Dersimli bir ozanın dilinden böyle dökülmüştü acılı bir ağıtın dizelerine 4 Mayıs. İlk kim söylemişti bu ağıtı ve toplumsal hafızaya işlemişti bu mısrayı bilmiyoruz ama her anımızda kanamayı sürdüren bu acıyı; süngüler, kurşunlar, zehirli gazlar, uçak bombardımanları ve daha nicelerini bizzat yaşayan kuşaklarımızın her fırsatta, adeta her hücresi acıdan parçalanarak aktarmaya çalıştığı, fakat dönem kuşaklarının toplumsal hakikatimizin alabildiğine ötelendiği bir siyasal atmosfer içinde tarih öncesi bir masalı dinler gibi sadece birazcık duyabildiği bir süreçte, Derviş Cemal evlatlarından Hüseyin Doğanay, ilkel koşullarda doldurulan teyp kasetlerinden sesleniyor, bu ve benzeri dizelere geçmeden önce, “sayın Tuncelililer, bizim dilimiz tarihi bir dildir” diyerek Kırmanciye’nin çığlığını en çok da kendi evlatlarının sağırlaştırılmış yüreklerine duyurmaya çalışıyordu.
Evet, 4 Mayıs 1937 Bakanlar Kurulu Kararnamesi. Tarihin derinliklerinden bu yana nice badirelerle süzülüp gelen, insanlık ağacının bir dalı ya da insanlık ormanının bir ağacı olan Dersim, soykırımlar silsilesiyle büyük birikimler edinmiş olan İttihatçı muktedirlerin modern insan mezbahanesinde biçiliyor; “Dersim medeniyete açılıyordu.”
Tarihsel-toplumsal Dersim gerçekliği, kadim Kürt tarihi ve toplumsallaşmasının erken ve özgün biçimlerinden birini temsil etmekte, Mezopotamya merkezli sistematik ve örgütlü tahakküm anlamına gelen devletçi uygarlığın binlerce yıldır hüküm sürmekte olduğu bir bölgede, doğal toplum çizgisini korumakta, tahakkümcü sistem karşısında halkların direniş geleneğinin hem fikri hem de fiili direniş odaklarından bir anlamına da gelmekteydi.
“Medeniyete” açıldığı iddia edilen Dersim, hakikatte “tahakküme” açılıyordu. “Medeniyetin” temel araçları ise, bugünkü merkez ilçeye ilk olarak inşa edilen, devletin ve tahakkümünün kanıtı da olan kışla, cami ve okul üçlüsü olmuştu.
Dersim için çıkarılan ferman bugün içinde bu üç temel kurum üzerinden, hep daha da inceltilerek ve kesintisiz, sistematik biçimde sürdürülmekte olup sonuçları ise yıkım boyutlarına varmıştır. Bu soykırım politikası sadece iç Dersim’i değil, çevre bölgeleriyle beraber dış Dersim’i de kapsamakta, çıplak zoru esas alarak asimilasyon, göçertme, demografik değişim, derin yoksulluk ve gerek duyuldukça da fiziki katliamlar biçiminde sürdürülmektedir.
Hakikatte, anılan kurumlar ve politikalar üzerinden bir bütün olarak Kürt halk gerçekliği vurulmakta, bir halk tüm renkleriyle tarihin karanlığına gömülmek istenmektedir. Hak talep eden, halk gerçekliğine sahip çıkan Kürdün Alevi, Êzidî, Şafii ya da Hanefi olması fark etmemekte, şiddet politikalarının hedefi olmaktadır. Bunun somut örnekleri Dersim, Palu, Zilan, Şengal gibi yaşanmışlıklardır ve günümüzde de bu durum Kürdistan’ın tüm parçalarında, tüm inançlardan bileşenleri için değişmemiştir.
Dersim’in tarihsel-toplumsal hakikatinde ne İttihatçı zihniyete ve sistemine ne de farklı bir tahakkümcü yapıya zerre kadar yol yoktur. Dersim, tarihsel-toplumsal hakikati bağlamında cümle insan ve cümle varlıkla yar olmayı esas alan bir öğretinin odaklarından biridir ve bu niteliğiyle tüm halklarla rızalıikrarlı bir birliğe her zaman açık olmuştur. Fakat bir rızasızlık haliyle gelen, bir rızasızlık sistemi dayatan hiçbir zihniyet ve kendini gerçekleştirme biçimi Dersim hakikati içerisinde kendine yer bulamaz. İşte bu nedenledir ki rızasız yolun İttihatçı formu da kendinden öncekiler gibi şiddet temelinde ve gayri insani politikalarla Dersim’e girebilmiş, sistematik bir soykırım temelinde ve başkalaşıma uğratarak halk gerçekliğimize sızabilmiştir.
Dersim’in en büyük kaybı ise asimilasyon politikaları üzerinden gerçekleşmiş. Genç kuşakları tarihsel-toplumsal hakikatlerinden koparılarak bir yağmaya açık duruma düşürülmüş, bu bağlamda, tüm iddialarına rağmen, çok ciddi bir potansiyelimiz soykırım sistematiğinde çırpınan halk gerçekliğimizin de insanlık âleminin bir parçası ve uğrunda mücadele etmeye değer olduğunu görememiş, insanlık suçları sabit İttihatçı zihniyet ve sistemini pozitif manada bir devrim kapsamında değerlendiren muhalefet akımları içinde buharlaşmışlardır.
Dersim’i hedefe koyan 4 Mayıs 1937 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesi’nin 88. yıldönümündeyiz. Yitirdiğimiz canların huzurunda dara dururken Dersimliler olarak kendimize sormak zorundayız. Bu 88 yılın sonunda neredeyiz? Toplumsal varlığımızı hedefe koyan, Dersim Raporları’nda belirtilen, halen sürdürülmekte olan ve yıkımlar yaratan politikaların karşısında;
Geniş Dersim ya da Raa/Reya Heq coğrafyası boyutunda; Dil, inanç, göçertme ve demografik değişim ve iktisadi kırım gibi temel sorunlarımız karşısında başarı hanemize yazabileceğimiz bir şeyler var mı? Ve ne yapmalıyız?
Aşk ile…