Ülke bir kez daha zor bir dönemden geçiyor. “Ne zaman kolay bir dönem oldu ki?” diye soranlar olacaktır. Fakat bu defa artık iktidarın, iktidarını korumak için elinde savaş dışında bir seçenek kalmadığı görülüyor ve devletin en yetkili ağızları bunu açıkça söylüyor.
Daha birkaç yıl önce bu toplumun barış seçeneğini nasıl sahiplendiği düşünüldüğünde, şimdi gelinen noktada içinden geçtiğimiz dönemi böyle tarif etmek yanlış olmasa gerek.
Ekonomik krizle başedemeyen, krizi yönetmek yerine yoksulların üzerine yıkan, yerel seçimlerde de sandıkta büyük kayıplara uğrayan, büyükşehirleri kaybeden ve düşüş trendine geçen hükümetin elinde halkı savaşla yönetmek, seçmenlerini milliyetçi hezeyanlarla konsolide etmek dışında bir yol kalmadı.
Bugün Türkiye’de dışpolitika ve güvenlik ya da AKP-MHP iktidar bloğunun ifadesiyle ‘beka’ olarak toplumun önüne koyulan şey aslında iç politikadır.
Sınırötesi operasyonlar, kontrolden çıkmış bir savaş aslında sadece ülke içini yönetmek için sürdürülmektedir. Ve bunun ülkenin geleceğine etkisini düşünmeyen iktidar, sadece kendi geleceği ile ilgilidir. Bu yüzden de Ortadoğu genelinde ve özelde Suriye’de somut koşulların somut tahlilini yapma kabiliyeti kalmamıştır. Oysa siyaset somut koşulların somut tahlilini yapmaktır.Peki, bu kabiliyet ana muhalefette kalmış mıdır?
CHP ve onunla ittifak yapan partilerde de durum aynı. Siyaseti günübirlik olarak yapıyorlar. Bu da doğal olarak onların muhalefet pratiklerini hükümetin kendi çıkarı için sürdürdüğü günlük, değişken politikalara mahkum ediyor.
Muhalefet, Meclis’e savaş tezkeresi geldiğinde düşünmeden evet oyu veriyor, savaş başlayınca ise eleştirmeye başlıyor bu defa, ama genç ölümler arttığında tam da toplumdaki barış talebine ses olması gerekirken, hükümetle ortak kınama bildirilerine imza atıyor.
Buna sebep olan ilkesizliktir. Düzen partileri somut koşulların somut tahlilini ilkesizlikle karıştırmaktadır çünkü.
Oysa bir siyasi parti tahlillerini temel ilkelerinin rehberliğinde yapmalıdır. Ancak o zaman bu tahliller doğrultusunda bir siyaset inşa edebilir ve toplum için bir seçenek olabilir.
Suriye’deki son kayıpların ardından Meclis’te 4 partinin imzaladığı ortak bildiriyi, HDP’nin imzalamaması tam da bu nedenledir.
HDP, bu savaşa yol veren tezkereye de hayır oyu vermişti ve bugün toplumun büyük çoğunluğu bunun ne kadar doğru olduğunu görmüş olmalı ya da görecektir.
Sınır ötesi operasyonlar başladığında da bu yüzden HDP durduğu ilkeli yerden eleştirilerini ve muhalefetini açıkça dillendirdi. Barış çağrısından hiç vazgeçmedi.
Sadece hükümetin yararına olacak göstermelik bir bildiriye imza atarak bu samimiyetsizliğe, kamuoyunu manipüle etmeye yönelik bu çabaya katılmaya ihtiyacı yok HDP’nin. HDP, daha başından savaşa karşı çıkarak insan hayatına ne denli önem verdiğini göstermiştir.
Çünkü HDP, somut koşulların somut tahlilinin, günü birlik, değişken, hiçbir soruna çözüm olmayan bir oyalama taktiği değil, belli ilkeler doğrultusunda yapılması ve üzerine uzun vadeli bir siyaset kurmak gereken bir iş olduğunu bilir.
HDP’nin Türkiye ve dünya siyasetini tahlil ederken ki ilkeleri de nettir: İnsanların ve toplumların özgürlüğü ve refahı. Ve bunu sağlayacak olan da barıştır.