Türkiye’de barış yeniden konuşuluyor. Ama bu defa bildik senaryonun ezberleri bozulmuş durumda. Devletin çözüm sürecini ancak krizlerin zorlamasıyla gündemine aldığı, yürütmenin edilgenleştiği, iktidar ortağının belirleyici hale geldiği yeni bir dönemdeyiz.
Devlet Bahçeli’nin önerisiyle gündeme gelen, 100 milletvekilinden oluşacak “Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu” fikri, bu soruya verilen devlet merkezli bir yanıt gibi görünüyor. Farklı partilerden vekillerin katılımıyla Meclis zemininde şekillenecek bu yapı, çözüm sürecini resmî bir platforma taşıma potansiyeli barındırıyor. Ancak bu öneri, toplumun özneleştiği bir barış tahayyülünden hâlâ uzak.
Komisyon önerisi, eğer sadece devletin aklını meşrulaştıracak bir vitrinden ibaret olacaksa, sonuç vermeyecektir. Barışa dair siyasal iradenin gerçekten Meclis’e taşınabilmesi, bu platformun halkların taleplerini dinleyen, muhalefeti dışlamayan, demokratik siyasal çözümü önceleyen bir işleyişle mümkün olabilir.
Bugün Erdoğan yönetimi, sürece dair sessiz bir izleyici gibi davranıyor. 2013-2015 yıllarındaki aktif rolünden farklı olarak, MHP’ye bağımlı bir siyaset içinde, edilgen ve risk almaktan uzak. Buna karşılık MHP’nin çözüm fikrine yakınlaşması, alışılmış rollerin değiştiğini gösteriyor. Fakat bu değişimin ne ölçüde samimi, ne kadar stratejik olduğu sorusu hâlâ ortada duruyor.
İşte tam bu noktada, barışa toplumsal bir dayanak oluşturmak her zamankinden daha hayati. Bu süreç Meclis’le sınırlı kalamaz. Barışın gerçek taşıyıcıları, bu toplumun sessiz çoğunluğudur: Savaştan zarar gören köyler, barış isteyen anneler, eşitlik talep eden kadınlar, demokratik özerklik arayan gençler.
Barış yalnızca PKK ile devlet arasında yürütülen teknik bir mutabakat değildir. Barış, aynı zamanda kent, sınıf ve devlet üçlemesi etrafında şekillenmiş modern tahakküm ilişkilerine karşı halkların ortak söz kurduğu demokratik bir kurucu süreçtir. Eğer bu komisyon, bu halk gerçekliğini gözetirse; Meclis, sadece çözüm değil, yeniden kuruluşun da platformu olabilir.
DEM Parti’nin bu sürece olumlu yaklaşımı, Kürt siyasal hareketinin barışta ısrarının göstergesidir. Ancak çözümün taşıyıcılığının Meclis’te alınan kararlarla sınırlı kalmaması gerekir. Tam tersine, Meclis dışındaki toplumsal mücadelelerle bağ kuracak, halk iradesini siyasal iradeye dönüştürecek bir seferberlik ruhu inşa edilmelidir.
Barış, bir “ihsan” değildir. Barış, halkların tarihsel hakkıdır. Ve bu hakkın teminatı, devletin niyeti değil, halkın iradesidir.