Komünleşmeye dayalı toplumsal örgütlenme modeli günümüz dünyasının yaşadığı sorunlara en makul çözüm modelidir. Çünkü bu örgütlenme biçimi tarihsel toplumun doğasına en uygun model olarak karşımızda durmaktadır
Seyithan Akyüz
Komün Kürtçe bir kelime olup, Kom kelimesinden türemiştir. Anlamı toplum demektir. Toplum ise, insan bireylerinin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Ama bu bir araya geliş, öyle kuru bir insan birey topluluğu değildir. Bu bir araya gelişi sağlayan bazı temel şeyler vardır. Bunlar inanç, duygu-düşünce ve en önemlisi doğa ve insana yaklaşımdır. Bir başka ifadeyle belirtecek olursak yaşama bakışı ortaya koyan zihniyet ortaklığıdır. Tarihsel toplumun oluşum şekli devletin ortaya çıkışına kadar bu minvaldedir. Çünkü insan doğasına en uygun toplumsal model, Komün şeklindeki örgütlenmedir. Hatta insanlık bu örgütlenme sayesinde insanlaştı dersek abartmış olmayız. Bu yönüyle ele aldığımızda Komünleri sonrasında gelişen tüm toplumsallaşmaların kök hücresi olarak değerlendirmek gerekir. Klan, Kabile, Aşiret, Kavim ve günümüzün devlet ve iktidar dışı gelişen Ulusallığın da anasıdır.
Kadın, Komüne dayalı toplumsallığın anasıdır
Nasıl ki Komün tarihsel tüm toplumsallaşmaların kök hücresi veya anası ise, Komünlerin anası da kadın olmaktadır. Çünkü insanın ilk toplumsallaşma örneğine baktığımızda, bunun kadın etrafında geliştiğini görürüz. Başka bir ifadeyle kadın, toplum oluşturucu bir varlık olarak tüm fikir ve ideolojilerin üzerinde ortaklaştığı bir hakikattir. Hangi tarihsel kaynağa bakarsak bakalım, dayanışmaya dayalı bu ilk toplumsallaşmanın bir kadın eser olarak ortaya çıktığını görürüz. Kadın öncülüğünde gelişen bu ilk toplumsallaşma, demokratik ve özgürlükçü bir karaktere sahiptir. İnsanlık bununla insanlaşıp özgürlüğe doğru yürümüştür. Ama kadın anlayış ve ideolojisiyle örülen bu toplumsal örgütlenme biçimi, iddia edildiği gibi salt bir kadın özgürleşmesine doğru yürümemiştir. Kadın ile birlik erkek ve toplum özgürleşmesi gelişmiştir. Bu nedenle Komün şeklindeki örgütlenme, insanlığın ilk devrimi olarak objektif tarih sayfalarında yerini almıştır.
Demokratik Komün salt ekonomik bir örgütlenme değildir
Komün günümüz dünyasında salt bir ekonomik örgütlenme olarak anlaşılır. Ama bu eksik bir anlaşılmadır. Zira gerek ilk biçiminde, gerekse günümüzdeki versiyonlarında Komün salt bir ekonomik örgütlenme biçimi değildir. Komünler ekonomik olduğu kadar siyasi, kültürel, savunma, inanç ve düşünsel örgütlenme biçimleridir. İnsanlık bu örgütlenme biçimiyle kendine kimlik edinip toplumsal özgürlüklerini sağlamışlardır. Bu nedenle Komünler insan toplumu için salt üretim veya tüketime dayalı örgütlenmeler olmayıp, toplum için karar alma ve yaşamı planlanma organlarıdır. Başka bir ifadeyle halkın irade sahibi olduğu ve bu iradenin doğrudan pratiğe geçtiği yapılardır. Bu yapıyla halk yaşamda edilgen bir nesne değil, aktif bir öznedir.
Demokratik Komünler Ekolojik yapılardır
Komünlerin bir diğer özelliği doğaya ilişkin yaklaşımıdır. Bilindiği gibi devlet ve iktidarcı anlayışın ortaya çıkmasıyla insan doğaya yabancılaşmış ve ondan kopmuştur. Kendisi de doğanın bir parçası olan insan, bu kopuşla kendi özüne de yabancılaşmıştır. Bunun sonucunda doğa, insan için önemsizleşmiş ve üzerinde her türlü tasarrufun uygulanabileceği bir nesne konumuna düşmüştür. Oysa doğa, tüm canlıların olduğu gibi insanın da beslendiği ana kaynaktır. Doğadaki diğer tüm canlılar gibi insanda bu kaynaktan beslenerek varlığını sürdürmektedir. Ama devlet ve iktidara dayalı anlayışın gelişmesiyle birlikte bu kaynak talana uğramış ve insan dahil tüm diğer canlıların yaşamı tehlike altına girmiştir. Günümüzün kapitalist modernite sisteminin aşırı kar hırsının ifadesi olan endüstriyalizmi ile doğaya adeta cehennem yaşatılmıştır. Demokratik Komünler bu anlayışa karşı net bir duruş ortaya koyarak doğayı insan ve toplum dahil tüm canlıların yaşamı için olmazsa olmaz kabul eder. Eko-endüstri anlayışıyla doğa-toplum-birey optimal dengesini oluşturur.
Demokratik Komünler, demokratik ulus’un bedenidir.
İkinci doğa olarak tanımladığımız insan-toplum doğası kendi içinde farklılığı barındıran bir yapıya sahiptir. Yine esnek bir zekaya dayandığından birinci doğanın yasalarıyla ele alınmaz. Zira birinci doğanın yasaları esnekliğe kısmen kapalıdır. Burada geçerli olan ikinci doğa olan insan-toplum doğasında geçerli olmaz. Birinci doğada yasa olarak kabul edilen, ikinci doğada eğilim olarak önümüze çıkar. Çünkü ikinci doğa salt fiziki bir doğa olmayıp, metafizik özelliklere sahip bir doğa olmaktadır. Yani hem maddi, hem de manevi bir yönü vardır. Manevi yön olarak öne çıkan özellikleri ise, duygu-düşünce ve ona hayat veren ruhtur. Bu özelliklere sahip bir varlığa salt maddi bir varlık gibi yaklaşmak onu doğru tanımaktan alıkoyar. Günümüzde ikinci doğa dediğimiz insan-toplum doğasında yaşanan birçok sorun bu yanlış yaklaşımdan kaynağını almaktadır. Özellikle Kapitalist modernitenin üç sacayağından biri olan ulus devlet, insan-toplum doğasına sızdırılmış bir kanser türü olarak anlaşılmalıdır. Çünkü ulus devlet dediğimiz yapı tekçliğe dayanan bir yapıdır. Toplumun farklılığa dayalı yapısını tekçilik anlayışla dağıtır. Tek’i öne çıkararak diğerlerini kültürel veya fiziki olarak tasfiye eder. Yine baskıcı yapısıyla özgürlük alanlarını yok etmeyi esas alır. Bilimcilik anlayışıyla birinci doğanın yasalarını ikinci doğa olan insan-toplum doğasına dayatarak insan-toplumu bir laboratuvar nesnesi haline getirir. Temsiliyete dayalı Liberal demokrasiyle toplumu siyasal alanın dışına iter. Dolayısıyla ulus devlet sistemiyle toplum kendi olmaktan çıkarak kuru bir kalabalığa dönüşür.
Demokratik ulus ise, kapitalist modernitenin ulus devlet modeline alternatif olarak kendini örgütler. Tekçiliği reddederek insan-toplum doğasına uygun olan farklılık içinde özgür birlikteliği esas alır. Bireyden başlayarak toplumun tüm hücrelere kadar kendini örgütlemesini hedefler. Dayandığı radikal veya yerinden demokrasi anlaşıyla toplumu siyasal alanın aktif öznesi haline gelmesini sağlar. Tahakküm ve baskıcılığa karşı etkin mücadele ederek özgürlüğü savunur. Zorunlu olmadıkça savunmada şiddeti bir mücadele yöntemi olarak görmez. En iyi savunmanın toplumsal örgütlenme olduğunu bilerek toplumu tüm yaşam alanlarında örgütlü hale getirir. Tüm bunları ise tarihsel bir hakikat olan Komün örgütlenmesine başvurarak yapar. Zira tarihi sınıflar arası mücadele olarak değil, Komün ve devletçi uygarlık arasında yaşandığını ortaya koyar.
Sonuç olarak Komünleşmeye dayalı toplumsal örgütlenme modeli günümüz dünyasının yaşadığı sorunlara en makul çözüm modelidir. Çünkü bu örgütlenme biçimi tarihsel toplumun doğasına en uygun model olarak karşımızda durmaktadır. Toplumun ruhu demokratik ulus ise, bedeni de demokratik Komünler şeklindeki örgütlenmedir. Demokratik Komünler de farklılık içinde özgür birlikteliktir.