Geçtiğimiz yılın son aylarında vizyona giren Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, etkileyici bir halay sahnesiyle açılıyor. Sabit bir planda, yavaş yavaş ekranı dolduran bir grup insanın ritmik adımları, arka planda çalan müzikle birleşiyor; halayla birlikte yükselen zılgıt sesleri mekânın ruhunu hemen ele veriyor. Daha ilk sahnede neredeyiz, kimlerleyiz sorularının cevabı net: Kürdistan’dayız, Siverek’te. Kamera kıpırdamadan izlerken, kadraja taşan coşku, sabitliğin değil hareketin içinden geliyor. Kamera hiçbir yere kıpırdamasa da sahnenin enerjisi ve topluluğun coşkusu seyirciye doğrudan geçiyor: böylece filmin daha bu ilk sahnesinde Kürtlere dair güçlü gözlemlerle dolu bir film izleyeceğimizi anlıyoruz. Tam da bu yüzden bu halay sahnesini oldukça dikkate değer buluyorum, sebebini biraz daha açmaya çalışacağım.
Görkemli sadelik
Mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan Eyüp, on beş gündür yevmiyesini alamamış olmanın verdiği öfkeyle tarlada çalışmaktadır. Kızgın güneşin altında naylonlar üstünde serili domateslerden bir kısmı kurumaya yüz tutmuş, bir kısmı daha yeni ikiye bölünüp yere serilmektedir. Domateslere odaklanan yakın ve uzak plan kesmeler, filmin minimal anlatımının ardındaki görkemli sadeliği görselleştiren önemli örneklerden biri.
Bir güne yayılmış bir zaman diliminde geçen filmde, domates hasadı sırasında Eyüp, patronu Hemme ile tartışmaya girer. Patronunun ona ve annesine küfür etmesiyle kavga çıkar ve Eyüp, öfkeyle çalıştıkları tarlayı terk eder. İş yükünün sürekli artmasının yanı sıra, hem emeği çalınmış hem de gururu incinmiştir. Evine doğru yola çıkar. Odasında üst üste dizilmiş döşeklerin arasından silahını alıp beline yerleştiren Eyüp’ün, onu sömüren patronundan intikam almaya gittiğini anlarız. Sürekli bozulan kırmızı motor bisikletine atlar ve yeniden, patronuyla görülecek hesabını görmek için yola çıkar.
Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, bizi Eyüp’ün kavurucu yaz sıcaklarında geçen bir gününe ya da daha çok Hemme’yi öldürmek için çıktığı geri dönüş yolculuğuna davet ediyor. Açılış sekansının kurduğu gerilim atmosferinden saparak, film ilerleyen bölümlerde anlatı tonunda belirgin bir türsel geçiş yapıyor. Kara komediye oldukça yaklaşan, masalsı ve deadpan mizahla örülü anlatı, Eyüp’ün Hemme’yi öldürmeye giderken yol boyunca karşısına çıkan karakterlerle seyirlik zevki oldukça yüksek bir hikayeye dönüşüyor. Bu Çehov tarzına yakın film, sinema tarihi kadar eski bir tarihe sahip yol filmlerinin tematik ve dramatik olarak pek çok alameti farikalarına sahip. Yol boyunca yaşanılan aksilikler, sahneler arasında dolaşan birer durak gibi boy gösteren geveze ve yaşam dolu karakterler, uzun diyaloglar, sessizlikler. Hemme’nin öldüğü günlerden biri, Kürt sinemasında ise hem tematik ve form olarak çok benzeri olmayan türde bir film hem de Kürt sinemasının aslında son yıllardaki yeni arayışların nüveleri gibi görünüyor. Kürt filmlerinde son yıllarda çok güçlü olmasa da hikaye anlatıcılığı, estetik ve tematik arayışların varlığından söz etmek mümkün malum…
Yol filmlerinde mekân sabit değil, sürekli değişkendir. Asıl mesele çoğunlukla “nerede oldukları” değil, “nereye gittikleri” ya da “neden yolda oldukları”dır. Film, bir harita değil, bir izlek çizer. Murat Fıratoğlu, mekanlarının sürekli değişken olduğu bu filmde, karakterleri de sürekli değişken kılıyor. Denizi olan bir şehirde yaşamak isteyen ve geçmişine dair hayıflanmalar içerisindeki yalnız adam, aldığı karpuzu evine kadar taşıyamadığı için bir kaldırıma oturmuş yardım bekleyen yaşlı bir amca… Hepsi Eyüp’ün önünde yolculuğu esnasında önüne çıkan taşlar gibidirler. Bahsettiğim engel gibi görülecek taşlardan ziyade, sırtını yaslayıp dinlenebileceği, gölgesinde serinleyeceği türden taşlardır. Eyüp’ün karşısına çıkan tüm bu bir biçimiyle absürt ancak hayırlı rastlantılar, onun bunalırken dinlendiği, dinlenirken bunaldığı tanışmalara dönüşüyor.
Eyüp’ün yolculuğu sırasında karşılaştığı her karakter aracılığıyla onun kendisine dair daha fazla fikrimiz oluşuyor. Eyüp daha fazla derinleşiyor. Marketten aldığı karpuzu eve taşıyamadığı için kaldırıma oturan yaşlı amcaya evine kadar eşlik etmek, çok istemese de gönlü kalmasın diye onunla karpuzunu yemek de buna dahil.
Zamanın esnek olduğu bu film, yolda karşılaşılan tüm bu karakterleri sahneleri bitmesine rağmen kısa bir süreliğine izlemeye devam ediyor. Anlatıda o sıklıkla hissedilen fragmanterlik, bu sahnelerde olan kısa süreliğine de olsa daha yakından bakma davetinden geliyor.
Bu yalnızca bir halay değildir
Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, becerisini yalnızca hikaye anlatıcılığı konusundaki hünerlerinden değil aynı zamanda Kürt toplumuna dair yaptığı gözlemlerin incelik ve zarafetle filmin her anına sinmiş olmasından alıyor.
Film, dilinin Kürtçe olmamasından dolayı bazı eleştiriler aldı. Filmin karakterlerinin neden Kürtçe konuşmadığını merak eden ya da onların Kürtçe konuşmasını bekleyen, bu dilin kullanılmasını arzu eden Kürtlerin olması gayet doğal ve anlaşılabilir bir beklentidir. Kürt filmlerinden dilinin Kürtçe olmasını talep etmek de elbette haklı bir istektir. Ancak Kürt sineması, Kürtlerin politik ve sosyolojik gerçekliğinden doğmuş bir sinemadır; bu sinema, Kürtlerin koşullarından bağımsız düşünülemez. Hikayesi Kürt coğrafyasında geçen bazı Kürt filmlerinde Kürtçenin eksikliği, Kürt sinemacıların tercihi değil, çok daha büyük bir sorunun yansımasıdır. Yıllardır tüm varlığıyla Kürtçeye yönelik büyük bir baskı uygulayan ve bu baskıyı sürdüren Türk devleti, bu durumu şekillendiren esas etkendir. Belki de Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri’nin Eyüp’ü de, bu sebeple Kürtçe anlayan ama konuşamayan Kürtlerden biridir?
Kürtlerin gündelik yaşamlarına, birbirleriyle olan ilişkilerine ve toplumsal kodlarına yaptığı ince referanslarla, Kürtlerin tanıdık birçok duygu ve anı bulabileceğini düşündüğüm Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, bu sebeple daha fazla ilgiyi hak ediyor.
81. Venedik Uluslararası Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanan, 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde ise “En İyi Film Ödülü”nü alan Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, yine bir halay sahnesiyle bitiyor. Bir yanıyla bunun sadece bir halay olmadığının altını çizerek ifade eder gibi. Bir halayla başlayan film, sanki yerdeki tozu kaldırıyor, o tozlar yere çökmeden günün sonunda Eyüp’ü halayın içinde diğer insanlarla oynarken görüyoruz.