Favori köşe yazarım bildiğiniz gibi Mehmet Ali Güller. Burnu büyüklükle “arada sırada vaktim olursa ve yazı başlığı da ilginçse, şöyle geçerken bir göz atayım” filan demeden, sektirmeden bütün yazılarını okurum. 2 Ocak tarihli yazısını da okudum. Sanki bazı yeni tınılar hissettim. Tabii, eski tınılarla hissettiğim bu yeni tınılar kakafonik bir karışım halinde. Kendi payıma eski tınılarla yeni tınıları birbirinden ayrıştırıp yazısını değerlendirmeye çalıştım.
Eski tınılar malum. Öcalan karşıtlığı devam ediyor. Kemalist Türk ulus devlet paradigmasına bağlılığı da.
Ama şu satırlarında “yeni” olan bir şeyler var gibi. Aktarayım da sizler de düşünün:
“Yeni paradigma dedikleri ise 22 yıldır inişli çıkışlı uygulamaya çalıştıkları “ABD’nin küresel düzeninin altında bir alt bölgesel düzen kurma” hedefidir. Bunun somut ifadesi ise “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme”dir. AKP-MHP koalisyonunun eski Osmanlı vilayetlerine plaka dağıtması da bu yeni paradigmanın karikatür halidir!”
Vallahi bu ifadeyi kıskanmadım desem yalan olacak. “Küresel düzenin altında bir alt bölgesel düzen kurma” ifadesi “yeniye” doğru, biraz utangaçca yürümeyi ifade ediyor. Güller, henüz tekelci kapitalist Türk devletinin bu nedenle bölgesel emperyalist olduğunu açıkça yazmasa da, yazıyormuş tınısını veriyor. “Bir alt bölgesel düzen kurma hedefi”, Türk devletinin bölgede hakimiyet kurma hedefi anlamına geliyor. Yani emperyalist bir hakimiyet.
Daha ilginci ise, Güller sanki Kemalist “Misak-ı Milli” hedefinden de uzaklaşmışa benziyor. Bildiğiniz gibi Misak-ı Milli paradigması, Mondros Mütarekesi imzalandığı anda Osmanlı devletinin elinde olan Musul’un mütareke anlaşmasına aykırı olarak İngilizler tarafından işgalini tanımama ve Musul’da, dolayısı ile Güney Kürdistan topraklarında (O sırada henüz Rojava olmadığı için Rojava’dan söz edilmiyor) hak iddia etme paradigmasıdır. Güller Misak-ı Milli’nin Türkiye’yi “Kürtlerle genişletme” hedefini “karikatür” benzetmesiyle karşısına almış gibi görünüyor.
Müthiş yenilik ise şu cümlede şahane bir şekilde kendini gösteriyor:
“Planları şu: Öcalan PKK’nin kendini tasfiye ettiğini açıklayacak, PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG ise Federal Suriye içinde özerkliğin kabulü üzerinden silahlı güçlerini Suriye ordusuna entegre edecek. Asıl amaç Irak ve Suriye’deki Kürtleri Türkiye himayesine almak elbette.”
Bir Türk ulusalcı sosyalistinin böyle bir “planı” büyük bir heyecanla karşılaması ve alkışlaması beklenir değil mi? Güller heyecanlanmak ve alkışlamak şöyle dursun bu plana karşı çıkıyor. Yalnız AKP-MHP’nin “Kürtleri himaye altına almasına” karşı çıkmakla kalmıyor. Ortada böyle bir ihtimal olmasa da Öcalan’ın “PKK’yi tasfiye etmesine” de, PYD-YPG’nin “Suriye ordusuna katılmasına” da şiddetle itiraz ediyor.
Ama yalnız itiraz etmekle de kalmıyor. İtiraz etmesinin asıl nedenini ve buna karşı ne yapılması gerektiğini de, gençlerin çok kullandığı bir tabirle beni “dumur” edecek bir açıklıkta anlatıyor. Buyurun okuyun:
“ABD ve İsrail, bölgede asıl olarak bir Türk-Fars çatışması arzuluyor.
Geçen yıllardaki pek çok düşünce merkezi raporundan biliyoruz ki Washington, Ankara’nın “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” hevesini, işte bu amacı doğrultusunda kullanmak isteyecektir.”
Güller’in bu satırlarını okuyunca, “Güller yoldaş, eski anlaşmazlıklarımızı unutalım, gel seninle birlikte bu emperyalist savaşı barış için bir ittifakla önleyelim” diyecekken, yazısının son satırı aklımı başımdan alıyor; ben Güller’in yanında “pasifist”, Güller benim karşımda “non-pasifist” oluyor. Yani ben “reformcu”, o “devrimci” bir savaşçı… Sabırsızlanıyorsunuz değil mi, o halde yazının son satırını, bulunduğunuz yerde mutlaka yüksek sesle okuyunuz: .
“Türk-Kürt birliğinin paradigması bellidir: Atlantik düzeninde yıkıma uğrattıkları Cumhuriyetimizi, devrimle yeniden inşa etmek!”
Allahım: Güller sanki “demokratik konfederal devrim” diyecek…
Burada duralım. Elbette ben, Güller için “sonunda imana geldi” türünden bir kabalık yapmıyorum. Basit bir polemik niyetim de yok. Ulusalcı cenahtaki bu yazarı diğerlerinden ayıran en önemli özellik, zeki olması ve Marksist bir arka plana dayanmasıdır. Belli ki Ortadoğu’da meydana gelen somut durumu analiz etmiş ve yeni bir “Türk-Kürt birlik paradigmasına dayanan devrimci çözümün zorunluluğu” sonucuna varmıştır. BAAS iktidarının çökmesi sonucunda Türk ulus devlet paradigmasının tehlikeye girdiğini görmüştür. Türkiye’nin sınırında “laik, Arap ulus devletinin” yerini bir “Sünni Arap ulus devletinin” aldığını, bu devletin ABD, İngiltere ve İsrail’in desteğine sahip olduğunu ve eğer küresel güçlerin “Kürtleri himayesine” vermesi karşılığında Türk devleti İran’a karşı savaşa razı olursa, bunun da Rusya-Çin eksenine karşı büyük bir tehdit yaratacağını anlamıştır. Türkiye NATO safını seçmiştir ve Çin’in tasarladığı yeni enerji yoluna karşı tutum almıştır. Bu stratejik değerlendirme sonucunda da Güller Kürt özgürlük hareketiyle ve Rojava’yla “birlik paradigmasını” savunmuştur.
Birçok kereler yazdım: Üçüncü Dünya Savaşı’nda Kürdistan ve onun siyasi ve askeri hareketi “üçüncü yol”dadır ve kim bu gücün temsil ettiği halkın ulusal menfaatlerini tanırsa onunla ittifak kuracak, kim halkın menfaatlerini emperyalist amaçlarla tanımazsa ona karşı olacaktır.
Sanıyorum Güller, tüm ulusalcı kesim içinde bu gerçeği ilk gören kişi olarak bu çizgisini geliştirecektir.
Geçenlerde ziyaret ettiği Çin Halk Cumhuriyeti’nden dönüşte ayağının tozu ile yazdığı bu yazı, o nedenle hiç de önemsiz sayılmaz.