Bu yazı kaleme alınırken seçim sonuçları henüz belli olmamıştı. Sonuçlar yapılacak tahliller açısından elbette ki önemlidir. Ülke için siyasi, politik, ekonomik, idari vb. yönleriyle belirleyici bir aşamadır. AKP-MHP iktidarı açısından sonun başlangıcı, Türkiye halkları açısından ise demokrasiye açılan bir kapı olacaktır. Tersi bir durumdan bahsetmek, sonucu sayıların üstünlüğü veya zayıflığı üzerine değerlendirmek, faşizmin yenilgisini veya zaferini salt seçim sonuçlarıyla test etmek, özgürlük için gelişen ve giderek yükselen direnişi bir zaman ve mekana sıkıştırmak demektir. Yenilgi ve zafer sadece ve sadece kazanmak ve kaybetmek, ölmek ve yaşamak, artı ve eksi, çok ve az, biz ve siz ikilemlerinden birinin üstünlüğü değildir.
İkilemlere iyi ve kötü, zafer ve yenilgi, temel ve tali anlamlarını yükleyen kapitalizmin kendisidir. Ancak hakikat, salt bu ikilemlerden biriyle tarif edilemeyecek kadar ezel-ebet bütünlüğündedir. Seçim sonuçları ne olursa olsun AKP-MHP iktidarı yenilmiştir. AKP-MHP iktidarı Leyla Güven’in 7 Kasım 2018 tarihinde Amed zindanında açlık grevine başlamasıyla yenilmiştir. AKP-MHP iktidarı 16 Aralıkta açlık grevine başlayıp 1 Mart’ta binlere ulaşan devrimci tutukluların bedeninde yenilgiye uğramıştır.
AKP-MHP iktidarı Zülküf Gezen’in, Ayten Beçet’in, Zehra Sağlam’ın, Medya Çınar’ın yaşamlarına son verirken söyledikleri sözlerde yenilmiştir. Tarihte olduğu gibi tüm diktatörlüklerin kendilerini en güçlü hissettikleri ve en güçlü gördükleri mekanlar zindanlar olmuştur. Ne de olsa denetim, kontrol ve her türlü güç mekanizması kendilerinin elindedir. Bugünkü rejim de genelde tüm toplumu özelde de Kürt halkını zindanlara doldurarak özgürlük, demokrasi, barış seslerini kısmak ve yok etmek istemektedir. Muhalif olan, karşıt olan, farklı olan binlerce insanı tutuklayarak kendini güçlü kılmak istemiştir. Gücüne güç katmak için de yüzlerce yeni cezaevi açmış, açtığı her cezaevine binlerce asker, gardiyan ve memur konumlandırmıştır.
Tüm bu güç mekanizması tutukladığı insanları inandıkları yaşamdan, umutlarından, düşüncelerinden vazgeçirmek, cezalandırmak, iradesizleştirmek ve teslim almak içindir. Zindanlar rejimin sözüm ona en güçlü kaleleridir. İktidar bu kalelerinde baskı ve işkence uyguladıkça kazandığını zannetmiştir. Ancak hiçbir baskı ve işkence yöntemi binlerce tutukluyu umutlarından, değerlerinden, taleplerinden vazgeçirememiştir. Aslında faşizm her daim en güçlü olduğu mekanlarda yenilmiştir. Tarih bunu kanıtlamıştır. 12 Eylül askeri darbesi zindanlarda yenilgiye uğramıştır. Bugün de süresiz dönüşümsüz açlık grevleriyle başlayan zindan direnişleri ve zindanlardan kaçırılarak defnedilen cenazeler AKP-MHP iktidarının bitişi olmuştur.
İktidar kendi kalelerinde artık hükümsüzdür. ‘Ben devletim her şeyin sahibiyim, öldürürüm de, gömerim de’ diyerek cezaevlerinde tecrite karşı fedai eylem yaparak yaşamlarına son veren tutukluların cenazelerini gece yarısı kaçırıp ailelerinin izni olmadan gömmeleri iktidarın bitiş darbesi olmuştur. Bunun ötesinde hiçbir sayısal verinin önemi kalmamıştır. İnsanlık AKP’nin ne kadar belediye kazanıp kazanmadığını ya da iktidarda kaç yıl kalıp kalmadığını hatırlamayacaktır.
Hatırlanacak iki şey vardır. Birincisi kendi sorumluluğunda olan binlerce tutsağın ölüme gidişlerini seyreden bir cumhurbaşkanı, ikincisi ise özgür bir yaşam için bedenlerini açlığa yatıran binlerce hakikat savaşçısı. Kazanmanın ve kaybetmenin hakikat ölçeğindeki kriteri onurlu olup olmamak, ahlaki olup olmamak, vicdanlı olup olmamaktır. Ahlakı, onuru ve vicdanı olmayan bir siyasetin iktidar olup olmamasının önemi yoktur. O tarih ve insanlık karşısında yenilgiye mahkumdur. Zafer kazanan ve tarih boyunca insanlık camiasında onurla ve gururla anılacak olan, özgürlük uğruna bedenlerini eriten ve ölüme gidenlerin olacaktır.