Dünyada da bu topraklarda da gündemleri takip etmenin, hangisi önemli hangisi tali konusunda karar vermenin alabildiğine güçleştiği zamanlardayız. Daha doğrusu zamanın ruhu böyle: Belirsiz, kestirilemez, akışkan… Tek belli olan en olmaz denilenin olur hale gelmesi, toplumların erkin sayısız biçimiyle buna “alıştırılması”dır.
Kayyım gibi olağanüstü bir fiilin giderek “alışılır” ve devlet partisi olarak varlığını ispatlamış CHP’nin belediyelerini de kapsar hale geldiği gerçeği bile bu ruhun anlaşılması açısından çok şey anlatıyor. Ya da CHP’li siyasetçilerin siyasallaşan ve iktidarın sopasına dönüşen yargı eliyle süreklileşmiş bir baskı ve basınç altında tutulması… Onu geçtik, akla hayale gelmeyecek isimlerin Gezi gibi bir halk direnişinin planlayıcıları ilan edilip yargının kulağına fısıldanan bir sözle anında operasyona konu olmaları ve bunun üzerinden toplumun çeşitli sınıf ve katmanlarına mesaj salınması ya da haberin haberini yapan gazetecilerin apar topar gözaltına alınıvermesi… Denetimsizlik, adam kayırmacılık, rüşvet, üç kuruşun hesabına onlarca canın feda edilmesinin sistematik bir nitelik kazanması ve hemen hepsinde yargının failleri, sorumluları aklaması…
Saymakla bitmeyecek gelişmeler tüm toplumsal kesimler nazarında “sistem çöktü” duygusunu pekiştiriyor. Tekelci sermayenin amiral gemisi TÜSİAD gibi bir örgütün başındaki patronlar söyledi bu sözü: “Sistem çöktü”!
O TÜSİAD ki, tarihini, sınıfsal karakterini, çıkar ve beklentilerini bilmesek bazı burjuva ekonomist ya da siyasetçiler gibi “burjuvazinin devrimci ruhu canlandı” diye şaşakalacağız!
TÜSİAD’ın kanlı sicili kadar tarihin her kritik dönemecinde perde arkasından sahneye fırladığını biliyoruz. Şimdiye kadar bunu bağımlı kapitalist ilişkilerin emperyalist kapitalist dünya sistemiyle uyumlulaştırılmasında yaşanan tıkanmaların aşılması, böylesi kritik eşiklerde riskler ve fırsatlara odaklanarak tepeden tırnağa kendi çıkarları için donanmış devlet aygıtının gerekli hatta oturtulması için yapıyordu.
12 Eylül öncesi ya da 12 Eylül sonrasındaki pratiği de 24 Ocak kararlarının altındaki imzası da tıkanan ve bir krizle teklediği anlaşılan eski dünya düzenine göre şekillenmiş devlet aygıtının sistemin yeni ihtiyaçları temelinde dönüştürülmesi içindi. Mevcut halk direnişinin bunun için ezilip geçilmesi gerekiyordu.
AKP’nin dümene oturtulmasındaki rolünü de biliyoruz. O eski dünya düzenine göre şekillenmiş devlet aygıtının artık pas tutmuş dişlilerinin yağlanması, yeni ihtiyaçlara uygun bir dönüşüm için gerekirse değiştirilmesini salık verdiği az rapor yazmadı. 12 Eylül’de alkışladığı yaygın tabirle “askeri vesayet sisteminin” 2000’lere doğru Kürt özgürlük hareketi ve dönemin sınıfsal toplumsal gelişmelerinin basıncıyla da birleşik olarak teklediğini, sermaye akışkanlığının önünde de hantal bir bariyer oluşturmaya başladığını görerek mevcut dönüşümün düğmesine basılmasını salık veren de oydu. Arkasının nasıl geldiğini biliyoruz.
AKP döneminde yapılan özelleştirmelerde TÜPRAŞ gibi en yağlı parçaları yutan TÜSİAD patronlarının sistemin tekleme anlarında sahnenin önünden konuşmalarına, muhtıra gibi açıklamalar yapmalarına alışığız vesselam.
Koltuğa oturttukları hatta çok değil daha 2018 yılında o zamanki Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, TÜSİAD 48. Genel Kurulu’nda şimdiki başkanlık sisteminin dünyanın hal ve gidişatı içinde ne kadar gerekli hale geldiğine dair cümleler kuruyordu. “Liberal demokrasi, hukuk devleti ve piyasa ekonomisinin tüm dünyaya barış ve refah getireceği beklentisinin boş çıktığını itiraf etmek durumundayız” diyordu ve cümlelerinin sonunu da “Değişime uyum sağlamak ve değişimin geniş kitleleri etkileyen sonuçlarıyla başa çıkmak için birçok ülkede güçlü liderler dönemine girildiğini görüyoruz” şeklinde getiriyordu.
Yarattığı taşeron ağıyla Migros işçilerinin posasını çıkaran Özilhan’ın mevcut rejim-devlet biçiminin tarihsel koşullarda ihtiyaç olduğunu söylemesinin üzerinden topu topu 7 yıl geçti. Ki o yıllar rejimin zayıfladığı ancak kendisini tahkim etmek için seçimleri allem edip kallem edip lehine dönüştürdüğü, 15 Temmuz darbesinin hemen ardından Cumhur İttifakı’yla gücünü pekiştirmeye çalıştığı yıllardı. Erdoğan mızırdayan bazı patronlara sınıfının açık diliyle konuşup OHAL sayesinde alınan grev yasaklama kararlarını göstererek adeta “yüzünüze gözünüze dursun” dediği zamanlardı.
Fakat şimdiye kadar TÜSİAD “sistem çöktü” dememişti. Sistemi onarmak, rayına oturtmak içindi yaptığı konuşmalar, verdiği ayarlar. Şimdiyse bir zamanlar kendisinin “dönem güçlü liderler dönemi” diyerek kabule sunduğu rejim-devlet biçiminin nasıl yoldan çıktığının, kestirilemez hale geldiğinin paniğiyle sahneye fırlamış görülüyor.
Gezi davasının kendisi de bir patron olan Osman Kavala’nın tezgahı olarak sunulması, onunla ilişkilendirilen birçok aydın ve sanatçının soruşturmaya uğramasının, hapse atılmasının üzerinden de çok zaman geçmedi. O zamanlar “dönem güçlü liderler dönemi” diyen ve iktidarla arayı hoş tutan TÜSİAD bu açıklık ve panikte konuşmadı. Yine Doğan Medya’nın el değiştirmesi için yapılıp edilenler karşısında da öyle.
Ama artık sadece toplumun emekçi kesimlerine değil tüm sınıf ve katmanlara doğru genişleyip sistematik bir hal kazanan devlet terörünün kendi kapısına dayandığını da hissetmenin paniğine kapılmış görünüyor TÜSİAD. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) şirketlere kayyum atama yetkisinin tanınmasıyla Devlet Denetleme Kurulu’nun yetkilerinin o gerekli dedikleri “güçlü lidere” devredilmesi az buz bir şey değil nitekim. Dahası, ne zaman kime ne yapılacağının bilinemezleşmesinin tek bilinen haline geldiği bir raydan çıkma hali sözkonusu. Bu tablo içinden kuruldu o cümle/cümleler.
Elbette tek neden bu değil. TÜSİAD sistemin bütünü-bekası açısından duyduğu kaygı ve korkularla konuştu. Toplumsal barometrenin nasıl bir patlama düzeyine geldiğini hisseden ve dünyanın yeniden şekillendiği böylesine kritik bir eşikte kapitalist istikrarın ciddi risklerle karşı karşıya kalmasının yaratabileceği sonuçları öngören bir haberci olarak…
Ateşin kapitalist sistemin bekasını dolayısıyla kendi varlığını tehdit eder düzeyde kapıya dayandığı korkusu her cümlede dile geldi. Nitekim korktuğu da oldu. Tekelci burjuvazinin amiral gemisi TÜSİAD hakkında bile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma açıldı.
Bize kalansa nasıl bir devirde yaşadığımızın, mevcut iktidar blokunun nasıl bir tahkimata doğru gittiğini bir kez daha hem de bizzat sınıf içi ilişkilerde görmek oldu. Önemli olan bunu görmek değil, nasıl bir döneme girdiğimiz gerçeğini bir kez daha hatırlayarak önümüzdeki kavgalara buna göre hazırlanmaktır.