Partisini fesh eden, silahlarını yakarak silah bırakma kararlılığını gösteren ve hepsinden önemlisi silahlı mücadele stratejisini ve ulus devlet hedefini değiştirerek demokratik siyaset stratejisini benimseme istemini ortaya koyan Kürt hareketi, kalıcı bir dönüşüm ve entegrasyon için hukuki adımları bekliyor
Emine Ilgaz
Bölgemiz yine hareketli bir haftayı geride bıraktı. BM zirvesi ile dünyayı yönetenlerin Ortadoğu’nun geleceği üzerine yaptıkları planların yeni bir aşamaya taşırılmaya çalışıldığı anlaşılıyor. İlgili herkes, gündemdeki konulara, servis edilen görüntülere, liderlerin birbirine yönelik hitaplarına bakarak geleceği de okumaya çalışıyor. Geleceği okumak, Ortadoğu’nun en kadim mesleklerinden biri, bunu biliyoruz. Arkaik dönemlerde bu işi daha çok kadınlar yaparmış. Kadınlar sezgilerinin daha güçlü olması ve yaratıcı güçleri nedeniyle hem geleceği gören hem de şekillendiren özellikleriyle topluma öncülük yaparlarmış. Bu durumdan nasıl koparıldıkları anlaşılmaya değer olsa da konumuz bu değil. Şimdi erkek egemen bakışlar, zihin ve dünyası ile algılanmaya çalışılan bir dünyadayız ve ne yazık ki bu koca-man-erkekler dünyasında değil geleceği okumak, görmek, istediğini ve olması gerekeni inşa etmek bir adım ötesini bile tanımlayamayan coğrafyanın insanları durumundayız.
Böyle bir aynada ancak bize yansıtılanlar kadar anlayabiliriz. Fakat çok iyi biliyoruz ki bu yetmiyor. Bize daha fazla bilgi, ön görü gerekiyor. Filistin-İsrail barışı diye gündeme gelen trajedi, egemen erkek zihniyetinin ‘barış’ gibi masum, halkların, bölge toplumunun ve dahası kadınların hem özlem hem ihtiyaç duyduğu bir gerçekliğin istismarını gösteriyor. Dikkat edilirse bu erkekler klubü ancak bir ‘niyet’ beyanında bulabildiler. Yani ortada bir anlaşma var gibi gözükse de aslında her şey pamuk ipliğine bağlı. Bu gerçeklere yüksek bir öngörü ile yaklaşan Önder APO’nun değerlendirmeleri geleceği okumak isteyenlere ciddi bir perspektif sunuyor. Ve ilginç olan bu değerlendirmelerin yeni olmamasıdır. Yaşadıklarımıza ve yaşayacaklarımızı neredeyse bundan 30 yıl önce 3. Dünya savaşı tanımlaması ile ele alması, bu savaşın İsrail’in güvenliğini önceleyen ve güncelde ise İsrail’in hegemonyasını inşa eden bir sürece taşınacak olmasını görmesi bakımından çarpıcıdır. Öyle görünüyor ki son BM toplantısı ile Ortadoğu savaşı yeni bir aşamaya taşınıyor ve bölgenin İsrail’e göre düzenlenmesinde yeni bir safhaya evriliyor.
Bu durum Türkiye’yi nasıl etkileyecek? Şimdi esas soru budur. Bunu şunun için önemsiyorum. İsrail’in kuruluşunda ön hazırlık ve güvenlik için oluşumuna onay verilen ve oluşturulurken bu sermayenin desteğini almayı başarmış Türkiye Cumhuriyeti Devletinin rolü değişiyor. İlginç bir şekilde bunun ‘yeni Türkiye yüzyılı’ başlığı altında sunulması ve öz dinamiklere dayanıyor görüntüsü vererek İsrail karşıtlığına oturtulması durumun anlaşılmasını zorlaştırıyor. Oysa dikkat edilirse Trump’un sandalyesini çektiği, hazırladığı, ‘dostum’ övgüleriyle karşıladığı iki kişi var. Biri Türkiye Cumhuriyetinin başı Erdoğan diğeri ise Netanyahu. Birinden biri ya sahte dost ya da Trump’ın dışında da bu ikili, uyumlu ve birbirini gözeten bir politik hat izliyorlar. Fakat şunu biliyoruz ki Türkiye’yi kontrol altında tutma, yönlendirme, zayıf düşürme konusunda Kürt gerçekliğini çözümsüz, krizli, sorunlu tutma temel bir yöntem olmuş. Açıkçası sezgilerim bana Trump’un övgülerini, iki de bir Erdoğan’a ‘büyük bir ordusu var, yenilmemiş, başarılı’ gibi tanımlamalar yapmasının hiç hayra alamet olmadığını söylüyor. Ürkütüyor. Bu hitapta Türkiye’nin askeri gücünü geriletme niyeti var. Türkiye’yi savaş ikliminin içine çekme arzusu var. Peki bu savaş kiminle olabilir? Sermaye sisteminin başı konumunda olan, sermayesinin çıkarı için vazgeçmeyeceği hiçbir değeri olmayan ABD başkanı Türkiye’yi kiminle savaştırmak isteyebilir?
Türkiye iç siyasetinde son günlerde ortaya çıkan tabloyu da bu gerçeklerden bağımsız görmemek gerekir. Biliyorsunuz bir şeye ‘iyi’ demekle iyi olmuyor. Kendisine muhalefet sıfatını yakıştırmış olan bir kesim medyanın ‘Demokratik Toplum ve Barış sürecine’ karşı geliştirmiş oldukları dil, saldırı dili Türkiye’yi savaşa çağıran bu dış dil ile birlikte düşünülmelidir. Tüm dünya katı ulus devlet sınırlarını bir biçimde değiştirip dönüştürmüşken, demokratik muhalefet yapma adına Türkiye’nin önüne, insanları için zindana dönüşen ulus-devlet modelinde ısrar edilmesini propaganda etmek içerden ve dışardan her türlü savaşı yaşamak, yaşatmak anlamına geliyor. Oysa gerçek vatan sevgisi ve yurtseverlik, bir çatının altında yaşayan herkese o çatının altında aidiyet duygusunu yaşatmaktan geçiyor. Demokratik Toplum ve Barış sürecinin mimarının, bu süreci gerçek bir Türkiye yurtseveri olarak büyük tehlikeyi gördüğü anda geliştirdiği her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Geleceği okumakla kalmıyor, geleceği dönüştürme iradesini ortaya koyuyor.
Şimdi bir Anadolu deyişiyle söyleyeyim, ‘dananın kuyruğunun kopacağı’ bir zaman dilimine girdik. Bir anlamda yol ayrımındayız. Türkiye, Ortadoğu’da gelişecek yeni hegomonik hamleler karşısında ya yeni Türkiye yüzyılına Türk-Kürt ittifakı ile girerek jeopolitik-jeostratejik konumunu güçlendirerek girecek. Ya da iç çatışmalarla kaynayan, kanayan ve sürekli zayıflatılarak kontrol edilen bir ülke olmayı sürdürecek. Birinci yol Türkiye’nin demokratikleşmesini, çoğulcu bir politik çizgiye girerek model bir ülke olmasını getirecektir. İkinci yolda ise bir azınlık dışında herkesin kaybettiği, Kürtlere karşı savaşı bir ayrıcalık kapısına çeviren ve kesinlikle dış sermaye ile ilişkileri bulanan bir kesim kazanacaktır. Son günlerde artan saldırganlık artık karar anına gelmeyle ilgilidir. Karşılarında artık son elli yılın düşmanı kalmadı. Bu durum şimdiden savaştan beslenenleri siyasi dengesizliğe sürüklemiş gibidir. Partisini fesh eden, silahlarını yakarak silah bırakma kararlılığını gösteren ve hepsinden önemlisi silahlı mücadele stratejisini ve ulus devlet hedefini değiştirerek demokratik siyaset stratejisini benimseme istemini ortaya koyan Kürt hareketi, kalıcı bir dönüşüm ve entegrasyon için hukuki adımları bekliyor. Bu adımların geciktirilmeden ve savaş rantçılarının Demokratik toplum ve barış sürecini provoke etmesine fırsat vermeden atılması umuduyla…