Mi Minör, “Kendine Özgür Ülke” Pinima’da geçen bir oyundur. Her şeye başkanın karar verdiği, demokrasiyle yönetilen bir ülkedir. Pinima’da düşünmenize gerek yoktur, ama isterseniz düşünce özgürlüğü satın alabilirsiniz. Oyunun bir anında bir dakikalık düşünce özgürlüğü alan kişiyi izleriz; özgürce düşünür o bir dakika boyunca!
Uzun boylu, akıllı ve gece gündüz uykusuz kalarak halkı için neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünen başkan, gelecek seçimlere katılacak iki partinin de başkan adayıdır. Halkın çoğu Başkan’a tapıyor gibi görünmektedir. Başkan da halkının iyiliği için sürekli yeni yasaklar getirir. Örneğin, çocukların külahta dondurma yemelerini yasaklar; bundan böyle bardaktan sıcak dondurma içmelerini buyurur; onların sağlığını düşündüğü için tabii ki.
Pinima’da tek tehlike uzaylılardır. Pinima halkı en çok uzaylılardan korkar çünkü uzaylılar akılları ele geçirebilir. Başkan, halka hitap ettiği nutuklarında sık sık uzaylı tehdidi karşısında birlik ve beraberliğin önemini vurgular.
Başkan ve piyanist
Başkan günün birinde tiz seslerin insan ruhuna zararlı olduğunu saptadığından olsa gerek bazı notaları yasaklamaya karar verir. Bu karar, şehrin sokak piyanisti piyanosunu çalarken alınmıştır. Devlet güçleri anında müdahale eder; derhal notalar eksiltilir, piyano da küçültülür. Piyanosunu tanımakta ve yasaklı notalar nedeniyle şarkılarını çalmakta zorlanan piyanist, Pinima “demokrasisine” karşı ilk muhalif kelimeleri yasak notalarla mırıldar ve çok geçmeden sahnenin düzeni karışır…
Meltem Arıkan’ın 2011’de yazdığı ve sonraki iki yıl boyunca 23 kez sahnelenen bu oyun, belli ki esas Başkan’ı küplere bindirdi. Oyun, Gezi Parkı protestolarının bir numaralı sorumlusu olarak yargılanarak mahkûm edildi. AKP iktidarına göre sahnede bir ayaklanma provası yapılmıştı. Yazar Arıkan’la birlikte yönetmen ve başrol oyuncusu (Başkan) Mehmet Ali Alabora, uzun süredir Galler’de sürgün hayatı yaşıyorlar.
İş insanı Osman Kavala, Hatay Milletvekili Can Atalay ve onlar gibi Gezi protestolarından sorumlu tutularak hapis cezalarına çarptırılan kişiler, Mi Minör’le alakaları olmamakla birlikte “iltisaklı” oldukları düşünülüyor olsa gerekir.
Yeni tevkifat darbesinin dinamikleri
Geçtiğimiz Ocak ayında menajer Ayşe Barım’ın tutuklanmasıyla birlikte ufukta yeni bir Gezi davası görünmeye başladı. Bu kez tiyatrocular değil de dizi ve film sektörü hedefte. Bu yeni dalgayla yayılan tehlikenin boyutlarına henüz vakıf değiliz. Ama daha ilk esintiyle birlikte, Ali kıran baş kesen yüce hünkâr Sultan Süleyman’ı bile korkutarak Halit Ergenç’in ailesiyle birlikte Londra’ya yerleşme kararında etkili olmuşa benziyor. Ergenç ve bazı ünlü oyuncular, Barım’ın kendilerinden Gezi parkına gitmelerini istediği yolunda ifade vermeyi savcılıkta reddettikleri için haklarında “yalan beyanda bulunmak” suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştı.
Ayşe Barım’ın Gezi’yle “iltisaklı” olma iddiasıyla tutuklanmasının arkasında, iktidar çevrelerinin kendilerini dizi ve film sektöründen dışlanmış hissetmelerinin etkisi olduğu düşünülüyor. AKP rejimi, RTÜK ve Kültür Bakanlığı aracılığıyla bu sektörlere ne kadar müdahale ederse etsin bir türlü merkeze yerleşmeyi başaramadı. Astronomik bütçelerle TRT ve yandaş kanallara çektirdikleri “tarihi” ve derin devletlu diziler ve filmlerse, ancak düşük zekâ düzeyindeki izleyiciden reyting alabiliyor.
Burada söz konusu olan yalnızca kültürel hegemonya kaygıları değil; aynı zamanda büyük bir servetin içinde sirküle olduğu kültür endüstrilerine siyasi otoritenin “çökme” girişimi de açıkça görülüyor. Bir zamanlar inşaat sektöründen gürül gürül akan komisyonlar, Suriye (ve Gazze) sahası Türk taşeronlar tarafından şantiyeleştirilmedikçe kurumaya devam edeceğe benzediğinden, her daim halkı için en iyisini düşünen Pinima başkanlığının iştahı dizi ve film sektörüne kabarıyor olsa gerekir.
Bu kültürel ve ekonomik boyutlar bir yana, ufukta beliren yeni tevkifat dalgasının en önemli boyutunun siyasi/ideolojik olduğu tartışılmaz. Şöyle ki iktidar, en güçlü sistemik muhalefet odağı olduğunu çok iyi bildiği Kürt özgürlük hareketini, CHP ve onun sağında-solunda gezinen “muhalefetin” yardımıyla istediği anda kamuoyunda egemen zihniyet nezdinde kriminalize etme kudretine sahip olduğunu biliyor. Türk milli hamurunun mayasıyla ilgili olan bu duruma, bir kısım dünya literatüründe “pop ırkçılık” denir.
Ama Kabataş, cami ve benzeri medyatik kışkırtmalara, ardı ardına tutuklama ve mahkumiyet dalgalarına rağmen Gezi ayaklanmasının üzerine “terörist bir darbe girişimi” yaftası bir türlü yapıştırılamadı. Bunda, CHP ve onun sağ-sol efradının da Gezi’nin failleri arasında yer almış olmalarının payı büyük. İktidar, bir nevi pişmanlık yasasıyla o efradın içinden devşirmeler yaparak ya da Özgür Özel gibi yumuşama hamleleriyle işi kotarabileceğini sanmıştı ama olmadı; Gezi ayaklanması, toplumsal sağduyu nezdinde kriminalize edilemiyor. Bu durumda, evde zor tuttuğu “yüzde elli”nin temsilcileri olarak polisler, savcılar ve hakimlerden medet ummaktan başka çare kalmıyor.
Mi Minör’den Otpor’a
Yargı marifetiyle kriminalizasyon girişiminin en önemli kozu “dış güçler”. Gezi iddianamesine göre olaylar, Mi Minör tiyatro oyununun sahneden Taksim’e ve ülke sathında kent meydanlarına taşınması öncesinde Occupy (İşgal) hareketinin teorisyeni Gene Sharp’ın ‘Sivil Başkaldırı’ yöntemleri tarafından kışkırtılmış. Bu komplonun içinde Otpor adlı bir Sırp kuruluş uygulayıcı rolünde bulunuyor.
Mahkeme, Otpor’la Mi Minör arasında ilişki olduğuna dair hiçbir somut kanıt olmamasına rağmen olduğuna kanaatine varmış. Benzer bir mesnetsizlik, Osman Kavala’nın mahkumiyet kararında söz konusu. Yönetiminde görev aldığı uluslararası kuruluşların her biri kayıtlı ve yasal faaliyet yürütmüş. Üstelik bu kuruluşlarla AKP ve iktidar çevrelerinin çok daha derin mali ve muhtemelen siyasi ilişkileri söz konusu. O kadar ki, Erdoğan’ın George Soros’la 1990’lı yıllardaki yakın temasının fotografik kanıtları bir yana, bu yakın temasın Gezi’den sonra da sürdüğü anlaşılıyor. 2015’te Erdoğan’ın başdanışmanı İbrahim Kalın’ın Soros’la görüşmüş. Kavala’nın davası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından bozuldu ama “kendine özgür ülke” Pinima’nın mahkemeleri tarafından uygulanmıyor. Selahattin Demirtaş davasında olduğu gibi…
Şimdi bir dakikalık düşünce özgürlüğü satın alabilir ve şöyle düşünebiliriz: Milyonlarca insanın meydanları ve caddeleri işgal ettiği, ülkeyi köklerinden sarsarak sorgulayan devasa bir başkaldırı olgusunu bir tiyatro oyunu, Sharp’ın broşürü, bir iş insanı, bir Sırp kuruluş ya da şahıs gibi faktörlere bağlayan komplo teorisine inanmak için ya topluma aşırı saygısız ya paranoid şizofren ya istihbarat elemanı ya da Başkan olmak gerekiyor. Çoğunlukla ilk üçü birlikte gelir de dördüncüsü ancak Pinima başkanına has bir özellik olsa gerekir.