Sosyolog ve Birinci Barış Grubundan Yüksel Genç, halk toplantılarından edindiği izlenimleri gazetemize anlattı:
Ağırlıklı düşünce ‘Önderliğimiz bir girişinde bulunduysa bildiği bir şey var’ şeklinde. Değer ailesinden birinin cümlesini söyleyeyim, ‘Çektiklerimizin özgürlüğe dönüşmesini önderlikten başka kimse sağlayamaz, bir bildiği vardır’
Hüseyin Kalkan
DEM Parti ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı halka anlatmak için 101 merkezde toplantılar yaptı. Bu toplantılara Sivil Toplum Kurumları ve kanat önderleri de katıldı. Birinci Barış Grubundan Yüksel Genç, Mûş ve ilçelerindeki halk toplantılarına katıldı. Çağrı ile ilgili soruları yanıtladı. Genç, kısa sürede yaklaşık olarak 50 bin kişiye ulaşıldığını belirterek bu çalışmanın sürdürülmesi gerektiğini söylüyor. Genç, bu toplantılarla ilgili izlenimlerini gazetemize anlattı.
- Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı anlatmak için toplantılara katıldınız. Toplantılar nasıl geçti?
Benim katıldığım yerlerde katılım fena değildi. İlk etap katılımlar değer aileleri. Kurum temsilcilerinden ve çalışanlarından oluşuyordu. Bu toplantıları bir başlangıç saymak gerekiyor. Bir haftada ortalama 50 bin insana ulaşıldı. Bu çok iyi bir rakam aslında. Ve bu 50 bin insan, bu toplantılarda Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ile ilgili bilgilendirilmiş oldu. Manifestonun içeriği ve sürece dair bilgilendirilmiş oldu. Ekim ayından bu yana başlayan sürecin içeriği hakkında en azından ortalama olarak belli açılardan da olsa bilgilenememiş çok fazla kesim vardı. Siyaset ve kurum çevresinde çalışanlarda dahi siyaset üretici, karar alıcı çevrelerde, yerelde bilgilendirilmemiş insanlar vardı. Bunlar bilgilendirilmiş oldu. Bu yüzden bir hafta içerisinde 101 noktada 50 bin insana ulaşmak büyük bir başarı. 50 bin insan artık ekim ayından bu neler olduğunu kısmen de olsa, belli açılardan, belli çerçevelerden de olsa biliyor. Dolayısıyla kendi katılım biçimini, süreci algılama biçimini ve anlatma biçimini artık kendisi planlayabilecek.
- Toplantılar bundan sonra sürecek mi?
Bu toplantılar belli merkezlerde olsa bile daha da yerellere, mahallelere, sokaklara, hanelere ineceği biçimde devam etmesi gereken bir aktarım var. Çünkü bir konuyu ne kadar bilirseniz o kadar dahil olursunuz. Bir sorumluluk size ne kadar iletilirse o kadar o sorunu üstünüze alırsınız. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı adı üstünde toplum, topluluk olarak, mücadele etmek gerektiğinin anlatılmasını gerektiren bir süreci işaret ediyor. Bu da çok sayıda insana temas demek. Parti ve demokratik örgütlerin sürece inanan, sürecin barışçıl sonuçlarını önemseyen herkes için, ulaşılacak insan sayısının milyonları aşmasını, örgütlenmiş insan sayısının milyonları aşmasını gerektiriyor. Bir haftada yaşananlar, bir başlangıç, bir giriş, bu 50 binin de her birinin hiç değilse, şöyle düşünün 20-30 kişiye ulaştığını varsaysanız, ortada 1 milyona erişilebilecek bir ana potansiyel oluştu denebilir. Bu böyle bir yürür mü, böyle devam eder mi? Bunu çok bilmiyoruz ama bildiğim bir şey varsa, daha çok temas, daha çok bilgilendirme, daha çok sorumluluğa davet ve görevlerin, işlerin, bireylerin, toplulukların kendi sorumluluk sahalarını inşa etmek gücünü ve cesareti onlara vermek gerekiyor.
- İnsanlar çağrı ile ilgili hangi konularda, hangi soruları soruyorlar?
Benim katıldığım toplantılardaki profiller, ağırlıklı bedel ödeyen ya da 50 yıllık mücadele hattı içinde uzun yıllardır yer almış ve aslında Kürt siyasetine ideolojik ve duygusal olarak bağlı olan, bedel duygusuyla bağlı olan insanlar. Bu profildeki insanlar, bir anda karşılarında daha önce bilgilendirilmediği için silahsızlanma kavramı ile çıkıldığında bir şaşkınlık yaşıyorlar. Yaşamışlar. Bununla beraber ağırlıklı düşünce “Önderliğimiz böyle bir girişimde bulunduysa bildiği bir şey vardır” şeklinde. Burukluklarını biraz bununla dengeliyorlar. “Başkan doğru yapar, başkan bunu yaptıysa bir bildiği var” diye yaklaşıyorlar. Değer ailesinden birinin söylediği cümleyi söyleyeyim: “Devletin bize çektirdiklerinin özgürlüğe dönüşmesini önderlikten başka kimse sağlayamaz, bir bildiği vardır.” Dolayısıyla bir tür sadece geleceklerine dair bir özgürleşme hevesini değil, geçmiş acılarının karşılıklarının alınmasına dair bir duygu yekunu da aslında İmralı’ya yüklemiş görünüyorlar.
En çok sordukları soru yine şu oluyor. Acaba bu görüşmelerde pazarlık var mı? Örgüt güçlü ve hala savaşıyor. Çok önemli etkiler yaratıyor. Bu durumdaki bir örgüt neden bir anda silah bıraksın? Demokratik toplum fikri yeterince işlenmediğinde, bunun bir mücadele sürecinin başlangıcı olduğu çok anlatılmayınca, bu soruya epey muhatap kalıyorsunuz. Pazarlık var mı? Onu bilmek istiyoruz. Bunca yıl yürütülen mücadelenin, ödenen bedellerin bir karşılığının da ortaya çıkmış olması duygusuna dair sorular epey var.
İkinci baskın soru, Rojava ne olacak? “Biz Rojava’yı korumalıyız” duygusu çok hakim. “Son on yıldır çektiklerimizin bir yarısı da Rojava sürecini korumak, oradaki statüyü korumak içindi. Bu süreç Rojava’yı koruyabilecek mi?”
Bir üçüncü soru, biraz şu duyguyla ilgili. Sadece halk toplantılarında değil, sokak ziyaretlerinde de fark ettik. Çok Kürt siyasal hareketine dahil olmamış, biraz mesafesi olmuş Kürtlerden de duyduğumuz bir soru bu. “Bizim güvenliğimizi kim sağlayacak bundan sonra?” Meğer, sandığımızdan çok daha fazla kişi için PKK bir tür güvenlik alanı ve özelliği üstlenmiş. Birkaç ziyarette duyduğumuz için biz de bir anda kendimizi güvenliksiz hissettik. Bu duygunun tamiri gerekiyor. İnsanların kendilerini güvende oldukları bir ortamın inşası gerekiyor. Aslında devletin de insanları ne kadar güvenliksizleştirdiğini ve bu konuda travmanın ne kadar kötü olduğunu görebilmesi gerekir.
Bir dördüncüsü, aslında çok sorulan bir soru. “Önderlik ve tutsaklar özgür olmayacak mı? Özgür olmalar gerekiyor. Neden özgür değiller, ne zaman özgür olacaklar?” gibi bir soru var.
Beşinci soru şu. “Biz anayasal olarak eşit oluyor muyuz Türklerle? Anadilimiz, Türkçe gibi, resmi dil olacak mı? Kendi dilimizde eğitim alabilecek miyiz? Kültürel bazı özelliklerimiz tanınacak mı? Bunlara alan açılacak mı? Yerel yönetimlerimizde daha özerk olabilme, yerelin güçlendirilmesi mümkün olacak mı?” Bana göre Avrupa Yerel Özerklik Şartı’nın çok hızlı bir şekilde kabul edilmesi lazım. Çok fazla soru var ama ortalama bu beş soru üzerinden değerlendirilebilir.
- Aslında biraz bu soruyu cevaplarken cevapladın ama kuşkular hangi noktada toplanıyor?
En temel kuşkuları devlet. Devlete güvenmiyorlar. Bu çok bariz. Üstelik bu güvensizlik sadece Kürt siyasal hareketinin çeperinde, içinde olanlar açısından değil. Bu güvensizlik Kürt siyasal hareketiyle hareket etmemiş diğer insanları da kapsıyor. Başka siyasal hareketler içerisinde yer almış insanları da kapsıyor. Devletin bir şekilde süreci kendine yontacağı ve sürecin sonunda Kürtlere zarar verecek duygusu çok hakim. Bunu kırmak, bu duyguyu kırmak da devlete düşer. Eğer hakikaten bir süreç yürütmek isterse. Çünkü güvensizliğin ana odağı kendileri. Bunu da boşuna söylemiyor insanlar. Geçmiş deneyimlerden, devletin sergilediği güvenlikçi, otoriter tutumdan, hukuksuzluğundan dolayı aradaki mesafe çok açılmış.
- Peki, bu güvensizliğin giderilmesi için devletin, iktidar cenahının ne gibi adımlar atması gerek?
Çok basit aslında. Devletin güven vermesi, bana güvenin demesiyle olmaz. Bu sürecin sağlık yürümesi için örneğin çok hızlı bir biçimde Öcalan’ın sürecin devamını sağlayabilecek biçimde koşullarının sağlanması gerekir. Tutukların serbest bırakılması, yasal, anayasal uygulamalarda sınırlıkların değil, özgürlük hanelerinin öne çıkarılması, kayyım atamalarının bırakılması, insanların en aykırı fikirlerinin bile bir cezalandırma nedeni olmaktan çıkarılması, söz söylemekten korkmaktan çıkması gibi basit, çok hızlı yapılabilecek yol temizlikleri yapabilir devlet. Bir de süreci güvenceye alan çerçeve yasalar, süreci sürdürülebilir olmasını sağlayan mekanizmaların oluşturulmasında istekli bir öncü davranması gerekiyor. En önemli bir kaygı noktası da, bu sürecin Rojava’daki Kürt kazanımlarını heba etmesi. Bu kaygı çok geniş bir kesimde var. Bunun böyle olmadığını göstermesi gereken devletin kendisi. Çünkü sokağın en büyük kaygısı, Rojava’da edinilmiş statünün teminatlarının zayıflatılması ya da berhava edilmesine ilişkin devletin girişimleri. Bu konuda şimdiye kadar hükümet ne yazık ki bu kaygı giderici değil, derinleştirici tavırlar içinde oldu. Bu kuşkuyu çok derinleştiriyor.
Sokak neredeyse çok emin, Türkiye Rojava’da elde edilen kazanımları bozmak üzere elinden gelen her şeyi yapacak. Çok açık bir kere bunun kırılması gerekiyor. Yine bunu derinleştiren, son girişim anayayasa girişimiydi. Oysa SDG ile Şam yönetimi arasındaki mutabakatta netliği yetersiz görürse de süreci yürütebilmek açısından bir başlangıç olarak çok önemsenmiş. Buradan yola çıkarak Suriye’nin bir Arap Cumhuriyeti değil bir demokratik cumhuriyet olarak inşası, içindeki farklı kimlikleri de kabul eden yeni bir devlet modelinin önemli bir teminatı olabilir diye bir algı vardı. Belli şerhleri olsa bile anlaşmanın Rojava ve Kuzey Suriye’deki kazanımları zayıflatacağı kaygısı duysa bile başlangıç olarak önemseyen hatta Öcalan’ın başlattığı sürecin ilk kazanımı olarak gören çok geniş bir çevreyle karşılaştık. Fakat Türkiye’nin girişimleri bu konudaki umudu sürekli kırıyor.
Devlet tabanını sürece hazırlamıyor
Yüksel Genç, devletin süreç için üzerine düşenleri yerine getirmediği düşüncesinde. Genç, devletin tabanını sürece hazırlamadığının altını çiziyor ve şunları ekliyor:
“Bu süreç biraz a-tipik bir süreç. Bizim diğer çatışma süreçlerinde gördüklerimize benzemiyor. Dolayısıyla diğer çatışma süreçlerinde şöyle olmuştur. Burada niye böyle oluyor? soruları çok anlamlı olmayabilir. Ama her çatışma çözümündeki amaç, çatışmaya yol açan, gerilimi büyüten sorunun sağlıklı çözümüne odaklanır. İster tipik ister a-tipik olsun. Sorunun çözümü, sorunu etkileyen ve etkilenenlerini muhatap kılmakla, bu konuda sağlıklı müzakere süreçlerini kılmakla, yasal-anayasal düzenlemelerle, toplumsal dili ve toplumsal ilişkileri yeniden dizayn etmekle birlikte gelişir. Kürt meselesi gibi ulusal kimlik meselelerinde ya da etnik kimlik ne derseniz deyin ama eşitsizlik problemlerinde ve tanınma problemlerinde çözmek istiyorsanız ve demokratik yöntemler ve demokratizasyonun ilkeleri içinde çözecekseniz, ilgili yapılarınız, rejiminiz, sisteminiz, toplum dizaynınız, yasal dizaynınız demokrasi üzerine kurulu değilse, bunun da hızla dönüşmesine cesaret etmeniz gerekiyor. Dolayısıyla tarafların özellikle güven ve güvence oluşturan yasama ve yürütme erkinin bu konuda çok büyük sorumlulukları olduğunu söylemek gerekiyor.
Kürt siyaseti, Kürt sivil toplumu, Kürtleri bu konuda hazırlamak için büyük çaba harcıyorlar. İşte halk toplantıları, buluşmalar, demokrasi buluşmaları, 8 Mart, 21 Mart gibi özel günlerdeki buluşmaların hepsi neredeyse toplumun demokratik toplum fikrine ve mücadelesine, örgütlü toplum siyasetine alıştırmak üzerine gelişiyor. Silahsızlanma sonrasının mücadelenin toplumsal güçle yürütülmesi meselesine odaklı gelişiyor. Ama Kürtler dışındaki aktörlerin, özellikle devlet ve muhalefet aktörlerinin tabanını bu sürece hazırlayan çaba içinde olmayışı büyük bir handikap. Zaten devlet, iktidar ve muhalefetin tabanını bu sürece hazırlamıyor olması, daha ziyadesiyle savaş paradigmalarına bağlı terör gibi, bitireceğiz gibi, demir yumruk gibi kavramları kullanıyor olmasının kendisi, Kürtlerin sürece hazırlanırken hem tedirginliklerini büyütüyor, hem ayrışan toplum duygusunu derinleştiriyor ve sürecin realitelerine karşı yabancı kılıyor. Bu da büyük bir risk olarak görülmeli.”