İktidar her yönüyle çıkmaz sokak içine girmiş durumda. Geri vitese takıp da çıkmaya niyeti yok gibi de gözüküyor. Adaletin ve hukukun gün geçtikçe hayatımızdan çıktığı bir yaşam içindeyiz. Hakkımızı nasıl arayacağız bilmiyoruz ve çaresizlik korkunç boyutlara ulaştı. İçişleri ve adalet bakanının kameralar karşısındaki açıklamaları güvensizlik duygusunu daha da körüklüyor. Saraçhane ile başlayan gençliğin başını çektiği protestolar ülke genelinde liselerin de katılımıyla derinleşti. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeni uygulamasına karşı liseliler ayaklandı. Binlerce öğretmen norm fazlası gösterilerek proje okullarından diğer okullara atanacak. Norm fazlası öğretmenlerin muhalif olduğu, boykot ve iş bırakma eylemlerine katıldığı için böyle bir karar çıktığı belirtiliyor. Yerlerine iktidar yanlısı öğretmenlerin atanacağına karşı çıkmak için liseliler “öğretmenime dokunma’’ protestosu yapıyorlar. Proje okulları için 500 bin başvuru yapıldığı ortadayken yeni atamaların kimler olacağı hakkında müneccim olmaya da gerek yok. Eğitim sistemi darbe üzerine darbe aldıkça eğitim kalitesi de düşüyor. İktidara yakın birinin Prof. Dr. Bülent Arı’nın sözlerini hatırlatmakta yarar var: “Bize cahil lazım, bize okumamış insan lazım. Eğitim seviyesi yükseldikçe, insanlar bizim için tehlike arz ediyor. Çünkü kandıramıyoruz.”
Kandırılan insanlar var ama bu ülkede. Bu ülkede bakanlık yapmış olan Taner Yıldız da ‘’eğitim seviyesi yükseldikçe AK Parti’nin oyları düşüyor’’ demişti. Eğitim yok, adalet ve hukuk yok, ekonominin durumu belli, sağlık sektörü ayrı bir dert, en önemlisi güven yok. Mafyatik oluşumlar, bahisçiler, tarikatlar, TikTokçular ve ırkçılık ülkeyi sarmış durumda. Muhalefet partileri başarılı olmak ve genç nesil için bir şey katmak istiyorlarsa demokrasi, insan hakları, özgürlük ve barış konusunda önemli adımlar atmalıdırlar. Türkiye’nin en büyük kaybı gerçeklerden uzak nesiller yetişmesidir.
İçeride bu sorunları çözemeyen iktidar sınır ötesinde de istediğini alamadı. Suriye’deki konumu da farklı olarak değişiyor. Koalisyon hükümetleri Şam rejiminden memnun değiller. ABD ve Almanya Şam hükümetini resmi olarak kabul etmiyorlar hatta eski Suriye bayrağını tanıdıklarını belirttiler. İlk başlardaki sıcak temasların derecesi bayağı düştü. Beklenen demokratikleşme süreci hem Dürzilere ve hem de Alevilere karşı olan IŞİDvari davranışlar, ayrıca SDG ile olan antlaşmalara uyulmaması yeni bir Usama bin Ladin vakası olarak karşımıza çıkabilir. Türkiye ile Şam rejimi arasında görüşmeler devam ediyor. Türkiye hükümetinin başını en çok SMO ağrıtacak gibi gözüküyor. SMO içindeki Sultan Murat çetesinin komutanının geçici Suriye hükümetinin genelkurmay başkanlığı yardımcılığına getirilmesi rahatsızlık yarattı. Adı Fehim İsa olan bu kişinin savaş suçlusu bir kişi olduğunu da unutmamak gerekir. Afrin’e Şam yanlısı bir Kürt’ün kaymakam olarak atanması da göz boyamadan başka bir şey değildir ve bu sorunu çözmeyecektir. Kürt olan Turgut Özal çözüme yaklaşmıştı, şaibeli bir ölümle anılıyor. Hükümet içinde Kürt olup da Kürt karşıtı siyaset yapanlar için söylenecek bir şey yok. Suriye’de her an her şey değişebilir. Bugün yazdıklarımız yarın için ters düşebilir.
Rojava’da durum belirsizlikle ilerlerken Başur’daki savaş saldırıları devam ediyor. İmralı görüşmelerinden sonra masaya yaklaşma ümidi yeşerirken bu ümidi yok sayan bir anlayış sanki devreye girdi. PKK lideri açıkça ben bu sorunu silahla değil siyasi olarak çözeceğim diyor. Bunu hayata geçirmesi için tecridin kaldırılmasını talep ediyor. AKP-MHP Cumhur İttifakı da silahları teslim etsinler, kendilerini feshetsinler diye dayatıyor. Gerillalar ilk çekilme sürecinde ülkeyi terk ederken yüzlerce kayıp verdi. Onun için dayatmalardan vazgeçilmesi kaçınılmazdır. Bir atasözü vardır “sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer” diye. Onun için hem Rojava’da ve hem de Başur’da toplantılar olur, görüşmeler devam eder ama bazı konularda güven ortamı da şarttır. Güvenliğini kaybeden, güvenini de kaybeder.