CHP’ye yönelik operasyonlar farklı bir gerçeği açığa çıkardı. Kürt hareketi ve sosyalistlerin merkezi otoriteyle her başı belaya girdiğinde, CHP’li arkadaşlarımız olayı biraz uzaktan izliyorlardı. Biz hep bir işler çeviriyor olabilirdik. Olağan şüpheliydik, olağan suçlu ve olağan tutuklu. Aslın da dikkatli bakılırsa AKP’lilerin dediği gibi biraz sakıncalıydık ve en azından biraz marjinaldik galiba. Bir şeyler olmasa, durduk yere gözaltına alınmazdık. Polisin bir bildiği olabilirdi. Polis kimseyi camiden almıyordu.
CHP hiç şaşmaz bir şekilde uygun ölçüde “solcu” oluyordu. Kuyumcu terazisi vardı sanki ellerinde. Devlet adamlığına çok değer verirlerdi. Anayasaya uygun olmasa da dokunulmazlıkların kaldırılmasını kabul ederlerdi oylamada. Sonuçta kötü insanların dokunulmazlığı kaldırılacaktı. Ne gam, ne keder.
Güney sınırımızın altındaki bölgede AKP ve MHP ne dediyse gerçekleşti. Ordumuz tabii ki hep operasyonlar yapacaktı. Bunlar tartışılamazdı, tartışılmasına gerek yoktu. Böyle konular siyasetler üstüydü, partiler üstüydü, “kutsaldı” deprem siyaset üstüydü, Kürt meselesi siyaset üstüydü, dış politika siyaset üstüydü. Akla gelen konuların çoğu siyaset üstüydü ve dolayısıyla o konular siyaset dışındaydı. Partilerin o konularda mücadele vermesine gerek dahi yoktu. Bu yaklaşımla anti politik tavır hep en yükseklerdeydi.
Eğer Van’a, Mardin’e ve Hakkari’ye kayyım atanıyorsa “vardır devletin bir bildiği” gibi düşünülürdü. Onlar da soruşturması olmayan arkadaşlarını aday gösterselerdi, denebilirdi. Bir keresinde DEM Parti Genel Başkanı Tuncer Bakırhan “Soruşturması olmayan Kürt mü bıraktınız?” sözüyle karşılık vermişti buna. Gerçekten de soruşturması olmayan Kürt, kapatılmamış Kürt partisi ve kapatılmamış Kürt gazetesi kalmamıştı. Biraz milliyetçi olunmadan bakılsa bunlar görülebilirdi.
Memlekette çok acı bir söz var. Bir insan çok kötü bir şekilde kolluk kuvvetleri tarafından gözaltına alındığında, şiddete maruz kaldığında ya da büyük bir haksızlığa uğradığında sitemle deniyor ki: “Biz terörist miyiz”. Bu sözün anlatmak istediği nedir? Şudur: “Gözaltına alınmayı, şiddete maruz kalmayı ve haksızlığa uğramayı biz hak etmedik. Biz buna layık görülemeyiz ama elbette ki buna layık olan ‘teröristler’ vardır.” Bu sözü ülkemizde büyük bir çoğunluk benimsiyor ve kullanıyor.
Anayasaya sahip ülkeye bakınız. Anayasa ve yasalara tabi olmayan, kötülüklere maruz kalmaya uygun ve ayrı bir vatandaşlar grubu var galiba ülkede. Herkes eşit vatandaşsa, bu ayrı “teröristler” grubu kim ve nasıl olabiliyor? Kötü muameleye ve haksızlıklara maruz bırakılabilecek bir “sınıf” varsa, herkes Süleyman Demirel’in vadettiği gibi “birinci sınıf vatandaş” değil o zaman bu memlekette.
İşte bu ülkenin kıymetli çoğunluğu; bu hareketleri bana da yapamazsınız, kimseye de yapamazsınız diyemedi. Bu adaleti ve bu medeniyeti gösteremedi. Bana dokunmayan yılan, “teröristlere” tabii ki dokunabilir diyerek kendini sakınmaya çalıştı.
Hasan Hüseyin Korkmazgil diyor ya: Ekmeği bol eyledik, acıyı bal eyledik, sıratı yol eyledik, geldik bugüne. Evet, geldik bugüne. Geç olsun da güç olmasın. Geçmişi bırakıp ileriye bakalım.
Artık değişenler var, zaten hayat da böyle. CHP’nin insanları ve onunla birlikte demokrasiyi savunanlar her gün sokaklarda. Demek ki yürümekle yolla aşınmıyormuş. Demek ki bunu CHP de yapabilirmiş. Bir sorun ortaya çıktığında “yalnız ben yürüyeceğim” demek de çok da isabetle değilmiş. Sade yurttaşların da topluca yürümesi, mitinge gitmesi ve eylem yapması mümkünmüş. Bunu yapmak bir hak mücadelesiymiş ve başarılı sonuçlar verebilirmiş. Yürümek, itiraz etmek ve direnmek iyiymiş.
Demek ki biz aşırı sol değilmişiz, aşırı haksızlığa uğruyormuşuz. Özgür Özel açıklama yapıyor: “Ya AKP’ye katıl ya Silivri’ye katılacaksın diyorlar, bu tehditlere direnenler olduğu gibi topukları vurup tabanları yağlayanlar oldu. Hasan Mutlu’ya da aynı teklif sunuldu. Hasan, ‘Terzi Fikri gibi belediye başkanı olmaya geldim, haysiyetsizlik yapmam’ dedi ve dün sabah gelip Hasan Mutlu’yu aldılar.”
CHP şimdi bu düzeyde bir mücadele veriyor. Bunu dikkate almalıyız. Onun başına gelenler bizim de başımıza gelmiş sayılır.
Gelgelelim Türkiye solunda çelişkili bir konum alış söz konusu. Deniyor ki, ülkede kurumsallaşmakta olan bir faşizm var. Bunun ölçülerini tartışıyor olmakla birlikte, diyelim ki kabul. Sonra, CHP’nin standart parlamenter demokrasiyi yeniden işler kılmak yönünde bir mücadele verdiği ve bunun da dikkate değer olmadığı ileri sürülüyor. Birinci soru: “Kurumsallaşmakta olan faşizm” ile standart parlamenter işleyiş arasındaki fark, nasıl bu kadar önemsiz hale gelebilir? Eğer faşizm ve eski haliyle parlamento işleyişi arasında bir fark varsa faşizmden uzaklaşmaya çalışan eğilim kritik düzeyde olumlu sayılmalıdır. İkinci soruyu ise şöyle sorayım: CHP’den beklenti neden bu kadar yüksek? Dünyanın her yerinde “ortanın solu” diyebileceğimiz politik akımlar, bir parlamenter demokrasiyi hedefler. Bunda şaşırılacak bir yan yok.
Sözün, yetkinin, kararın, iktidarın halkta olduğu doğrudan demokrasiyi; yerinden yönetimi; şuraları ve komünleri yaratacak olan bambaşka ufuklara sahip politik akımlardır.