Haritalar, aynı manada atlaslar, değişiyor bir anda. Birbirinden bihaber, birbirine bağlı bu kadar zıt olaylar silsilesinde neyin nerede olması gerektiği karışıyor hatta yarışıyor. Yeniden yerinden oynuyor zemin. Ateş başında kâğıtlar yeniden karılıyor mesela bir uzak ülkede. Yine bir uzak ülkede bir kadın bağırıyor ne güzel, yıllar öncesinden, hafızamızda kalan bakışın yani Salvador Allende’nin kararlılığını. Tarih kimi yazacağını bilmez zaten. Bilen yaşayarak yazıyor.
Mesela yanı başımızda, -içimizde- bitmeyen savaş, işgal girişimleri, itibarsızlaştırma arayışları, hizaya getirme numaraları ardı ardına gelişiyor. Ne kadar edebiyat, ne kadar siyasi kehanet, ne kadar amaç ve tanım gelirse gelsin anlar vardır, anlatır tek bir cümleyle.
Örneğin görüntüler dolaşır elimizdeki telefonlardan ya da duvarlara yakın ekranlardan. Görüntülerde belki de hiç gitmeyeceğimiz ülkelerin korunaklı plazaları arasında kurulmuş platformlarda kravatlı yani resmi kurum temsilcilerinin el işaretleri, metinleri, bildirileri, endişeleri, tasarıları ve konuşmaları ve tabii son dakikaları arasında hooop düzen ve dizaynlar. Sonra fotoğraf kareleri, methiyeler, düzmeceler…
Sonra bir başka görüntü dolaşır; İnsanları kaçıran, işkence eden, infaz eden, taciz ve tecavüz eden dehşet verici vahşet görüntüler. Hangi dilde olursa olsun anlaşılır ne demek istendiği: Korkaklık ve kötülük.
Korku çok insanidir tabi. Herkesin korkmaya hakkı vardır. Sadece korkaklığı kötülüğe teslim etmek haksızlıktır ve beraberinde de birçok haksızlığı sürükler. Kötülük zaten adı konulmuş aşağılaşmadır.
Biz yine de kavramlardan ziyade bizi şahit eyleyen görüntülere dönelim. Öyle ya, çağ yangını burada başlamıştı zaten. Kutsal kitaplardaki cehennemin emsali.
Dünyanın öbür ucundaki vahşet elindeki telefonla ya da masanda kurulu bilgisayarla seni şahit beller mesela. Biz bazen o ateşlerden yükselen dumanlardan önümüzü göremiyoruz.
Bir başka görüntüye dönelim örneğin: Geçen gün sosyal medyada dolaşan bir görüntüde keyifle bağırıyor biri, hem de ateş içinde, ne güzel coşkulu; “Êwan bazdan e, ême berxwedan e.” Yani diyor ki: “Onların işi kaçmaktır bizimki direnmektir.”
Bunu da yüz yıldır dili yasaklanan, tanınmayan, asimile edilmeye çalışılan biri diyor. Kürtçe söylenen bu sözü hangi dile çevirirseniz çevirin, sözün sahibi kadar kararlı ve coşkulu ifade edemezsiniz. Kaçan birilerini işaret ediyor görüntüdeki kişi. Haklı tabi.
Haklı olmak başka görüntüler veriyor, bazılarımızın rüyası bazılarınınsa kâbusu.
Çünkü o kaçan kişiler dünya devletlerinin muhatap aldığı ‘resmi himayeciler.’ Devletlerin beka meselesi için gelip direnenleri ‘himayesine’ almaya çalışanlar. Onu da beceremeyince kaçanlar.
Evet, Lübnan sokaklarında ateş başında kartlar karılıyor yeniden, umutla ve inatla. Şili sokaklarında neoliberalizmin kökünü kurutma çağrısı. Allende’nin kararlılığı, sokaklardan plazalara yükseliyor. Evet, Rojava’da da biri direnmenin haklılığını çağırıyor.
Emsal, nihayetinde hafızadır. Misal olarak Paris Komünü’nde yükselen barikat, örneğin İspanya’da bir fabrika işgali ya da İran’da molla rejimine karşı ‘saçlarımı savururum haklarımı savunurum’ diyerek direnmek de emsaldir.
Haklı olanın rengi kalmadı artık. Çağ yangını dumanları ve görüntüleri karıştıra dursun, karşılaştıra da dursun. Zaman, mekân veya binlerce dalavere örtemez: Haklı olanın kaybı kaybolacak, çünkü yoktur.
Evet sevgili okur. Çelişkiler bazen bir ağıt gibi yer değiştiriyor. Çelişkiler mekâna zamanı da dar ediyor. Olsun ve gelsin. Yasal olmuş ambargolar ve sansürler zamana ve de mekâna direnemez. Yasakların dalaveresini ifşa edenler her zaman çıkar. Bu da umut olsun. Hem de en afili olanın önde geleni yani haklı olmanın daimi sevincinin umudu.
Zamandan bahsedip zamanla her an problemli biri olarak belirli bir takvimle buradayım. Aksatmamak ve anlatabilmek umuduyla…