Kürt Kadın Siyasetinin önemli ismi Gülten Kışanak ile konuştuk:
Sayın Öcalan’ın Kürt sorunundan daha ağır bir kadın sorunu var belirlemesi son derece önemli. Bunun altını her seferinde defalarca, defalarca çizmeliyiz ve bu konuda bir öz eleştiri de vermeliyiz
Söyleşi / Nezahat Doğan
8 Mart’ta kadınlar erkek sisteme, erilliğe ve şiddete karşı isyanlarıyla, özgürlük için alanları doldurdu. Reel sosyalizm çöküşünün aslında bir tarafıyla da kadın köleliği ve kırımından kaynaklandığını vurgulayan PKK lideri Abdullah Öcalan, 8 Mart’ta kadınlara gönderdiği mektupta barışın da kadınların ortaklaşmasıyla ve kadınların mücadele hattıyla gerçekleşebileceğinin mesajını verdi. Abdullah Öcalan’ın mektubu bütün alanlarda yankılandı ve kadınlara barış yolunda yeni bir misyon yükledi. Barış ve demokratik toplum çağrısı üzerinden şekillenen yeni süreç, yeni barış adımları ve demokratik toplum, kadınların öznesi olduğu mücadele hattında ilerleyecek.
Süreci, barışı, kadın hareketini, Öcalan’ın kadına dair felsefi ve tarihsel analizlerini Kürt siyaseti ve kadın hareketi içerisinde en önde saflarda yer alan, bu yolda12 Eylül 1980’in Amed zindanlarından bugüne kadar ağır bedeller ödeyen, ama özgürlük, barış ve kadın mücadelesindeki öncülüğünden hiçbir zaman geri durmayan Kürt Kadın Siyasetinin önemli ismi Gülten Kışanak ile konuştuk.
- PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla yeni bir süreç, yeni bir dönem diyoruz. 8 Mart’ı konuşmadan önce bu çağrının taşıdığı en önemli mesajlar neydi size göre?
Aslında çağrı kısa, öz ama son derece kapsamlı bir çağrıydı. Devlete, Kürt hareketine, kadınlara, demokratik muhalefete, herkese yönelik bir değişim çağrısıydı. Çok yönlü muhatapları olan; tek tek bireyler olarak da, toplumsal katmanlar, halklar, kadınlar olarak da hepimize yeni bir dönemin başlangıcı konusunda sorumluluk yükleyen bir çağrıydı. PKK lideri Sayın Öcalan’ı takip edenler, paradigmasını az çok bilenler, tarihin çok farklı ve kritik anlarında onun ağzından, kaleminden ve sesinden hep “demokratik olmak,” ifadesini duymuştur. Bu çok temel bir prensiptir. Mesela kadınlarla kurduğu ilişkide de bunu söyler. Bir kadınla nasıl ilişki kuracağımı hep sorguladım der. Çünkü burada önemli olan erkek olmadan, egemen olmadan eşit ilişki kurabilmektir. Aslında bu çağrı bütün bir topluma ve toplumdaki farklı siyasal katmanlara, halklara, devlete, siyaset yapan herkese eşit ilişki kurma ve demokrat olma çağrısıydı. Yeni dönemin kodu bu bence.
- Sosyalizm temelinde kadınla kurduğu ilişki ve kadını eşitlik eksenine oturtma biçimi mi var orada?
Evet. Bu tarihi kökenleri olan bir konu. Sosyalizm konusunda biraz daha derinlikli konuşmak gerekiyor. Çünkü maalesef uzunca bir dönemdir siyasal hareketler sosyalizm konusuna pek kafa yormadılar. Bunu terminoloji olarak da günlük siyaset içerisinde de çok kullanmadılar. Ama özünde biz şunu biliyoruz ki, bu siyasal hareket hep demokratik sosyalizm felsefesiyle yol aldı ve bu önemli.
- Demokratik sosyalizm neden önemli?
Sayın Öcalan Kadın özgürlüğü konusunda bir yol almadan sosyalist olunamaz diyor. Reel sosyalizm eleştirisinde üzerinde konuşulması gereken konulardan birisi reel sosyalizmin kadınlarla kurduğu ilişkidir. Oysa, sosyalist devrim öncesi kadınlar çok güçlü bir şekilde mücadeleye katıldılar ve çok güçlü kadın örgütlenmeleri; sosyalist partilerin kadın yapılanmaları vardı. Ama maalesef o erk olma hali iktidara geldikten sonra erki, erkekliği, hiyerarşiyi sönümlendirmek yerine güçlendiren bir pratik ortaya çıktı. Dolayısıyla reel sosyalizmin başarısızlığının önemli nedenlerinden biri kadın özgürlüğü konusunda mesafe alınamamasıdır.
- Abdullah Öcalan’ın görüşlerinde kadın köleliğine nasıl bir vurgu var?
Sayın Öcalan bunu çok net bir şekilde söylüyor. Diyor ki Kadın özgürlüğü olmadan sosyalist olunamaz. Sosyalist olmak istiyorsanız, önce cinsiyet eşitliği ve özgürlüğü üzerine bir perspektife sahip olmanız ve bunun yaşam içinde pratikleşmesi gerekiyor. Bunu biz Kürt kadın hareketi olarak çok uzun yıllardır bunu konuşmaya ve anlatmaya çalıştık. Söz, toplum özgür olursa kadın özgür olur, dili hep tersinden kurulurdu. Ama bunun doğru olmadığını tarih bize öğretmişti. Kendimizi kadın özgür olmadan, toplumun özgür olamayacağı perspektifi ve kadın kurtuluş ideolojisi ile toplumsal mücadeleyi bütünleştiren bir yerden var etmeye, örgütlemeye ve mücadele etmeye çalıştık. Bu son derece önemli ve kritik bir konu. Bu vesileyle özellikle gençleri hem kadın kurtuluş ideolojisi hem kadın özgürlük felsefesi hem de sosyalizm konusunda demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir gelecek tahayyülü konusunda daha çok okumaya, bu konuları daha çok tartışmaya davet etmek istiyorum.
- Abdullah Öcalan, “kadın özgürlük mücadelesi tamamlanmamış bir projedir. 75 yaşındayım ama hala kadınlarla özgür yaşam nasıl olur sorusuna yanıt arıyorum,” diyor. Bu cümleyi nasıl anlamlandırıyorsunuz?
Bu, erkek egemen sistemin bizde oluşturduğu kadınlık formunu eleştirmeye yönelik ve bizi özgürlük değerlerine daha yakın bir duruş sergilemeye davet eden bir değerlendirme ki, kadınlar bunun çok farkındalar ve bunu yapmaya çalışıyorlar. Kadının eşitlikçi, özgürlükçü geleceği ve özgür, özerk örgütlenmesi konusunda sayısız değerlendirmeleri olan Sayın Öcalan’ın bu ifadesi aynı zamanda bütün erkekler adına erkekliği sorgulama çağrısıdır. Erkeklik sorgulanmadan da demokrat olunamaz.
- “Erkekliği öldürmek” tanımlamasını da kullanıyor. Bu sözün anlamı nedir?
Öldürebilmek için önce açığa çıkarmak ve farkına varmak gerekir ve bu çok büyük bir yanılgı alanı. Çünkü az çok demokrasi mücadelesi içerisinde yer alan erkeklerin tamamında “ben çok demokratım” diyen bir rehavet hali var. Oysa bunu biraz kazıdıkları zaman; aile içerisinde birlikte oldukları, beraber yaşadıkları, beraber çalıştıkları ya da beraber mücadele ettikleri kadınlarla nasıl ilişki kurduklarını sorguladıklarında hiç de demokrat olmadıkları ortaya çıkıyor.
- Bu bir farkındalık meselesi mi?
Erkeklerde bu yanılgılı demokratlık algısının çözümlenmesi lazım ve bir farkındalık yaratılması lazım. Kadın özgürlük mücadelesi yanında erkeklerin de erkekliği bozuma uğratması lazım. Güç, iktidar, hiyerarşi, erk olma, hükmetme, tahakküm etme, başkasının iradesini gasp etme, kendisine başkasından daha fazla hak görme hallerini sorgulamaları, açığa çıkarmaları, bunun farkına varmaları ve bunları terk etmek için kendileri ile mücadele etmeleri gerekiyor. “Erkekliği Öldürmek” perspektifi 90’lı yılarda Sayın Öcalan Mahir Sayın ile yaptığı röportajda söylemişti, sonrasında kitap olarak da yayınlandı ve bütün çözümlemelerinde vardı. Üzerinden yıllar geçti ve ben yeterince erkeklik sorgulaması yapıldığını düşünmüyorum.
- Erkeklik sorgulaması yapılmadığı gibi pratikte ve son zamanlarda o tahakküm çok daha keskinleşmemiş gibi durmuyor mu?
Kadınlarla eşit ilişki kurmak erkeklerde kendisinde olanı kaybetme kompleksi yaratıyor. Onun için kadınlarla erkeğin eşit ilişki kurmasına çok hevesli değiller. Mümkünse yanlarında duran bir kadın, hatta arkalarından yürüyen bir kadın olsa daha iyi olur diye bakıyorlar. Onları takip eden, onların söyleyeceklerine kulak kabartan kadınlarla yürümeyi tercih ediyorlar. İrade olarak kadınlarla eşit olmayı kabullenmek ve böyle bir ilişki kurmak konusunda gerçekten ciddi problemler var. Biz bunu bütün alanlarda görüyoruz.
- Abdullah Öcalan’ın 8 Mart çağrısında kadın sorunu Kürt sorunundan daha derin bir sorundur diyor. Derinliğini açar mısınız?
Kürt sorununun çözülebilmesi için bütün bir Türkiye’nin ve herkesin “bu sorun benim de sorunumdur, savaş benim de hayatımı olumsuz etkiliyor barış mücadelesi benim de mücadelemdir,” diyebilmesi gerekiyor diyoruz. Bu konuda bir bilinç oluşması, bir talebin açığa çıkması gerekiyor ki Kürt sorununu çözelim. Çünkü Kürt sorunu sadece Kürtlerin sorunu olarak kaldığı sürece karşıtlık yaratıyor ve kolay kolay çözülebilir bir sorun olmuyor. Aynı şekilde kadın özgürlük sorunu olarak tanımladığımız sorun da sadece kadınların sorunu değil; bu daha çok erkeklerin sorunu. Erki elinde bulunduran, hayatın olağan akışının önüne kendilerini güç olarak koyan ve kadını ikincilleştiren erkek egemen zihniyettir. O nedenle biz kadınlar kadın özgürlük mücadelesinde yıllardır bir kadın bilinci, farkındalık oluşturmaya, bunu çözümlemeye, değişmeye ve özgürlük değerlerine kendimizi daha fazla yaklaştırmaya çalışıyoruz. Bunun mücadelesini veriyoruz. Ama aynı çabanın erkekler tarafından da erkeklik sorgulaması olarak yürütülmesi lazım ki biz bu cinsiyet eşitsizliği ayrımcılığı üzerine kurulu erkek egemen sistemi değiştirelim. Sayın Öcalan’ın Kürt sorunundan daha ağır bir kadın sorunu var belirlemesi son derece önemli. Bunun altını defalarca, defalarca çizmeliyiz ve bu konuda bir öz eleştiri de vermeliyiz.
- Kürt sorunu ile karşılaştırıldığında nasıl bir öz eleştiri olması lazım?
Kürt sorunu çok can yakıcı, hepimizin geleceğini ilgilendiren bir sorun; bir özgürlük, ahlak sorunu; dilini kullanamamanın yarattığı travma sorunu; gencecik insanların hayallerinin yarım kalması ve canlarını feda etmeleri sorunu ve sorumluluğu son derece ağır. O nedenle biz Kürt halkı olarak, Kürt kadınları olarak Kürt sorununun demokratik zeminde, eşitlik ve özgürlük ilkeleriyle çözülmesi için mücadele ediyoruz. Fakat bu asla bizim kadın özgürlük mücadelesi konusunda bir adım geri durmamızı gerektiren bir konu değil. İşte özeleştiri vermemiz gereken nokta bu. Sayın Öcalan “Kadın sorunu Kürt sorunundan daha ağır bir sorundur,” diyor ve bu gerçekten pratik hayata baktığımızda da rahatlıkla görebileceğimiz bir şey. Nasıl ki Kürt sokağa çıkamıyorsa ya da Kürt’ün oy verip seçtiği belediye başkanına kayyım atanıyorsa, iradesi gasp ediliyorsa, erkekler de kadınların iradesini gasp ediyor, “evden çıkamazsın” diyor, “istediğin kişiyle evlenemezsin” diyor, “benim istediğim kişiyle çocuk yaşta evleneceksin” diyor. Erkekler bu dünyada bu hayatı belirliyor ve daha da ötesi bunları kabul etmeyen kadınları katlediyor. Savaşta canlarımızı yitiriyoruz ve bu ciddi bir siyasal, vicdani sorumluluk. Bunu durdurmak lazım. Ama kadınlar da katlediliyor, bunu da durdurmak lazım. Biz Kürt Kadın Hareketi olarak aslında bu konuları teorik olarak epeyce çözümledik, mesafe kat ettik. Ama maalesef son yıllarda kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri arttı.
- Teorik olarak epeyce çözümlemeler yaptık dediniz. Kürt kadın hareketinin pratikte daha neler yapılması gerekiyor?
Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümü ile kadınların özgürlük mücadelesinde yol almak konusunda aralarında bir öncelik ilişkisi kurmadan; kadınların irade olarak varlıklarını siyasal mücadeleye katmaları konusundaki engelleri kaldırmadan da Kürt sorununun çözümünde aktif rol alamayacaklarının bilinciyle bu yolu yürümemiz gerekiyor.
- Bu yeni süreçle barış birlikte nasıl ortaklaştırılması lazım?
Biz kadınlar açısından barış mücadelesi ilkesel bir konudur. Çünkü savaşın, çatışmanın ve şiddetin olduğu bir yerde kadına yönelik şiddet, ayrımcılık, tecavüz, ötekileştirme ve aklınıza gelebilecek her türlü baskı aracı daha da güç kazanıyor. Bunu biz pratikte yaşadıklarımızdan da biliyoruz. Mesela son 10 yılda savaş politikalarının bu kadar güçlü bir şekilde hayatın tüm alanlarında uygulanması, kadınlara da daha fazla şiddet olarak döndü. Çünkü devlet eliyle üretilen şiddete meşruiyet atfettiği sürece erkekler de kadınlara karşı şiddet uygulamayı meşru görüyorlar. Bu bir şiddet sarmalı ve kendini sürekli büyütüyor, şiddet kanıksanıyor, şiddet araçlarına ulaşmak kolaylaşıyor. Ayrıca kadınların mücadele ettiği alanlar, dernekler, kurumlar, kapatıldığı, kadın mücadelesi engellendiği için kadınların dayanışma kurması ve birbirine ulaşması zorlaştı. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Savaşın, şiddetin, çatışmanın arttığı bir yerde kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz, kadın bedenine müdahale, nüfus politikaları tavan yapar. O nedenle biz kadınlar açısından barış mücadelesi vazgeçilmezdir ve ilkeseldir. Bu nedenle yeni başlayan dönemde kadınlar barış mücadelesinin güçlü bir şekilde yürütülmesi konusunda, kendi sorunlarını da çözebilme iddiasıyla özne olarak var olmalılar ve var olacaklar. Kadınlar barış mücadelesine en güçlü şekilde katılmak, öncülük etmek, yol açmak, toplumsal kutuplaşmayı çözmek konusunda büyük bir gayretle çalışıyorlar ve bu çalışmalarını daha da güçleneceğine inanıyorum.
- Abdullah Öcalan, barış ve demokratik toplum çağrısı kadınlar için aynı zamanda da bir rönesanstır diyor. Bu rönesansın içeriğini nasıl tanımlarsınız?
Demokratik toplum aslında irade varlıkların gönüllü beraberliğine dayanır. Bu anlamda Rönesans’tır. Yani önce kadınlar irade olacak, Kürtler irade olacak, farklı kimlikler, kültürler irade olarak varlıklarını ortaya koyacaklar. Karşılıklı olarak birbirlerinin hakkını, hukukunu tanıyacaklar, kabul edecekler ve demokratik bir toplum böyle kurulacak. Bunun temel harcı, kadınların da irade olarak toplumsal hayatın içerisinde yer almasıdır. Toplumsal hayat derken tabi ki siyasal, ekonomik kültürel hayatı da kapsayan bütün bölümlerini ifade ediyoruz. İradenin olmadığı yerde demokratik toplum kurulamaz. Kadının, Kürdün, farklı kimliklerin iradesi yoksa orada demokratik bir toplum yoktur. Demokratik toplumun esasının özü, iradeyi açığa çıkartmak ve örgütlemektir. Onun için bu önümüzdeki süreci gerçekten sorunlarımızı çözdüğümüz çatışma zemininden çıkartıp, hukuki ve demokratik bir zeminde özgürlüklerimizi adım adım kazandığımız bir gidişata yöneltmek istiyorsak, önce irade olarak kendimizden başlamalıyız. “Ben de varım,” demeliyiz ve irademizi örgütlemeliyiz. Demokratik toplum ve barış beraberdir. Eğer biz demokratik toplumu kuramazsak kalıcı bir barışı da inşa edemeyiz, silahlar geçici olarak devre dışı kalabilir ki bu konuda geçmişte de çok birkaç kez denendi. Dünyada da benzer örnekleri var. Silahları susturmak negatif barış denilen bir dönemdir. Şimdilik çatışma yok halidir. Ama bunu kalıcı hale getirebilmek için demokratik toplumu inşa etmek, yani iradenin açığa çıkması, karşılıklı olarak iradelerin birbirini tanıması ve kabullenmesi gerekiyor. Bu kadınlara da hem görev ve sorumluluk yükleyen hem de kazanım imkânı sağlayan bir süreçtir. Kadınların kendi iradelerini açığa çıkarmaları gereken bir dönemdeyiz.
- Kadın evrenin ta kendisidir, erkeklik ondan sapmış bir gezegendir diyor Abdullah Öcalan ve 10 bin yıllık insanlık tarihini kapsayan felsefi bir analiz ortaya koyuyor. Bunu nasıl anlamak gerekiyor?
Bu konuda öncelikle Sayın Öcalan’ı doğru anlamak, bütün külliyata, daha önceki değerlendirmelerine de bakmak gerekiyor. Sayın Öcalan, kadınlığı çözümlemeden, erkek egemen sistemin kadına yerleştirdiği kadınlık hallerini sorgulamadan, onları değiştirmeden, ama sadece teorik ve kuramsal ve sözlü bir şekilde kadınlara kutsallık atfetmek yanılgılı bir durum yaratır diyor. Aynı zamanda kadını tarihsel olarak ele alıp (M.Ö) 10 bin ile dört bin yılları arasında, tarihsel olarak tanrıça kültünün, ana kadın kültünün olduğu dönemdir. 4000’lerden itibaren, Babil mitolojisinde kadınların saraya kapatıldığı saray kadını dönemi var ve bunun aslında günümüze kadar devam eden ev kadını formu var. Bir de özgür kadın değerlerine yaklaşan kadınlar var. O nedenle bu bir biyolojik mesele değildir, toplumsaldır, kültürel ve siyasaldır diyor. Bütün bunları anlayarak bakmak lazım. Sayın Öcalan’ın ifadelerinde kastedilen özcü bir şekilde biyolojik olarak kadın olmanın kendisini kutsamak değil kastedilen. Özgürlük değerleriyle buluşan ve bu egemenlik ve hiyerarşi sistemlerinin katman katman kurduğu egemenlik ilişkilerini çözümleyip bir kenara atan, özgürlük değerlerine atfedilen kutsallıktır o. Buradan bakmak, bunu doğru ve felsefi bütünlüğünü kaybetmeden değerlendirmek lazım.
- Peki Kadınlara kutsallık atfederken ne demek istiyor?
Sayın Öcalan egemenlik ilişkilerine ve hiyerarşiye, erke, otoriteye kutsallık atfetmeyin diyor. Kutsallık atfedilen kadın yaratıcıdır diyor. Aslında bunlar tabii ki çok önemli ve büyük konular. Hani kadınlar cins olarak nasıl oldu da bu cinsel birinci cinsel kırılma yaşandı, erkek egemenliği nasıl inşa edildi? Bunlar derinlikli ve tarihi kökleri olan konular. Orada atfedilen kutsallık, eşitlik değerlerine yaklaşma üzerine kurulmuş bir değerlendirmedir; erkek otoriteye, hiyerarşiye, egemenliğe atfedilen kutsallığı sorgulayan, eşitlik ve özgürlük değerleri ile buluşan kadına kutsallığı ithaf eden, orada tanımlayan bir değerlendirme.
- Son sürece gelirsek, Çağrı sonrası iktidar tarafından halen atılan somut bir adım yok ve tecrit devam ediyor. Ne olmalı? Ne yapılmalı?
Aceleci olmamak ama aynı zamanda da hızlı davranmak lazım. Yani acelecilikle hızlı olmak arasındaki ayrımı gözeterek bir yerden bakmak lazım. Kararın üzerinden bir hafta geçti. Eminim ki bu konuda önemli yeni gelişmelerde olacak. Bu çağrının hayat bulabilmesi için tecrit koşullarının ortadan kalkması, özgür çalışma imkanlarının sağlanması ve bu süreçte Sayın Öcalan’ın rolünü daha aktif bir şekilde oynayabileceği imkanların ortaya çıkartılması gerekiyor. Ben bu konuda bir yol alınabileceğini düşünüyorum ve hukuken de rahatlıkla temin edilebilecek bir durum. Çünkü Türkiye’nin altına imza koyduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, bir insanın tahliye tarihi olmadan belirsiz bir şekilde içeride tecrit koşullarında tutulamayacağını hükmediyor. 2014 yılında AİHM’in bu konuda verdiği kararlar var; en fazla 25 yıl sonra bu konuyu değerlendirmeniz, bir tahliye tarihi koymanız ve koşullarını değiştirmeniz gerekiyor diyor.
İç hukuk açısından da altyapısı da var. Sanırım önemli kritik eşiklerden biri de bu olacak. Tabi bu tür büyük sorunları çözerken tamamının bir defada çözülmesini beklemek gerçekçi olmaz, aşama aşama ilerlemek gerekiyor. Sayın Öcalan’ın bu çağrının gereklerini yerine getirebilmek ve sürecin doğru ilerlemesi konusunda aktif bir rol alabilmesinin imkanlarını yaratmak aşamasına gelindi. Siyasetin de bu aşamada etkin bir rol alması ve Meclis’in bu konuda bir düzenleme yapması gerektiğini düşünüyorum.
- İktidar buna nasıl yaklaşılıyor?
İktidarın yaklaşımı, fiili olarak tamam, biraz koşullarını rahatlatırız şeklinde. Tabii ki bu önemli ama aynı zamanda buna bir hukuki zemin de hazırlanması gerekiyor. Çünkü fiili olarak yaratılan olanaklar bir süre sonra yine fiili olarak ortadan kaldırılabiliyor. Buna da dikkat etmek gerektiğini ifade etmek istiyorum.
- Yasal düzenleme gerçekleşene kadar İmralı kapılarının açılması mümkün olabilir mi?
Bir kademeli geçiş süreci olabilir. Fiili olarak işte geçen hafta kalabalık bir heyet gitti. Bundan sonra başka heyetlerin gitmesi yönünde yasal olarak bir engel yok. Çünkü Türkiye’deki yasalar “Adalet Bakanlığı izin verdiği sürece” olabilir diyor. Kimse Adalet Bakanı’na neden izin verdin diyemez. Çünkü yasa ona bu yetkiyi vermiş. Siyasi erkin bu konuda bir irade göstermesi, tecridin kalkması konusunda bir tutum alması gerekiyor. Yarın gazeteciler akademisyenler, kadın hareketleri gitmek istese Adalet Bakanlığı’nın buna izin verme yetkisi var. Bunun siyasal ve toplumsal olarak da faydası var. Bu faydayı gözeterek tecridin kaldırılması ve daha çok insanın gidip temas etmesi, konuşması, tartışması önemli.
- PKK lideri Abdullah Öcalan’ın barışın toplumsallaştırılması ve anlatılması gerektiğini söylediği yerde, o zemin mi hazırlanmaya çalışılıyor? Nasıl değerlendirirsiniz?
Hukuki kararların çıkması için toplumun hazırlanması, bir toplumsal talebin açığa çıkması son derece önemli. Bunun da yapılması lazım. Fakat şunu unutmamak gerekiyor; mesela çağrı yapılmadan önceki atmosfer çok başkaydı. Bu çağrının kendisi bile başlı başına kamuoyunda çok büyük bir pozitif değişime yol açtı. Demek ki tecridin kalkması kamuoyunun hazırlanması konusunda önemli bir işleve sahip olacak, bunu da görmek lazım. Tecrit kalktıkça, düşünceler, görüşler kamuoyuna yansıdıkça kamuoyunun pozitif yönde değişmesinin daha kolay olacağını düşünüyorum. Çünkü Sayın Öcalan’ın dili yapıcı, çözümleyici, çözüm odaklı ve gerçekten demokrat, herkese hitap edebilen bir politik yaklaşımı var. O nedenle bu sürecin karşılıklı, birbirini olumlu yönde etkileyecek şekilde ilerletilmesi lazım.
- Meclisin işletilmesi aşamasında bir komisyon kurulup yasal düzenlemelerin yapılması gerekmiyor mu?
Geçmişte Kürt sorununun çözümü konusunda neler yapılabilir diye mecliste bir komisyon kurmuştu. Meclis’te kurulacak komisyon bu çatışmanın nedeni olan hak ve özgürlüklerle ilgili tartışmaların yapılacağı bir komisyondur. Mesela umut hakkı ile ilgili, tecridin kalkması ya da demokratik hakların kullanılmasıyla ilgili, düşünce, ifade özgürlüğü, gösteri özgürlüğü hakkında düzenleme yapmak ya da kayyumların ortadan kaldırılmasıyla ilgili yasaların çıkması için siyasi partiler arasında diyalog kurulması yeterlidir. Zaten Meclis’in Anayasa Komisyonu, Plan Bütçe Komisyonu gibi komisyonları var. Elbette Kürt sorununun, anadil sorununun, yönetime katılma sorununun, kimliğinin kabul edilmesi sorununun toplumsal bir uzlaşı ile çözülebilmesi için geçmişteki komisyona benzer ve bütün partilerin eşit katılımıyla bir tartışma ve diyalog komisyonunun olması tabii ki faydalı olacaktır ama diğer yasal düzenlemeleri yapmak için beklemek gerekmiyor. Parlamentonun mevcut işleyişi buna izin veriyor. Yeter ki siyasi partiler birbirleriyle diyalog kursunlar ve yapıcı bir pozisyon alsınlar. Önümüzdeki hafta da DEM Parti’nin siyasi partilerle yeni bir diyalog ve görüşme süreci başlıyor. Bu konuları oralarda konuşacaklarını düşünüyoruz.
- Gülten Kışanak’ın derdi nedir?
Benim derdim toplumun dertleridir. Ben hayatım boyunca bir şekilde toplumun içerisinde kendimi var etmeye, o toplumla beraber bir yol yürümeye çalıştım. Benim şu anda öncelikli derdim barış konusunda güçlü bir gelişmenin yaşanması. Demokratik dönüşüm ve demokratik toplumun inşası konusunda hızlı yol almamız. Her zaman bu mücadelenin içerisinde var olmak, onun bir parçası olmak, halkımızla, kadınlarla birlikte bu özgürlük yolunu yürümek istiyorum.