Biliyorum, bu topraklarda faili meçhul, çoğu zaman faili çok iyi bilinen demek. O karanlık tetiğin arkasında kim vardı, hangi emir, hangi korku, hangi suskunluk? Bugün hâlâ yanıtlayamıyoruz. Ama babamın kalemini tanıyorum. Onun yazdığı yerden bir ülkenin hafızası başlıyor.
Zozan Deniz
Bir fotoğraf var, yıllardır göğsümün içinde taşıdığım. Baktıkça konuşmuyor ama sustuğu yerden haykırıyor. Babam… Siyah beyaz bir zamandan kalmış gibi, gülüşü zamana meydan okurcasına dimdik, yüzü sanki kelimelerle yoğrulmuş. Kim bilir hangi yazısının ardından çekildi o kare? Hangi köşe yazısının sonunda kalemi masaya bıraktığında, bir anlık huzurun yüzüne yansıdığı bir zaman dilimi…
Ben o fotoğrafın çekildiği yılın içinde büyümedim; ben o yılın tam ortasında, onun yokluğunun içine doğdum. 1992’nin Ağustos’unda, Urfa’nın sınır kıyısında, Ceylanpınar’da, bir faili meçhul karanlıkta öldürüldü babam. Evimizin direği, annemin yoldaşı, dört çocuğun babasıydı. En küçüğü bendim. Henüz konuşmayı bile bilmeden bir yasın dilini öğrenmek zorunda kaldım.
Oysa o sadece bir baba değildi. Öğretmendi önce. Sonra 12 Eylül’ün çivili kapılarından geçti; cezaevi onu içeri aldı, mesleği onu dışarı bıraktı. Ama kelimelerden ördüğü dünyayı kimse elinden alamadı. Bir elinden kalemi, bir elinden onurunu tutarak, yazmaya devam etti. Gerçeği yazdı, halkını yazdı. Kürt kültürünü, folklorunu, sesi kısılan bir dilin ezgisini yazdı.
Özgür Gündem’de yazdı babam. Kaleminin ucu çoğu zaman kâğıdı değil, vicdanı kanattı. Uluslararası Basın Ajansı’na üyeydi; sesi sınırları aşıyordu. Belki de tam da bu yüzden susturulmak istendi. Ama ne kadar büyük bir ironidir ki, bir insan susturulduğunda değil, sesi duyulmaya başlandığında tehlikeli olur bu dünyada.
Ben büyüdükçe babamın yazılarında büyüdüm. Onu hatırlamaya çalıştığımda yüzü değil, yazıları geliyor aklıma. Bir çocuğun hafızasında eksik kalan görüntüler, kelimelerle tamamlanıyor bazen. Bir gazete kupüründe saklı kalan bir cümle, bir mektubun köşesindeki tarih, yıllar sonra yeniden sarılan bir yara gibi…
Biliyorum, bu topraklarda faili meçhul, çoğu zaman faili çok iyi bilinen demek. O karanlık tetiğin arkasında kim vardı, hangi emir, hangi korku, hangi suskunluk? Bugün hâlâ yanıtlayamıyoruz. Ama babamın kalemini tanıyorum. Onun yazdığı yerden bir ülkenin hafızası başlıyor.
Ben onun en küçük çocuğuyum. Babam öldürüldüğünde dokuz aylıktım. Ama bir ömrün geri kalanını onun izini sürerek yaşadım. Işığını yoluma tutup aydınlandım. Belki babamın sesi artık bir gazetede çıkmıyor ama ben her sabah gözlerimi açtığımda, bir yerlerde hâlâ bir köşe yazısı yazılıyor, biliyorum. Yoldaşları kaldığı yerden devam ediyor. Çünkü o bazen kelimelerde yaşar, bazen suskun bir fotoğraf karesinde, bazen de bir halkın unutulmuş şarkısında…
Ve ben o şarkıyı unutmadım.