Elbette bizler nasıl ki, bugüne kadar bu sisteme boyun eğmediysek, bugünden sonra da asla eğmeyeceğiz. Bu ıssız kuyularda Hz. Yusuf gibi direneceğiz. Güneşimizi çalarak bizleri kendi karanlık zihniyetlerine mahkûm etmeyi amaçlayanlara, ufkumuzu aydınlatarak tokat gibi bir cevap olacağız
Hüseyin Aykol
Ferhat Önkol, daha önce tutulmakta olduğu Adana-Kürkçüler F Tipi Cezaevi’nden 20 Ağustos 2024 günü Konya-Ereğli Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne sürgün edilmişti. Burada kendisine çıplak arama dayatıldı ve girişte araması yapılan eşyaları arasında PKK davasından hükümlü ve tutuklularının uyması gereken 24 kuralın yer aldığı belirtilen bir mektubun bulunduğu iddia edildi. Önkol kendisinden istenen savunmasında, mektubun kendisine ait olmadığı, nitekim araştırılırsa, yazının kendi yazısı olmadığının belli olacağını söyledi.
Buna rağmen, yapılan disiplin soruşturması 31 Ekim 2024 günü sona erdi ve kendisine 15 gün hücre cezası verildi. Aynı gün sevk edildiği savcılık ise, Önkol hakkında terör propagandası yaptığı iddiası üzerine ‘soruşturmaya gerek yok’ kararı verdi. Ferhat Önkol, cezaevinde yaşadığı hak ihlallerini bana yazmak istedi. Bana göndermek istediği mektubun bir bölümde şöyle yazıyordu:
“Cezaevi girerken çıplak arama dayatması yapıldı. Mesela sağlık demişken, geçen gün revire çıktım, doktora nefes almakta zorlanıyorum, hastaneye sevkimi yapabilir misiniz, diyorum. Aciliyeti yok, diyerek sevkim yapılmıyor. Yine geçen gün top oynarken ayak bileğim incindi, hastaneye götürüldüm, alçı yapıldı. Ayağım üstüne basmakta zorlanıyordum. Bu halde hücrede kalamayacağımı, hiç olmazsa iyileşene kadar üçlü odaya geçmeyi talep ettim. Fakat bunu da kabul etmediler. Bu şekilde hücrede kalabilirsin, dediler.
Dahası da var, geçenlerde cezası biten ağır hasta bir arkadaşımızı sırf bırakmamak için şöyle diyorlar: ‘Eğer sen hasta olmasaydın yapılan eylemlere katılırdın’. Bu önyargılı, niyet okuyan saçma sapan gerekçe ile arkadaşımızın tahliyesi erteleniyor. Sanırım bu artık sözün bittiği noktadır. Aslında şunu net olarak söylemek gerek, bu kuyu tipi cezaevi sistemi insanı zamanla hem psikolojik hem biyolojik olarak yıpratmayı ve hatta öldürmeyi amaçlıyor.
Elbette bizler nasıl ki, bugüne kadar bu sisteme boyun eğmediysek, bugünden sonra da asla eğmeyeceğiz. Bu ıssız kuyularda Hz. Yusuf gibi direneceğiz. Güneşimizi çalarak bizleri kendi karanlık zihniyetlerine mahkûm etmeyi amaçlayanlara, ufkumuzu aydınlatarak tokat gibi bir cevap olacağız.”
Bunun üzerine, bu mektubun üzeri çizilerek gönderilmesine 22 Kasım 2024 günü karar verildi. Bu konuda, Ferhat Önkol’un önce İnfaz Hakimliği’ne, sonra da Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz edip, etmediğini ve ettiyse ne yanıt aldığını bilemiyorum ama kendisinden üzeri çizili de olsa, bana herhangi bir mektup -en azından henüz- gelmedi.
* * *
Tokat T Tipi Cezaevi’nde tutulmakta olan Mehmet Şirin Kaya, ailesine ilettiği sorunlar konusunda şunları söylüyor: “Burada ağız içi arama dayatması olduğu için hastaneye gidemiyoruz. Oysa benim çapraz bağlarım kopmuş durumda ve bu konuda ameliyat oldum ama ameliyat sonra gerekli olan bakım yapılamıyor. Buradaki bazı arkadaşların hastalık durumları şöyle:
Ağır hasta tutsak Mehmet Tiryaki’nin tedavileri aksıyor. Hastaneye götürülemediği için teşhis konulamıyor. Cemal Özgül, katarakt ameliyatı olması gerekiyor. Aydın Değirmenci, kolon kanseri. 70 yaşında ağır hasta Ömer Yaman’ın tedavi görmesi gerekiyor. Adnan Çelebi kasık fıtığı ameliyatı oldu, fizyoreterapi tedavisi görmesi gerekiyor. Hasan Demirtaş, Behçet hastası. İlhan Talay merdivenden düştü, kırıkları var. Tedavi görmesi gereken İlhan Talay ağız içi arama uygulamasını kabul etmediği için hastaneye götürülmüyor.”
Ankara-Sincan 1 nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulmakta olan Ozan Alpkaya ise, 13 Ocak 2024 tarihli mektubunda şöyle diyor: “Genel gelişmeler bağlamındaki tartışmaları takip ediyoruz. Yeni Yaşam ve Evrensel gibi gazeteler verilmiyor. Ama az-çok gelişmelere de vakıfız. Basına yansıdığı kadarıyla elbette. Genel bir ihtiyatlılık durumu var doğal olarak. Bölgedeki gelişmelerle bağlantılı yönleri elbette var.
Sanırım Mart-Nisan ayı gibi fotoğraf daha net hale gelir. Zira coğrafyada kimin ne söylediğinden ziyade ne yaptığına bakmak lazım. Toplum odaklı politikalar oluşturulmadıkça toplumsal sorun ve krizlere kalıcı çözümler üretilemeyeceğini belirtmiş olayım kısaca. Sanırım bunun da ciddi zihinsel değişim gerektirdiği açık.
Bir süre sosyal bilim eksenli çalıştım. Demokratik ulus sosyolojisi çerçevesinden bir şeyler de karaladım. Galiba yazım pek okunaklı değil:) O sebeple de serzenişler oluyor. Evet haklısınız artık basım işleri kolay değil. Ekonomik kriz vs. Bir de iletişim dili de değişiyor. Biz çıkana kadar galiba kâğıt basım da demode olacak.
Bir şiir ve öykü dosyam vardı. Belki onların basımı olur ve görüşlerinizi almak isterim. Velhasıl hücrede yazıp-çiziyoruz genelde. Gelişmeleri de takip ederek geçiyor demler. Bu arada, yapay zekâ ile ilgili konular ve tartışmalar ilginç geliyor.
Sanırım topluma yabancılaşmanın da düzeyini yansıtıyor. Bakalım yapay ahlâk ve vicdanı ne vakit gündeme alacak bu akıl. Vesselam kapitalist modernitenin parça parça döküldüğü demlerdeyiz. Oraya buraya yalpalayıp duruyor. Toplum bir uyanıp parmaklarını kıpırdatsa her şey daha güzel olur.
Şimdi galiba binlerce yıllık sersemletici zerk edilmiş zehir ve toksinler ile meşgul. Neyse her bahara daha fazla umutla giriyoruz. Bu yıl da öyle olacak galiba…”
MEKTUBU GELENLER:
Ferhat Önkol – Ereğli Yüksek Güvenlikli Cezaevi
İlhan Talay – Tokat T Tipi Kapalı Cezaevi
Mehmet Şirin Kaya – Tokat T Tipi Kapalı Cezaevi
Ozan Alpkaya – Sincan 1 nolu Yüksek Güvenlikli CİK