ABD’de tekrar başkan seçilen Donald Trump’ın Panama Kanalı’nı, Grönland’ı ve Gazze’yi isterken, Kanada’yı da ABD eyaleti yapacağına yönelik açıklamalarını bir meczubun anlamsız istekleri olarak görmek mümkün değil. Bu açıklamalar dünya üzerinde küresel boyutta faşist bir diktatörlüğün hedeflendiğine işaret etmekte. Trump durmuyor ve Ukrayna’ya yaptıkları yardımların karşılığında 500 milyar dolar değerinde nadir toprak elementi istediğini açıkça belirtiyor. Eski sömürgeciliğin bir izdüşümüne yönelmek istediği anlaşılan Trump’ın bu tutumu ABD sermayesinden bağımsız değil.
Trump, Birleşmiş Milletler (BM) Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ile BM İnsan Hakları Konseyinden geri çeken başkanlık kararnamesini imzalarken, Uluslararası Kalkınma Ajansı’nı (USAID) kapatacağını açıkladı. Diğer yandan, dünyanın en zengini olarak nitelenen Elon Musk’un ABD seçimlerinde açıktan Trump’a destek verdiği izlenirken, Almanya’da faşist parti AFD’ye de destek vermesi dikkat çekici. Bulgar Komünisti Georgi Dimitrov faşizmi ‘finans kapitalin en gerici diktatörlüğü’ olarak nitelerken; düşünce, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel hakları, siyasal özgürlükleri yadsıyan gerici, baskıcı bir yönetme biçimi olarak yorumlar.
Faşizmi aynı zamanda sermayenin en kanlı silahı olduğunu belirtirken, bu silahın kriz dönemlerinde sermaye tarafından uygulamaya sokulduğunu söyler. Dimitrov, 1935 yılında gerçekleşen Komünist Enternasyonal’in VII. Dünya Kongresi’nde faşizmin Almanya gibi ülkelerdeki başarısı üzerine şu sözleri ifade etmiştir, “İşçi sınıfının mücadele birliğinin kurulmasından, devrimden korkan ve kitleler üzerindeki diktatörlüğünü artık burjuva demokrasisinin ve parlamentarizmin eski metotlarıyla sürdüremeyecek bir durumda olan burjuvazinin zayıflığını ortaya koymaktadır” der.
Faşizm, sermaye devletlerinin sıkıştıkları anda kullandıkları en genel uygulama biçimidir. Kendi sömürü düzenlerinin tehlikeye girdiğini ya da sermaye büyümesinde düşüşler gördüklerinde hiç tereddüt etmeden uygulamaya koydukları faşizmi; Almanya, İspanya, İtalya ve Şili’den tutun da Arjantin, Türkiye vd. birçok ülkede geçmişten bu yana gördük ve yaşadık. Bugün de bu yaşanıyor. Faşizm uygulamalarının ise sadece içerideki politik gücün tercihiyle ortaya çıkmadığını ise elbette biliyoruz.
Dünya tekelci sermayesinin bir araya geldiği dünya ekonomi forumu Davos’ta her yıl yapılmakta. Davos toplantılarında ayrıca sigorta şirketlerine hazırlatılan risk raporları yer almakta. Raporlarda kaygılar gündeme getirilirken, bu kaygıların ortak noktası kapitalist sistemin sürdürülebilirliği ve bu süreci yönetmek üzerine olmakta. Küresel Riskler 2021 Raporu’nda başlıklar, “Ekonomik, çevresel, jeopolitik, toplumsal ve teknolojik riskler” olarak belirlenmişti. Bu riskler içinde yer alan hedefler ise, “Olası halk isyanlarının önlenmesi, yeni bir düzenin inşa edilmesi, dördüncü sanayi devrimi çağında küresel bir mimarinin şekillendirilmesi, yeni modellerin inşa edildiği bir dünyanın yaratılması, Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da siyasi ve ekonomik dönüşümün doğru idare edilmesi” gibi başlıklar yer aldı.
‘Olası halk isyanlarının önlenmesi ve yeni modellerin inşa edildiği bir dünyanın yaratılması’ başlıkları yaptıkları planların aralıksız olarak yürürlüğe koyduklarını gösteriyor. Bu süreçte Türkiye de kendi çıkarları doğrultusunda emperyalist kapitalizmin genişlediği günümüzde, rol kapma uğraşlarıyla Kürtleri düşmanlaştıran savaş politikaları eşliğinde bir süreç işletilmekte. Türkiye’de son yıllarda uygulanan politikaların toplamına baktığımızda, faşizmin örgütlendiğini net biçimde görebilmekteyiz. Basın özgürlüğü, siyasi özgürlükler, düşünce özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb. tüm özgürlükleri alt alta yazın, Türkiye’de tamamının gerçek anlamda yasaklı olduğunu göreceksiniz. Böyle bir ülkede burjuva demokrasinin ‘d’sinden dahi söz edilemez. Demokrasicilik oyunuyla halklar beklentiye itilirken, diğer yandan baskı ve zulmün katlanıyor olması yaşananları sorgulamamız gerektiğini göstermekte.
Sermayenin birikimini sürdürmesinin ve yeniden değerlendirilerek büyütülmesinin, faşizmin iktidarının sağlanması ile mümkün olabileceği bir döneme girilirken, sermaye arasında da büyük gerilimler yaşanmakta. Birçok bölgede savaş kışkırtıcılığı ve savaşlar yaratıp halklar köleleştirilmeye çalışırlarken, sermayenin kendi aralarındaki çelişkilerini de halkların kanı üzerinden çözme gayreti içindeler. Yeni bir paylaşım ihtiyacını açıkça ortaya koymaya başladılar. Bunun için de faşizmin iktidar kılınması temel gereksinimi içinde olduklarını düşünmemiz için çok fazla nedenimiz var.