Ortadoğu’da, memlekette bir sürü hengâme yaşanırken, bu arada Amedspor’da da ilginç şeyler oluyor. Yine bir kongre yapıldı geçen gün, başkanlığa eski Baro Başkanı Nahit Eren getirildi. Kongrede bol bol eleştiri de yapıldı, herkes içini döktü sanırım biraz. İyi. Güzel. Ama sanki genel durumu değiştirecek bir sonuç çıktı mı kongreden, onu bilmiyoruz.
Bir tuhaflık var. Sadece Amedspor’da değil, genel olarak futbol dünyasında bir tuhaflık var. Her yerde habire kongre yapılıyor, habire teknik direktör değişiyor. Eyvallah, futbol kulüpleri bugünkü düzenin bir parçası ve muazzam para miktarının döndüğü, bir o kadarının da aklandığı büyük bir piyasa her yanı kuşatmış halde. Akıl almaz transfer ücretleri dönüyor ortalıkta ve arada birileri “arsada futbol” filan gibi laflar ettiğinde savaşın bittiğini fark etmeyip mağarada yaşayan Japon askeri muamelesi görüyor. Tamam, düzendir, sistemdir, bunu biliyoruz biraz. Bile bile de her hafta sonu ekrana kilitlenip asgari ücretimizin bin katını üç günde kazanan adamları salak gibi izleyip coşuyoruz. Bu bizim kusurumuz olsun. Ama Amedspor’dan söz ederken ne düşünmeliyiz?
Sübjektif niyetlerin de ötesinde objektif bir gerçeklik olarak Amedspor, son süreçte artık bir tür ‘Milli Takım’ haline dönüştü. Bu bir gerçek ve kötü bir şey de değil. Ama o zaman, emekliliğine az kalmış futbolcuları ta bilmem nerelerden bulup getirmenin, parayı bu işlere dökmenin manası nedir? (Transfermarkt’a göre Amedspor’un değeri 10.23 milyon Euro!) Başka türlü bir yol mümkün değil mi? Athletic Bilbao, Real Sociedad gibi takımlar, uzun yıllar boyunca sadece Bask ülkesinin çocuklarıyla bu işi yürütürken, yanlış mı yaptılar?*
Scout diye bir sistem var. Bu işten anlayan antrenörler, spor insanları, Erzurum’dan Nusaybin’e kadar bütün bölgeyi adım adım tarasalar, halı sahalardan amatörlere, okul takımlarına kadar kıyıda köşede yetenekli çocukları bulup çıkarsalar, gerekirse bunlardan bazılarının lise öğrenimlerinin Amed’de devamı sağlanabilse mesela, bir sürü bir sürü U16, U14, U12, vs… takımlarına dahil edilebilseler… Havalı transferler için kesenin ağzını açtığı anlaşılan Amed’in zenginleri o büyük büyük paraları, sadece spor tesisleri değil, yemekhaneleriyle, yurt binalarıyla daha büyük bir kompleks için harcasalar… Böylece Serhat’ın, Botan’ın derinliklerinde gelecekten umudu kesip Meksika yollarına düşen ya da uyuşturucuya meyleden o çocuklar başka bir sürecin parçası yapılabilse… Ve elbette bu çocuklara sadece teknik eğitim değil, spor ahlakının en temel kriterleri de öğretilse ve ortaya gerçekten yense de yenilse de kendi yolundan yürüyen başka türlü bir sportif anlayış çıkarılsa…
Olmaz mı bütün bunlar? Olur.
Ne lazım olması için?
Sabır ve başka türlü bir sportif anlayış.
Toplama kadrolarla lig şampiyonu olacaksın, sonra süper lig, sonra… Bunun aksini düşünmek bile şu anda sanal medyada vatana ihanet sayılıyor. Oysa bu bir düş. Gerçek değil. Gerçekleşse bile doğru değil. Ama yanlış yoldan gerçekleşmesi de mümkün değil.
Bakın Türkiye liginde bunu yapabilecek bir takım olan Beşiktaş, ne hallerde? Üç günde bir kongre, alavare dalavere, üç beş yılda değişen 7-8 teknik direktör… Valerian İsmael’i yeniden yapılandırma diye getirdiler, ‘beden eğitimi hocası bu’ deyip kovdular, aynı amaçla getirip “Endonezyalı gay” diye küfürlere buladıktan sonra kovdukları Giovanni van Bronckhorst şu anda Liverpool’da, en son “bu çok ahlaklı, bize yaramaz” deyip kovdukları Ole Gunnar Solskjaer’ın da eli kulağındadır, yakında yeniden Manchester United’de görürsek şaşırmayız. Sonunda ne oldu? Bin türlü lobi, sanal medya dümeniyle gelen ve at yarışlarından zaman buldukça takımla ilgilenen bir adamın elinde kendi sahasında lig sonuncularına teslim bayrağı çekiyor! Tek başarı şu: Her zaman Kasım’da havlu atan Beşiktaş, artık aynı şeyi Ekim’de yapıyor.
O işler öyle olmuyor yani. Geçtim sportif ve etik doğruları, spora yönelik doğru politik yaklaşımla ilgili tartışmaları, popülist anlamdaki başarı bile öyle gelmiyor. Sen, kurtlar sofrasının kurallarıyla oynayamazsın. Süper ligin başındaki takım 305 milyon Euro ile oturuyor o sofraya.
O zaman ya durup, geriye, seni var eden topluma döneceksin ve birkaç yılı feda etmeyi göze alarak, her kuruşu bu yapılanmaya harcayarak, harcatarak oradan işe başlayacaksın ve sabırla yeni bir şey inşa edeceksin ya da zaten bin türlü ırkçılıkla çürütülmüş bu ortamda durumu idare edip mucizeler bekleyeceksin, arada da taraftarın gönlünü hoş edecek işler yapacaksın.
Mucizeler olur mu? Olur belki. Futbol, mucizeler oyunudur biraz ama keşke Amedspor taraftarı mucize beklemek yerine, şu eski ve çok bilinen soruyu bir kez daha kendisine sorsa ve her şey oradan yeniden başlasa:
Kîne em?
(Bu arada, son anda fark ettim, yazı aslında ‘gündem dışı’ değilmiş meğer.)
(Ve yine bu arada, Mbaye Diagne, sırf benim yazıyı boşa düşürmek için az önce 2 gol atmış! Olsun, Diagne’yi yine sevelim ama yazıda söylenenler geçerli…)
******
* 5 Aralık 1976 günü Real Sociedad ve Athletic Bilbao arasında oynanan Bask derbisi üzerine Arif Mostarlı’nın eski bir yazısı okunabilir bu arada. Her şeyi göze alarak sahaya yasaklı Bask bayrağı ile çıkan iki takımın efsane maçı anlatılıyor o yazıda.
<https://yeniyasamgazetesi9.com/bayraklari-bayrak-yapan-bazen-yesil-sahalardir/>