Yaşanan süreci geçmiş çözüm sürecinin deneyimlerini de göz önüne alarak ne yapmak gerekliliğini Barış Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Tahmaz ile konuştuk:
Ben işimizin zor olduğunu, çok zaman alacağını düşünüyorum. Ama çeşitli korkularımızın, yaşanmış olumsuz tecrübelerimizin esiri olmadan bu sürecin gelişimine katkı sunmalıyız. Biliyoruz ki çatışarak, kavga ederek, sorun çözülmeyecek
Pazar Söyleşisi / Nezahat Doğan
Dünyadaki şiddeti, ırkçılığı, milliyetçiliği ve savaşı gösteren resmi değiştirmek için çözüm, her alanda ortak barış dilini yükseltmekten geçiyor. Bugün adının tam olarak konmadığı bir süreç işletiliyorken, bu sürecin manipüle edilmeden gelişmesi için çaba sarf etmek çok önem taşıyor. Bu aşamada sivil topluma da büyük görev düşüyor. Yaşanan süreci geçmiş çözüm sürecinin deneyimlerini de göz önüne alarak ne yapmak gerekliliğini Barış Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Tahmaz ile konuştuk.
- İktidarın Bahçeli’nin çıkışıyla başlattığı yeni süreç ile başlayalım. Bu süreç nasıl ve neden başladı?
Yaz aylarında, bölgedeki gelişmelerin Suriye’deki olası yansımaları hesaba katılarak Doğu ve Kuzey Suriye Özerk Bölgesi meselesi öncelikli olmak üzere Kürt politikalarında kanal değiştirmek amacıyla Abdullah Öcalan’la görüşmelere hız verildiği anlaşılıyor. Ancak görüşmeler tam kıvamına gelmeden HTŞ Şam’ı ele geçirdi. Bu nedenle Ankara hazırlıksız yakalandı. Bu nedenle Türkiye’ye özgü Türk usulü bir süreç yaşanıyor.
- Türk usulü çözüm süreci derken tam olarak neyi kastediyorsunuz?
Dünya deneyimlerinde silahların susması süreciyle demokratikleşme ve temel hakların tanımlanması sürecinin birlikte ve iç içe yürütüldüğü görülür. Türkiye ise sorunun bu iki boyutunu birbirinden ayrıştırdı. Sorunun sonucu olan silahlı çatışmaya, savaşa son vermeyi sürecinin önkoşulu olarak ele alıyor. Haklar konusunu bu önkoşula bağlı kıldığı bir müzakere süreci öngörüyor. Kayyım atamalarını sürdürülmesi de bunun sonuçları. Bir anlamda güvenlik politikaları Türk usulü çözüm sürecinin ana omurgasını oluşturuyor. Oysa bir sorunu konuşarak çözmeyi tercih edenlerin hukuksuz, siyasal irade gaspı davranışları, istenen sonuca ulaşmayı zorlaştıran bir uygulamadır ve halkın barış inancını yitirmesine, sürecin heba olmasına yol açar. Bizim çok fazla güven artırıcı adımlara ve politikalara ihtiyacımız var. Aksi durumlar haklı olarak insanların aklına “Ankara’da birileri gerçekten silahların susmasını istemiyor mu?” sorusunu getiriyor. Bu türden soruların çoğalması insanlarımıza, ülkeye yazık edilmesi sonucu doğurur. Bu riskin maliyetini hiç kimse üstlenemez.
- Siz Abdullah Öcalan’ın mesajlarından nasıl bir okuma yaptınız?
Metinleri okuduğumuzda Öcalan’ın da bazı kelimeleri, bazı tanımları kullanmaktan imtina ettiği hissediliyor. Bu doğaldır ve önemlidir. Bir masada barış yapmak istiyorsanız, karşınızdakinin hassasiyetlerini, masada oturmasını kalkmasını ve masadaki görüşmenin ilerlemesini dikkate almak zorundasınız. Bu, çatışma çözümünün, barışın ruhunun gereğidir. Mesela dikkat ettiyseniz son metinde Kürt – Türk kardeşliğinden bahsediliyor ama Kürt sorunu diye bir tanımlama yapmıyor “bu sorun” diyor.
- Sorun dediği ne?
Kürt sorunu… Bunu çok iyi anlıyoruz. Bir önceki metinde de Kürt sorununu çözeriz demiyor hukuk ve siyaset zemini diyor. Bu da Öcalan’ın masada karşısında oturanlara bir hassasiyet gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu kıymetli bir şey. Tek taraflı olmasın diye söyleyeyim; Devlet Bahçeli’nin “silahlar sussun, terör dursun” dedikten sonra kullandığı tanımlara ve yaklaşımlarına baktığımızda, onda da sürece kıymet veren bir tutum olduğunu hissediyoruz.
- Bu süreç mi? Durum mu? Diyalog mu? Siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Ortada bir müzakere var. Bizim bildiğimiz gibi yani hukuka, kurallara uygun gibi gitmeyen, hatta belki buna uygun dil dahi oluşmamış bir şey var. Ama kabul edelim ki Kasım ayından sonra hükûmet çevresinin, hükûmet yetkililerinin Kürt siyasetine yönelik, Kandil’e yönelik ya da Abdullah Öcalan’a yönelik dilinde de değişiklik var. Devlet Bahçeli “DEM kapatılsın, maaşlarına el konulsun, şehit ailelerine verilsin,” dediği bir yerden buraya geldiyse, bu içine girilmeye çalışılan sürecin en önemli işareti diye düşünüyorum.
- Geçmiş çözüm süreci dönemi ile bugünün konjonktürel farkı ve süreçte acele edilmesindeki neden nedir?
Dünya yeni bir sürece giriyor biz de değişmek zorundayız. Türkiye değişecek, her şey değişecek sözünün arkasında MHP tarafından temmuz ayında başlayan bir süreç olduğu söyleniyor. Türkiye kendi içerisinde bu işi çözmeye, Kandil’le konuşmaya, müzakere etmeye başladı ama Suriye’de her şey çok hızlı gelişti. Yani kimsenin beklemediği bir hızlılık oldu. Şimdi topluma silah bırakmaya indirgenmiş bir bakışla sunuluyor. Bu kendi seçmeninin, kurumlarının hassasiyetlerini dikkate alma gerekçesiyle tercih edilmiş olabilir. Ama bu işin başka kesimleri için de “ya silah bırakırsınız ya gömeriz” gibi söylemler var.
- Tehditkâr bir tavır mı var? Neden Devlet Bahçeli konuşurken Erdoğan’dan bu sürece ilişkin bir şey duyulmuyor?
Tehditkâr tavır sadece Erdoğan’dan değil, Hakan Fidan’dan da var. Bunun kendi mahallesinin yarasını kanatmamak için yapıldığı söylenebilir ama bunu aşırı dozda ve arkasını önünü düşünmeden yaptığınızda başkalarının yarasını kanatırsınız. Savaşın da çatışmanın da barışmanın da asgari kuralları vardır. Siz silahları bıraktırmak için karşınıza aldığınız insanları her gün aşağılamaya, değersizleştirmeye çalışırsanız istediğiniz sonucu alamazsınız.
PKK Silahları bırakabilir ama mesele burada bitmeyecek ki. PKK silahları bıraktıktan sonra Kürt sorununun, 40-50 yıllık çatışmanın yarattığı sorunlar, açtığı yaralar, yarattığı önyargılar, kutuplaşmalar var. Bunları değiştirecek bir bakışa, hassasiyete, sağduyuya ve dile ihtiyaç var. Bugün belki benim açımdan, bizim açımızdan en rahatsız edici, en riskli alan bu.
- Alanı ve en azından süreci tıkayan riskler, yaklaşımlar ve fırsatları neler?
Çok samimi bir biçimde şunu gözlemliyorum. 2013-2015 sürecinden çok daha farklı olarak Kürt siyaseti, siyasal aktörleri, Kürt sivil toplumu sürece zarar vermemek için çok hassas davranıyorlar.
- Tam olarak sürecin yanında ve karşısında kim var?
DEM Partisi, sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri yani Kürt demokratik siyaseti dikkatli davranıyor, özen gösteriyor. Çünkü bu sürecin 2013 -2015’ten farklı olarak kendine has dinamikleri yeni var. Devlet bürokraside, güvenlikte, askeriyede kendi kurumlarını daha fazla kontrol edebilir. Herkes cumhur ittifakının, parlamentonun iradesine riayet edebilir. Ama gerçek şu ki, Kürt sorunu silahların bırakılmasına indirgense bile Ankara’nın tek başına çözebileceği bir iş değil. Hem uluslararası hem bölgesel alanda bunun çözülmesini istemeyen, parmak atacak, kışkırtacak oyun bozucu çok fazla aktörler var. Bugün kimi köşe yazarları, televizyon yorumcuları bile bir tür oyun bozucu rolüne soyunmuş vaziyetteler. Her iki taraftan karşılıklı olarak kışkırtıcı, tahrik edici değerlendirmeler yapılıyor. Abdullah Öcalan da günlük siyasette dikkat çekmişti. Bu iş kime yarayacak sorusunu soranlar da bir panik halinde. Bunun AK Parti’ye yarayacağını düşünenler, muhalefete yarayacağını düşünenler de bir oyun bozucu role soyundu.
- 2013-2015 döneminde nasıl tedbirler nasıl alınmıştı?
O dönemde bu bozucu role soyunanlar belli, alınabilecek tedbirler belliydi. Ama şimdi bir iki küçük parti; İYİ Parti ve Türk milliyetçisi parti dışında kimse “biz bu işe karşıyız, bu yanlıştır” diyemedikleri için başka bir yol deniyorlar. Sivil toplum örgütlerini bir meselesi de bu tür oyun bozanların oyununu açığa çıkarmak olmalı. Burada tabii bizim sabırlı olmamız gerekiyor ve kulağımızı bazı şeyleri kapatmalıyız. Eğer bu sürecin ilerlemesinde gerçekten Türkiye’nin demokratikleşmesine, sorunlarının çözümüne kapı aralanacak bir iğne deliği kadar bir fırsat görüyorsak böyle yapmak zorundayız. Çünkü başkası diğer türlüsünün ne olduğunu sekiz yıldır biliyor. Türkiye demokratik muhalefeti, barış isteyenleri, Kürt sorununun varlığını, Kürt sorununun çözülmesi gerektiğini, şiddetin, çatışmanın bitmesi gerektiğini söyleyen insanlar ve kurumlar nefes alamıyordu.
- CHP sürecin neresinde duruyor?
Aslında CHP için bu yeni süreç önemli bir fırsat. Bizim söylediğimiz ve geçmişten çıkarılan en önemli derslerden biri parlamentonun sürecin asli unsuru olması gerektiğiydi. Bu vurgu Öcalan’ın metninde de var. Ancak bu aşamada olması gereken ilk adımlar yürütülen müzakere sürecedir. Bütün dünyada bunlar oluyor. Ama bu ezberleri bozan şey olduğu için bu fark edilmiyor ve hemen şeffaf görüşme olsun deniliyor.
- Evet bu çok konuşuluyor. Şu anda şeffaf olabilecek ne var? İmralı’da ne konuşulduğu mu?
Bu tamamen tecrübelere kulakları kapatmak, gözleri kapatmaktır. Bütün dünyada, bütün çatışma çözümlerinde diyalog önce silahlı mücadeleyi yürütenlerle, silahı elinde tutanlar ile yapılabilir. Bunun karar vericileri onlardır ve bu böyle kamuoyu önünde ve kameralar, basın önünde, parlamentoda olabilecek bir iş değildir. Parlamento o müzakerenin sonuçlarını değerlendirip kararını verebilir.
Basına yansıdığı kadarıyla ana muhalefet partisinin belli oranda süreçlere MİT tarafından bilgilendirdiğini biliyoruz. Bu bir önceki süreçte yoktu ve ileri bir adım. CHP mecliste DEM’in ziyaretlerinde öneri ve eleştirilerini paylaştığını söyledi. Ancak Cumhur ittifakının ajandasına bağlı kalmadan kendi projesini, çözüm önerilerini kamuoyuna açıklaması gerekir. Bunlardan bir kısmını biliyoruz. 22 soru, 22 cevap diye Kürt meselesi raporu var. Önerileri o mu, başka bir şey mi? Hükümet “Abdullah Öcalan’ı konuşturacağız ve silahların bırakılması için çağrı yaptıracağız” diyor. Siz “bu böyle olmaz, çağrı ile olmaz, şöyle olur,” diyebilirsiniz. CHP iktidara hazırlanıyorsa bir programının olması gerekir. Ancak kendi iç dinamikleri nedeniyle iktidara yürüyen bir partiden beklenen cesaretle bir politika geliştirebilmiş değil.
- CHP’nin bu söylediğiniz çıkışı yapamaması iktidar ajandasının gerisine mi düşürüyor muhalefeti?
Bir parti iktidarın politikalarını eleştirmekle yetinebilir. Ama iktidara yürüyorsan iktidarın izlediği her politikasına alternatif politikalar üretmiş olman lazım. Peki ortada bir Kürt sorunu var ve Kürt sorunu var diye söylüyor CHP. Bunun için çözüm önerisi ne? CHP burada edilgen kalıyor. Edilgen kalınca da isteyerek olmasa da başka bir yola girme, çözüm yoluna girme, mevcut politikaları, güvenlikçi politikaların değişme yoluna girme ihtimalini zayıflatıyorsunuz. Demokratik muhalefet yapmak sadece iktidara, iktidarın yanlış politikalarına, savaş politikalarına, güvenlikçi politikalara itiraz ederek olamaz.
- Barışın daha geniş bir kesime anlatılması ve de Kürt sorununun çözümü noktasında Barış Vakfı ve STK’lar olarak nasıl bir süreç önümüzde duruyor ne yapılması lazım?
Seçmenler doğrudan partilerinin tutumuna göre tutum belirliyor. Savaşı bırakalım, çözelim, müzakere edelim, diyalog kuralım dediğimizde diyalog kuruyor. Savaş dediğinde savaş diyor. Bu iyi bir şey değil. Yani seçmenin kendi iradesini bu kadar parti liderinin iradesine eşitlemiş olması dünyada pek görülür bir şey değil. Ama sorunu sivil toplum açısından bir fırsata dönüştürebiliriz.
- Nasıl bir fırsata dönüştürmeli?
Bugün MHP lideri Devlet Bahçeli bu işte en önde duran aktörlerden birisi. 2013’te çözüm sürecindeki rolünün tam tersi bir pozisyonda duruyor, “bu sorunu çözmeliyiz” diyor ve demokratik siyasete kıymet veriyor. En azından 40 – 45 yılını siyasette geçirmiş büyük bedeller ödemiş Ahmet Türk, Sırrı Süreyya Önder Pervin Buldan “bize çok hürmetkar davrandı, çok içten davrandı,” diyor. DEM’in kapatılmasını, vekillerinin maaşına el konulmasını isteyen bir insan buraya gelmişse bu bir fırsattır. Bizim kendi sözümüzü, kendimize, fikrimize, haklılığımıza güvenerek söyleme fırsatı vermiştir.
- Bu süreci doğru yönetmek, ilerletmek ve topluma doğru anlatmanın yöntemi ne olmalı? Geçmiş dönemden hangi dersleri almalı? Dil nasıl kurulmalı?
Kendi haklılığımızı bile anlatsak, bu, barış ikliminin, Kürt sorununun çözüm fikrinin, şiddetin, çatışmanın, silahların durması fikrinin toplumda daha yaygınlaşmasına ve kabul görmesine yol açar. Bunun tecrübesini akil insanlar döneminde yaşadık. O zaman da ilk başlarda destek yüzde otuzlardaydı. Sonra destek yüzde seksenlere kadar ulaştı. Ama barış isteyenlerin yaptığı aynı hataya şimdi düşmeyelim.
- Neydi 2013-2015 çözüm süreci toplumsal ayağındaki hata?
Hata liderler anlaşacak sonra toplumsal barış gelecek anlayışıydı. Kandil-Ankara-İmralı arasındaki müzakerelerde ne oluyor sorusuna kitlenmiş bir barış isteyenler topluluğu vardı. Hâlbuki sivil topluma düşen görevlerden biri onun toplumsal zeminini oluşturmaktı. Herkes müzakere etmez, diplomasi yapmaz. Aynı zamanda barış hakkını, yaşam hakkını, çatışmanın sona ermesi gibi dayanışma faaliyetlerini örgütlemek gerekir. Biz bunu yapmadık. Şimdi tecrübe edindik, dünya da nasıl olduğunu gördük. Partilerin sivil toplum örgütlerine alan açmasını beklemeden, açılmış toplumsal alanda barışın, çözümün, çatışmanın bitmesine yönelik bakışı geliştirmek için, hak, hukuk, eşitlik temelinde hareket etmeliyiz.
- Yaygınlaşabilir ya da nasıl yol yöntem belirlenebilir? Siz Barış Vakfı olarak ne yapacaksınız?
Bizim kitlesel vakıf olarak kitlesel bir gücümüz yok. Zaten hedefimiz de o değil. Biz vakıf olarak karar alıcıları, toplumu etkileyenleri etkilemeye yönelik çalışmalar yapıyoruz. Kısa süre önce bir çalıştay yaptık. Çalışmalar önümüzdeki bir dizi çalıştay ile de sınırlı değil. Mesela ben hafta sonu İstanbul’da MHP, AK Parti, CHP ve Kürt çevresinden daha çok muhafazakâr ve milliyetçi arkadaşlarımın olduğu geniş çaplı bir toplantıya katılacağım. Böyle zeminler yaratmaya çalışıyoruz. Özellikle sosyal demokratlara yönelik bir toplantı da yapıyoruz. İlk burada söylemiş olayım; Suriye’deki gidişata yönelik bir çalışmamız var. Türkiye Suriye’de her şeyin HTŞ liderinin etrafında toplandığı merkeziyetçi bir yönetim modeli inşa etmeye çalışıyor. Her şeyin HTŞ liderinin etrafında toplandığı HTŞ’liler herkesi birleştirmeye çalışıyor. Türkiye’de de çoğunlukçu, tekçi bir sistem var. Yani çoğunluk kimde ise her şeyi o belirler. Her şey Ankara’dan belirlenir. Bunun tam tersi bir yaklaşımın da görülmesi gerekir. Parçalanmış, kutuplaştırılmış, çok kimlikli Suriye’de çoğunlukçu bir yönetim olmaz.
- Sivil toplum bu aşamada yeterince sürece katılma iradesi gösteriyor mu?
Türkiye’de sivil toplumun daha çok harekete geçmesi için çaba sarf ediyoruz. Sivil toplum biraz da tereddütler nedeniyle Abdullah Öcalan ile görüşmeden sonraki sürece ilişkin olarak, kendini çözüm sürecinin unsuru, dinamiği olarak tanımaktan imtina ediyor. Bunun ortadan kalkması, sivil toplumun harekete geçmesi gerekir. Aksi takdirde süreç başladığında ve bir karar verildiğinde sivil toplumun yapacağı bir şey olmaz. Burada iğne ucu kadar deliği olan bir barış arayışı var. Bu deliği büyütmek Türkiye’nin sorunlarının çözüm zeminini geliştirir. Altını çizeyim; bu kısa sürede olmayacak. Barış süreci çok uzun erimli, çok aktörlü, çok taraflı bir hal aldı artık. İktidar da bence bu bütünlükte bir şeyi çözebilme kabiliyetinden uzak. Bu olmaz demiyorum, böyle bir şey teorik olarak söylenemez. Ama şu anda ajandası demokratikleşerek Kürt sorununu çözmek gibi ajanda değil. Başka bir yerden başlıyor. Ama burada Kürt meselesinde mevcut durumun değişmesine, iyileştirmelere tümüyle kapı kapanmış da değil. Bu açılmak zorunda kalacak. Eğer bir yola girilirse, bu müzakerenin, diyaloğun hukuk kuralları, kurumları oluşursa işin varacağı yer orası olacak. Bunu da denemek zorundayız.
- Hızlı işletilen bir süreç var. İmralı’da ikinci görüşmede gerçekleştirilecek. Siz bu gidişattan, bu süreçten umutlu musunuz? Ne öngörüyorsunuz?
Ben işimizin zor olduğunu, çok zaman alacağını düşünüyorum. Ama çeşitli korkularımızın, yaşanmış olumsuz tecrübelerimizin esiri olmadan bu sürecin gelişimine katkı sunmalıyız. Eğer barış isteyen herkes samimi ise ve cesaretli davranırlarsa bu sürecin sonunda bu topraklara barışı getireceğimizi düşünüyorum. Ama bunu takvime bağlayan bir yerden konuşmuyorum. Çünkü biliyoruz ki çatışarak, kavga ederek, sorun çözülmeyecek. Sorunu konuşarak çözeceğiz. Konuşmanın adabına uygun davranacağız. Kimseyi tehdit etmeden, hakir görmeden, ötekileştirmeden bir masada oturmanın adabına uygun davranacağız. Yani tehdit diliyle, masada silahı göstererek ya da operasyon yaparız diyerek ilerleme olmaz. Hakan Fidan Dışişleri Bakanı… Bakan olarak mı konuşuyor, Genelkurmay Başkanı, İçişleri Bakanı olarak mı konuşuyor, ben pek çözemedim. Öyle bir dil kullanıyor ki bu süreçte olabilecek bir şey değil bu. Eğer sivil toplumdan, kamuoyundan bir destek, sürece katkı bekleniyorsa bu dille olmaz. Bizim ihtiyacımız yok diyorlarsa da o zaman müzakere etmeye, Abdullah Öcalan’ın kapısını çalmaya ya da DEM’i partilerle görüştürmeye gerek yok. Son tahlilde çeşitli eleştirilerimiz, çeşitli önerilerimiz olabilir ama içine girilen bu süreç, yedi maddelik açıklamanın son cümlesinde vurgulandığı gibi Türkiye’nin hedeflerine, demokratikleşmesine, Kürt -Türk kardeşliğine rehber olabilir. Eğer kendi fikirlerimizden, kendi hedeflerimizden eminsek bu iddiaya şans ve ihtimal vermek bize ne kaybettirir?
- Abdullah Öcalan son maddede aynı zamanda yeni bir devir diyor.
Bunun altını sadece Abdullah Öcalan çizmiyor, başka kelimelerle, başka şekilde Devlet Bahçeli de aynı şeyi söyledi. Buna şans vermemek belki de Türkiye’nin kolay kolay altından kalkamayacağı bir riske fırsat tanımak anlamına gelir. Bu da Türkiye toplumuna, Türkiye insanına çok daha ağır bir fatura ödetme riski almak anlamına gelir ki ne Barış Vakfı olarak, ne de demokrasiden yana bir insan olarak buna gönlümüz ve zihnimiz razı olmaz.
- Hakan Tahmaz’ın derdi nedir?
Benim derdim yavaş da olsa barış için heyecan duyan bir toplum olmamız. Türkiye’de ve dünyada yaşananlardan dolayı toplumda büyük bir karamsarlık var. Tüm dünyada otoriterleşme almış başını gidiyor. Bölgede çatışmalar, savaşlar, belirsizlikler yaşanıyor. Bütün güç dengeleri ve eski statüko değişti. Doğal olarak Türkiye’nin kendi içinde yaşadıklarını, kendi siyasi, ekonomik krizini de düşündüğümüzde önümüzde çok zorlu bir süreç duruyor. Türkiye 2013’te demokratikleşerek Avrupa Birliği’ne girecek duygusuyla harekete geçti. Ama son on yıldır içine kapanmış, herkesi, yedi düveli düşman ilan eden, kendi içinde itiraz eden herkesi terörist, vatan haini ilan eden bir ülkede yaşıyoruz. Onun için bunları anlamak gerekiyor. Anlaşılması için de sabırlı olmak gerekiyor. Bizim ekmeğimiz, umudumuz. Barış isteyenler için de muhalif olanlar için de ekmeğimiz umut. Umudumuzu kaybettiğimizde heyecanımızı kaybederiz. Yaşanabilir bir ülke yaratmak için bu heyecana sahip olmamız gerekiyor.