kavramsal farklılıktan ibaret de değildir, masum da değildir. Çünkü dünyada, Türkiye’de, Kürdistan’da yaşanmış sayısız toplu insan kıyımı, pogrom olarak tanımlandığında, insanlığa karşı işlenmiş suç kategorisinden çıkarılabilecektir. Böylece bu tür toplu insan kıyımları hakkaniyetli bir şekilde cezalandırılmayacak ve unutturulmaya çalışılacaktır. Nihayetinde, pogrom kavramı soykırımcı devletlerin suçlarını örten bir perdeye, onları kurtaran bir can simidine dönüştürülecektir. Kimsenin böylesine önemli bir yanlışlığa ortak olmayacağı açıktır.