2025 yılına girerken iktidar çevrelerinin en önemli endişesi, açlık sınırının altında kalan ücretlerle yaşamak zorunda bırakılan emekçilerden gelmesi muhtemel tepkiydi. Bu nedenle işçi eylemlerine karşı en sert biçimde müdahale ediliyor; örgütlenme, grev, toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkının yanı sıra düşünce ve ifade özgürlüğü engelleniyor; sendikacılar gözaltına alınıyor, tutuklanıyordu. Ancak siyasi iktidara yönelik tepkinin büyüğü beklenmeyen bir yerden, gençlerden geldi.
19 Mart’ta İmamoğlu ve CHP’ye yönelik operasyon girişiminin ardından ortaya çıkan toplumsal hareketlenmenin öncülüğünü gençler yaptı. İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin yürüyüşüyle başlayan toplumsal hareketlenme, kısa sürede diğer üniversitelere de yayıldı. Öğrenciler, diploma iptaliyle başlayan ardından milyonlarca İstanbullunun iradesini temsil eden İmamoğlu’nun dayanaksız gerekçelerle tutuklanmasıyla süren hukuksuzluğa karşı tepkilerini, boykotlarla ve CHP mitinglerine katılarak sürdürdü.
Gençlerden gelen tepki hükümeti öyle telaşlandırdı ki son derece barışçıl olan eylemlerin hemen hepsinde aşırı şiddet uygulandı, 300’den fazla genç tutuklandı ve gençler, bayram tatili bahane edilerek günlerce cezaevinde tutuldu. Eylemlerin temel gerekçesi de olan hukuksuzluk akıl, mantık sınırlarını aştı ve mitinglerden birinde açılan “Dev GenZ” yazılı pankartın fotoğrafını sosyal medyada paylaşan bir öğrenci, “pankartta adı geçen terör örgütünü övmekten” yargılandı. Mahkemede avukatlar bu pankartın “z” kuşağına atıf yapılan bir espri olduğunu, “Dev GenZ” diye bir örgüt olmadığını anlatmaya çalışsalar da üniversite öğrencisinin tutuklanmasını engelleyemediler.
Üniversite öğrencilerinin İmamoğlu’na yönelik hukuki dayanağı olmayan operasyonları protesto etmek için sokaklarda olduğu günlerde MEB, 8 Nisan’da açıkladığı “2025 yılı Özel Program ve Proje Uygulayan Eğitim Kurumlarına Öğretmen Atama ve Yönetici Görevlendirme Sonuçları” ile Türkiye’nin en köklü okullarında görev yapan binlerce öğretmeni kendi talepleri dışında görevden alarak norm fazlası statüye geçirdi. Öğretmen kıyımına neden olan bu uygulamaya tepki, lise öğrencilerinden geldi. Liseliler dersleri boykot ederken, mezunlar ve veliler ise okul kapılarında toplanarak öğrencilere destek verdi. İstanbul, Ankara ve İzmir’den başlayarak diğer illere de yayılan liselilerin eylemlerinde en dikkat çeken ise kuşkusuz, eski maarif kolejlerinden biri olan Kadıköy Anadolu Lisesi öğrencilerinin açtığı “Maarif susacak mı sandınız? Susmayacak!” pankartı oldu. Öğrencilerin eylemlerini bastırmak için birçok okula çevik kuvvet polisleri çağrılırken kimi okullarda ise eğitime ara verildiği duyuruldu.
İktidarın üniversite öğrencilerinin gösterdiği reaksiyona yönelik şaşkınlığı sürerken lise öğrencilerinden yükselen tepki, uzun yıllardır gerçekleşmemiş, bundan sonra da gerçekleşmesi beklenmeyen bir tablonun gerçekleştiğini ortaya koyuyordu: Gençler, her türlü baskı ve değersizleştirmeye karşı halen toplumun en dinamik kesimiydi ve her şeye rağmen umutlarını ve umutları için mücadele azmini kaybetmemişlerdi!
Oysa Türkiye’de politik bir özne olarak gençlik, 68 ve 78 kuşağından ibaret görülür; 1980 sonrasında gençliğin politik gücünü giderek yitirdiği ve nihayet “z” kuşağı olarak tanımlanan günümüz gençlerinin “bilgisayar oyunlarından ve tüketmekten başka bir şey bilmeyen, toplumsal varlık olma vasfını kaybetmiş, bencil bireyler” olduğu düşünülürdü. Aslında 12 Eylül’de kurulan faşist rejim ve onun gölgesinde 45 yıldır uygulanan neoliberalizm, gençleri iflah olmaz tüketiciler ve çıkarından başka bir şey düşünmeyen apolitik bireyler haline getirmek için elinden geleni yapmıştı. Bu bağlamda gençler çocukluklarından itibaren hakları ve toplumsal sorumlulukları olan yurttaşlar olarak değil, birbiriyle rekabet ederek ayakta kalmaya çalışan piyasa ekonomisinin birer nesnesi olarak yetiştirilmiş; ayrıca 22 yıldır iktidarda olan AKP’nin “dindar ve kindar nesiller yetiştirme”yi hedefleyen eğitim sistemine maruz kalmışlardı.
Geçtiğimiz bir ayda yaşananlar gençlerin hukuksuzluğa, geleceksizleşmeye, güvencesizliğe razı olmadığını gösterdi ve 45 yıldır gençleri baskılamaya, sindirmeye, kendisine ve topluma yabancılaştırmaya, değersizleştirerek nesneleştirmeye çalışan düzenin başarısız olduğunu da gözler önüne serdi. Susturulduğu sanılan “genZ”liğin mücadele azmi, toplumun “üzerindeki ölü toprağından kurtulmak” için işçisiyle, köylüsüyle, ezileni ve ayrımcılığa uğrayanıyla girişeceği topyekün mücadelenin de kıvılcımını yakmış oldu!