Gazetecilere dönük artan baskıları Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Felat Bozarslan ile konuştuk:
Türkiye’de basın yüzde 95 oranında iktidarın kontrolünde. Kalan yüzde beş ile gazetecilik yapmak çok zor. Bugünkü muktedirler, geriye kalan bu basının bile sesini kısmak istiyor. Gazetecilik 10 yıldır kör bir kuyuya hapsedilmiş durumda. Bu kör kuyu içinde debelenip duruyor
Selman Çiçek
Türkiye’de basın özgürlüğüne yönelik baskılar sistematik bir şekilde sürdürülüyor. Yılın ilk ayında basına dönük saldırılarını artıran iktidar, soruşturma, sansür, gözaltı ve baskılarla basını kontrolü altına almaya çalışıyor. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği’nin ocak ayı raporuna göre 18 gazeteci gözaltına alınırken 9’u tutuklandı. 42 gazeteciye soruşturma açılırken, 12 gazeteciye toplam 31 yıl ceza verildi. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ), Uluslarararı Basın Enstitüsü (IPI), PEN başta olmak üzere dünyadan 41 basın örgütü Türkiye’de gazetecilere yönelik artan keyfi tutuklamalara ve gözaltılara ilişkin yaptığı ortak açıklamada; Türkiye’nin demokrasi ve insan haklarının temellerini korumak için, uygulamalarının ifade ve basın özgürlüğünün korunmasına yönelik uluslararası standartların yanı sıra kendi anayasasında yer alan korumalarla uyumlu olmasını sağlaması gerektiği kaydedildi. Son dönemde gazetecilere dönük artan baskıları Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Felat Bozarslan ile konuştuk.
- Gazetecilere dönük artan baskıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de ve özellikle Kürt gazeteciler üzerinde baskı 2015 sürecinden bugüne kadar devam ediyor. Bu baskı zaman zaman görünmez oluyor. Zaman zaman ise toplu operasyonlarla daha çok görünür hale geliyordu. Ama bu sistematik bir şekilde devam etti. Halen cezaevinde olan arkadaşlarımız var. Yargılanan arkadaşlarımız var. Barışı konuştuğumuz bugünlerde gazetecilere dönük operasyonlar anlamsız geliyor. Ancak, bu geçmişten günümüze gelen sistematik baskının sonucudur. Benim kanaatim, Türkiye’de basın yüzde 95 oranında iktidarın kontrolünde. 2015 yılından sonra hiçbir gazetecinin bağımsız ve tarafsız bir şekilde gazetecilik yapması istenmiyor. On yıldır gazetecilik kör bir kuyuya hapsedilmiş durumda. Bu kör kuyu içinde debelenip duruyor. Özellikle sosyal medya trolleri, bir haber yaptığında, o habere ilişkin bir linç kampanyası başlatabiliyorlar. Bu şekilde gazetecileri, savcı ve hakimin önüne çıkarabiliyorlar. Baskının son dönemde artması yeni bir şey değil. Son on yıldır, gazetecilere dönük baskı bazen görünür olurken bazen de görünmez oluyor. Özellikle Kürt gazeteciler hedefte iken darbe girişiminin ardından kısmen de olsa bu ibre batıya da kaydı. Daha önce meslektaşlarımız sokak başlarında başlarına silahla vurularak faili meçhul cinayetlerine kurban gidiyorlardı. Bugünde cezaevlerine koyup sosyal ölüme terk ediyorlar. Saldırılar, bugüne özgün değil, sistematiktir.
- Basın özgürlüğü tablosu karanlıklaşıyor mu? Siz nasıl görüyorsunuz?
Tablo karanlıktan da öte bir halde. Gazetecilik kör bir kuyuya hapsedilmiş. Bu kör kuyudan çıkmaması içinde mevcut imkanların tamamı kullanılıyor. Yüzde 95’in iktidarın elinde olduğu bir ülkede kalan yüzde beş ile topluma ulaşma, gazetecilik yapma gerçekten çok zor. Gazetecilik çok zor şartlarda devam ediyor. Bugünkü muktedirler, geriye kalan basının sesini kısmak istiyorlar. Bu kendilerine göre meşru bir durum. Bu karanlık dönem, gazeteciliği tamamen bitirmeye yönelik, farklı seslerin, renklerin ve görüşlerin topluma yansımaması için yapılmış planlı bir operasyondur. Bölgede gazetecilik yapmak çok zorlaştı. Haber kaynakları ile görüşme, ajandalarına aldıkları notlar, yaptıkları haberler ve bunun gibi gerekçe olmayacak nedenlerden dolayı arkadaşlarımız tutuklanarak cezaevlerine gönderiliyor. Onlarca yıl ceza istemleri ile davalar açılıyor. Geçtiğimiz hafta Abdurrahman Gök’ün davası vardı. Gök neden tutuklandı. Kemal Kurkut’un fotoğrafını çektiği için. Tek bir fotoğraf için evi üç defa basıldı. Tutuklandı. Bir örgüt doğrultusunda hareket ettiğine dair tek bir delil yoktur. Bütün gazeteciler, meslek örgütleri bir araya gelerek dayanışarak bu zorlu süreci aşabiliriz. Bir araya gelerek kör kuyuya hapsedilmiş gazeteciliği kurtarabiliriz.
- Gazetecilik soruşturmalarla kıskaç altına alınmak isteniyor. Açılan soruşturmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yargı, gazetecilerin başında Demokles’in kılıcı gibi duruyor. Hepimizin hakkında soruşturmalar, davalar açılıyor. Bakıyoruz, hukuk herkese aynı yaklaşmıyor. Farklı farklı yaklaşımları var. Bu gizli tanık meselesi zaten hukukta olmayan bir şeydir. Hukukun en büyük açmazı, hukuksuzluğu en çok yaratan durumdur. Bir kişi çıkıp, Diyarbakır’daki herkes üzerine ifade verdiğinde hepimizin yolu bir şekilde adliyeye gidiyor. Mahkemelerin burada yarattığı hukuksuz ortam, yarattığı fiili durum dışarıda toplumun yargıya olan güvenini de zedeliyor. Bakıyorsunuz, aynı soruşturma, aynı gizli tanık ancak kararlar farklı farklı olabiliyor. Hukuksuzluğun bu kadar aleni bir şekilde aleni bir şekilde yapılması insanların yargıya olan güvenlerini zedelemektedir. Toplumun büyük bir çoğunluğu yargıya güvenmiyor. En basit örneği, Narin Güran Davası’nda çıkan karar, toplumun hiçbir kesimini tatmin etmedi. Arkadaşlarımız, mahkeme koridorlarında gazeteciliği savunmaya devam ediyorlar. Bu Türkiye basın tarihi açısından çok acı bir şeydir. Bu hem hukuk tarihi açısında hem basın tarihi açısından dramdır.
- Gezi soruşturmasına ‘Etki Ajanlığı’ maddesi uygulandı. Bu durum gazeteciler için bir tehlike mi?
Etki ajanlığı gazeteciler için çok büyük bir tehdittir. Etki ajanlığı da Terörle Mücadele Kanunu gibi tehlikedir. Buradaki maddeler bölgemizde gazetecilik yapanlar için bir tehdittir. Şu an yaptığımız röportajı bile gerekçe yapıp bir iddianame hazırlayabilirlar. Şimdi de etki ajanlığı yasası ile bugün konuştuklarımız, yaptığımız haberler, haberlerimizin sanal medyadaki etkileri gerekçe göstererek hepimiz tutuklanabiliriz. Hepimiz hakkında davalar açabilirler. Etki ajanlığına kavram olarak karşı çıkmak gerekiyor. Bir insan başka bir ülkeye ajanlık yapıyordur ya da yapmıyordur. Etki ajanlığı adı ile süslü ifadelerle insanları bir torbaya koyup; ‘sen etki ajanlığı yapıyorsun’ denilemez. Bu ülkede demokrasi adına, hukuk adına AB’den fon alıp çalışmalar yapan birçok sivil toplum örgütü ve freelance gazeteciler var. Hükümete yakın sivil toplum örgütleri, bu fondan en çok yararlanan kurumlardır. Etki ajanlığı daha yasalaşmadan uygulanıyor, bir de hayata geçirilirse bunun hedefinde tamamen bağımsız, tarafsız ve objektif olan STK’lar ve gazeteciler vardır. Kısacası, hepimizi bir torbaya koyup hepimizi tutuklatıp cezaevlerine atabilirler. Bu siyasi partiler içinde endişe yaratan bir durumdur. Buna mutlaka ama mutlaka engel olunmalıdır.
- Ülkede sansür derinleşiyor. Uygulanan sansürü basın özgürlüğüne vurulan bir darbe olarak görüyor musunuz?
Sansür uzun bir süredir Türkiye’de gazeteciler üzerinde uygulanıyor. Ancak şu an öyle bir hale geldi ki; adliyelerde, suç ceza mahkemelerinde çok basit gerekçelerle uygulanıyor. Bir jandarma komutanlığı, aile sosyal politikalar müdürlüğü de bir mahkemeye başvurup erişim kararı alabiliyorlar. Bu durumda oto sansüre neden oluyor. Bu sansür, bu şekilde hızlı bir şekilde devam ederse, gazetecilerde oto sansür girdabına sokmaya başlayacak. Sizin yazdığınız bir kelime, bir cümle sanal medyada aleyhinize korkunç bir kirli propagandaya dönüşebiliyor. Soluğu mahkemede alabiliyorsunuz. Sansür daha önce de uygulanıyordu. Ancak bugün çok farklı boyutları var. Gazetecileri ve toplumu otomatikman oto sansüre yönlendiriyor. Bir kelime yazdığımızda o kelimeyi kırk defa düşünüyoruz. ‘Acaba linç yer miyiz, yargılanır mıyız?’ diye düşünerek yazmaya çalışıyoruz. Bu şekilde gazeteciler istediklerini yazabilecekler mi, bağımsızlıklarını koruyabilecekler mi? Korumayacaklar. Bunu yargıyı kullanarak yapıyorlar. Demokratik bir hukuk devletinde bu asla kabul edilemez.
- Basın özgürlüğünün gelişmesi için ne yapılmalı?
Basın özgürlüğünün gelişmesi için çok büyük çabalar sarf edilmesi gerekiyor. İktidarın basın üzerindeki tahakkümünden vazgeçmesi gerekiyor. Basını serbest bırakması, rahatlatması gerekiyor. Gazeteciliğin kendi mecrasında, kendi özgün iradesi ile bağımsız bir şekilde yoluna girmesi gerekiyor. Bu işin artık bir mücadele sahası olması gerektiğini bilmek gerekiyor. Basın ve düşünce özgürlüğünün her şartta ayakta kalmasını gerektiğine inanıyoruz. Yapabileceğimiz tek şey, basın meslek örgütlerinin, gazetecilerin bağımsız, tarafsız ve objektif ilklerine bağlı tüm gazetecilerin dört elle birbirilerine sarılması gerekiyor. Basın özgürlüğü için mücadele etmemiz dışında bir yolumuz ve yordamımız kalmadı.