Önder Apo’nun 12. Kongre’ye sunduğu 21 sayfalık perspektiflerinin siyasi sürece olan yankısı kadar, toplumsal tabana yayılması gereken yönü ile yani köşe yazısına uygunluğu ile ele almaya çalışacağım. Perspektifin hem uzunluğu hem de çok yönlü olması başlıklar halinde değerlendirmeyi gerekli kılıyor. Bu bağlamda;
Komün–klan ilişkisi ve paylaşım ahlakları
Komünal yaşam biçimleri, gönüllülük esasına dayanan paylaşım ahlakını temel alır. Bu yapı zorlayıcı yasal düzenlemelere değil, bireylerin içsel sorumluluklarına dayanır. Bu da toplumun devlete rağmen kendi kendini örgütleyebileceğini gösterir. Komün, devlet içi örgütlenmenin iflasını veya onun ötesine geçen bir zihinsel kopuşu ifade eder. Bu yönüyle komün, sadece bir toplumsal form değil, aynı zamanda bir epistemolojik devrimdir.
Kökeni Kürtçede “toplum” anlamına gelen “kom” kelimesine dayanan “komün” kavramı, halkların tarihsel belleğinde yer etmiş bir paylaşım ve dayanışma pratiğidir. Önder Apo’nun bu kavramı tarihsel bağlamına yerleştirerek yeniden ayağa kaldırması, aynı zamanda kavramın kültürel sahibinin onu hakikate uygun biçimde yeniden yorumlamasıdır. Bu yaklaşım, spekülatif ve eklektik yorumların ötesine geçerek kavramın özgün anlamını gün yüzüne çıkarma çabasıdır. Bu bir tür hakikati iade etme eylemidir.
Tarihsel süreçte klanlardan kabilelere, ardından devletli toplumlara geçiş, antropolojik verilerle sabittir. Devletin oluşumuyla birlikte ortaya çıkan çıkar çatışmaları, komünal yapıların devletle mücadeleye girişmesine neden olmuştur. Sümer uygarlığından günümüze kadar bu mücadele iki ayrı damar olarak sürmüştür: Bir yanda merkeziyetçi devlet yapıları ve onların elit tabakaları, diğer yanda ise toplumsal yapıların öz örgütlenmeleri. Komün–devlet çatışması, tarih boyunca ideolojik ve siyasal biçimler altında devam etmiştir. Bu nedenle devletli sistemin kendisi, başlı başına sorunsallaştırılması gereken bir olgudur.
Komünün günümüzdeki en yakın kurumsal karşılıklarından biri belediyelerdir. Eğer belediyeler toplumsal katılımı esas alarak, devlet dışı bir örgütlenme modeliyle çalışırlarsa, komünal yaşamın yeniden inşasında önemli bir rol oynayabilirler. Köy, mahalle ve kent birimleri etrafında şekillenecek olan bu örgütlenmeler, devletle doğrudan temas noktası olan yerel kurumları bir mücadele alanına dönüştürebilir.
Ulus-devlet formu ise komünal yaşamın doğrudan karşıtı olarak karşımıza çıkar. Tek bir ulusu kutsayan, karar alma süreçlerini tepeden yürüten bu yapı; toplumun örgütlenme hakkını sürekli tehdit altında tutar. Medya ve siyaset mekanizmaları bu kutsallıklar etrafında şekillenir. Devletin varlığı sürekli beka söylemleriyle meşrulaştırılırken, halkın kendi kaderini tayin hakkı baskılanır. Bu nedenle ulus-devlet çözülmeden gerçek anlamda demokratik toplumun gelişmesi mümkün değildir. Toplumsal örgütlenmeler hem sokakta hem de Meclis’te güvende olamaz.